Babasının fiziksel ve ruhsal istismarından hayatta kalan, önce kendisine, sonra da çocuğuna iyi bir ebeveyn olmayı öğrenen bir kadının hikayesi...

MEYDAN

Anne Olunca Anlamadım

Sosyal ağlarda “aile candır” konseptli paylaşımlar gördüğüm zaman, ilkokulda her çocuğun ana babasının ihmaline ya da fiziksel ve ruhsal istismarına maruz kalmadığını anladığımda yaşadığıma benzer bir şaşkınlık ve kızgınlık yaşardım. Tabi ilkokulda da mesela yanıma Erzincan depreminde babasını kaybedip gelmiş bir kız oturtmuşlardı. Kız bana tanışmamızın hemen akabinde “babam asansörde sıkıştı” demişti. Ben de ona “seni çok dövüyor muydu?” diye sormuştum. Sanırım o dönem sürekli “babam bugün ölsün Allah’ım n’olursun” gibi dualar etmeden uyumadığım için beynim bu ihtimale sarılmıştı. Sanki dünyadaki bütün çocuklar her gece yatmadan önce babasının işe gidip akşam eve dönmemesi için dua ediyordu ve bu kızınki kabul olmuştu. Ben de bundan emin olmak istiyordum. “Seni çok dövüyor muydu” dedim kız da bana “hayır hiç dövmezdi” dedi. Hayır ya. Yalan söylüyor. Nasıl olur da çocuklarına, karısına hiç aksatmadan, itinayla işkence eden babalar dururken zararsız babalar depremde asansörlere sıkışırdı Allah’ım bu haksızlık? Ben akşam babamın olduğu eve gidip kardeşim ve annemle dayak yiyecektim, bu kız ise kendisini dövmeyen babasının olmadığı bir eve gidip üzülecekti. Akıl alır gibi değil. (Tanrı’nın o şekilde çalışmadığının anlaşıldığı anlar).

 

Yıllar yılları kovaladı dersem yalan olur. Şimdilerde “zehirli ebeveyn” denen bu türle yaşanan yıllar asla birbirini kovalamaz. İhmalle, şiddetle, hakaretle, suçlamalarla, rol çalmalarla tıka basa doldurulmuş olan zaman hiç akıp gidemez. Karabasan gibi mümkün olduğunca ağır çekimlenir. Daima uzar ve tekrarlanır. Ben babamın evinden kurtulduğumda 18 yaşındaydım. Ama 18 yaşıma gelmem bir 30 sene kadar sürdü. Başımı iyi korudum, iyi mevkilendim, daha çok sinirlenmesin diye ağlamadım, yalvarmadım. Fakat bunların hiçbiri sayesinde değil tamamen şans eseri hayatta kaldım. Kardeşim ve annem de öyle. Çıplak elle de vurdu, copla da vurdu, terlikle de, yumrukla da, çatal da soktu, burun da kırdı. Biz de tesadüfen ölmedik. Şimdi de bu şansımızın şerefine size bir şeyler anlatmaya geldim.

 

Çocukların ihmalkar ve istismarcı ana babalarından gördükleri muamelenin normal olmadığını anlamaları uzun sürmez ve bu konuya verecekleri tepki son derece önemlidir. Ben bunun ilk ayağını yetim bir depremzede sayesinde yaşamış oldum. İkinci ayağı ise asırlar sonra çok ama çok güzel bir şeyle birlikte -ama asla onu gölgeleyemeden- tetiklenecekti. Tamam dedim. Tamam ben büyüyeyim buradan çıkar kurtulurum. Bana asla vurmayan, kötü konuşmayan, yakışıklı ve güzel gözlü bir adam bulurum. Kendime yeni baştan bir aile yaparım. Kapımı da kapatırım, iyice kilitlerim, babam giremez. Kusursuz kaçış planı. Aynen de öyle yaptım. (Aynen de öyle yapmam yazıldığı kadar kolay olmadı, kendimi böyle biri tarafından sevilebileceğime ikna etmem de nereden baksan bir 20 sene, eser miktarda bedensel ve ruhsal bütünlükten -farklı yerlerde, farklı şekillerde, değişen şiddetlerde- feragat etmeyi sürdürerek geçti.)

 

İlk bebeğimizi kucağımıza aldığımızda insanlar “nasılmış ana babalık ne zor değil mi ama?” dediler. “Bunlar iyi günlerin” dediler. “Hayırlı evlat olsun” dediler. “Anneni şimdi anladın mı?” dediler. Bekledim, ama anneliğin bebek olmaktan daha zor olduğu o kısım hiç gelmiyordu. Geceleri bebeğimi uykusunda izlerken ilkin bir iki güzel şey düşünüyordum. İşte güldüğünü göreceğim, anne diyecek, yürüyecek, gününü anlatacak… Ama sonra hemen böyle dünyadan bihaber yatışı içime oturmaya başlıyordu. Şu evden çıkıp gitsek ve başımıza bir şey gelse burada öylece duracak, biçare bekleyecek, belki ağlamaktan çatlayacak, baygın düşecek diyordum. Ne zor Allah’ım hemen büyüsün, kendine yetsin diyordum. Bebek olmak çok zor. Çocuk olmak çok zor. Doğrulup kalkamamak, çıkıp gidememek çok zor. Bir evde, odada başkasının eline bakmaya mahkum olmak çok zor.

 

Zamanla bu bebek beşiği başındaki merhamet seanslarımın içeriği zenginleşmeye başladı. Anneliğin ne olduğunu anlamaya başladıkça, bir çocuğun sorumluluğunun ne olduğunu anlamaya başladıkça tepem de atmaya başladı. Mevzu artık benim bebeğimden çıkmıştı. Artık sadece geceleri değil, bebeğimle oyun oynarken, parka giderken, yemek yerken, işte bir çocukla yapılması gereken ne kadar iş varsa onları yaparken de yüzüm düşünce bulutları ile gölgelenmeye başladı. “Bize bunu nasıl yaptılar,” ana sorumdu. Kendi çocukluğumu çocuğumunki ile karşılaştırmaya başladım. Kardeşimin hallerini düşünüyordum. Annesi ağlarken başında bekleyip “annecim n’olur ağlama” diye saçlarını sevişi aklıma geliyordu. Bir çocuk her gün yediği dayağın sıcaklığı etinden geçmemişken annesini teselli etmek zorunda bırakılmış, yatağının altında, dolabının içinde, banyoda, tuvalette korkuyla kapının açılmasını beklemiş. Yeri gelmiş donuna yapmış, yeri gelmiş ağzı burnu kanamış. Doğru söylese de dayak yemiş, yalan söylese de. Uslu dursa da küfür yemiş, yaramazlık yapsa da. Bütün iğrenç, kokuşmuş detaylar su yüzüne çıkmaya başlamıştı.

 

Ben ve kardeşim — yani çocukluğunu bildiğim yegane iki insan- kendi çocuğummuşçasına, bir delirme geliyordu. Vahşi bir hayvan gibi öfkelenip hırçınlaşıyordum ve bütün bu öfkeyle yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Alabileceğim bir intikam, bir kafa, bir el, bir can yoktu. Bizi yatağımızın altından çekip çıkaran ve sıkılana kadar hırpalayan insan, filmlerdeki gibi öldürülmesi pek tatmin edici ve kolay kötü adamlardan biri değil, babamızdı. Ondan intikam almam pek havalı olmaz, hoş karşılanmazdı. Bu hikayeyi kimse satın almazdı. Tabi biraz da ben öldürmeye gönüllü değildim, yalan yok. Affetmeye meyilliydim ama af dilemiyordu. Hiç olmamış gibi ya da zaten hak ettiğimiz için olmuş gibi yaşıyor, geceleri mışıl mışıl uyuyor, kendi imkanlarıyla doğmuş ve hayatta kalmış evlatları üzerinden babalık taslıyordu. Üstelik bizi yıllarca zehirleyen, parçalayan, geri dönüşü olmayacak şekilde ezip ayıklayan babam ve bu gidişe dur demek için bir şeyler yapmak yerine kurbanlığı oynamayı tercih eden annem, çocuğumun olması ile bana “geri dönmeye” çalışıyorlardı. Çocuğuma nasıl davranmam gerektiğini her söylediklerinde lav püskürtüyordum (içime doğru). İşkence bitmiyordu. Planım başarısız olmuştu. Babamın tekrardan hem gerçek hem mecazi anlamda evin içine girmiş olması beni mahvediyordu. Çocukken babamın ölmesi için dua etmekte haklıydım çünkü 30 yaşında bir anne olarak artık emindim ki aramızdaki zehirlemeye, sakatlamaya, azaltmaya, ezmeye yönelik (tek taraflı) ilişki ikimizden biri ölmeden nihayete ermeyecekti. Yine de onu öldürmedim. İlişkimi nasıl sınırlayacağım üzerine çalışıyorum, okuyorum. “Kafese elini uzatma” diyorum. Tuzaklarına, kandırmalarına gelme. Bu kısımda bir ilerleme kaydedersem paylaşırım.

 

Evet sosyal ağlarda can babam, can anam, fedakarlık, kutsallık, ailemmm ve benzeri laflar akmaya başlayınca artık sinire kesmek yerine şunu düşünüyorum: Benim gibi ölene dek kendine -hatta zehirleyici ebeveynlerine de- ana babalık yapmaya mahkum milyonlarca “çocuk” var, onların da şukusunu ben vereyim, biri teslim etsin kardeşim bu çocukların hakkını? Yıllar yılı uğradığı hakaretlere, işkencelere, yok sayılmalara ve manipülasyonlara rağmen 1) Kendine hakkıyla analık babalık etmekten vazgeçmeyen ve gerektiğinde kendi başını okşamayı, gerektiğinde “sen bundan daha iyisini hak ediyorsun” demeyi bilen, 2) Bu laneti, hastalıklı zinciri kırıp atacağım, benim çocuğum ya da başka çocuklar bunları yaşamayacak” diyen ve kim bilir bu sayede başta evladı olmak üzere kaç insanın hayatına iyilikle dokunan, 3) Geçmişi ayağına dolandırmak yerine bakıp bakıp iftihar etmek ve kendi kıymetini anlamak için “kullanmayı” öğrenen — tamam arada efkarlanıp sabahlara kadar iç dökmek için de bahane edebilen — ne kadar çocuk varsa bu yazı hepsine bir kucak, bir öpücük, bir teselli olsun.

 

“Çocuklarımıza söylediklerimiz onların iç sesi haline gelir” diye bir laf okudum geçenlerde aforizma hesaplarından birinde. Benim içimde iki ses var. Babamın sesi şiddetli ve ilk anda tesiri yüksek olandır. Bana kabiliyetsiz olduğumu, annem gibi orospu olduğumu, kıçımdaki boka bakmadan yaşadığımı, adam olursam götünü vereceğini, salak olduğumu, yapamayacağımı, yalancı olduğumu, mutlu olamayacağımı, hiçbir şeyi hak etmediğimi, sadece “bu dilden” — dayaktan, hakaretten ve yok sayılmaktan—anladığımı söyler. İkinci ses ise onun yalancı, zavallı, tehlikeli ve zayıf olduğunu, ondan uzak durabileceğimi, artık bana asla zarar veremeyeceğini, çünkü değerli, akıllı, güzel, yetenekli ve her şeyden önemlisi ona inanmayacak kadar zeki ve cesur bir yetişkin olduğumu söyler. İkincisi kendi sesim; ben ölene kadar babamın sesini bastırmaya çalışacak ve bu mücadele hiç öyle kansız, tersiz, gözyaşsız geçmeyecek. Biliyorum. Bilelim.

 

Ana ve babalarımız inanmaya, güvenmeye programlandığımız, mahkum olduğumuz, ihtiyaç duyduğumuz insanlardır. Bu ihtiyaçlara cevap vermeyen insanlar olduklarında uzun yıllar bu kapanmamış hesapları, bastırılmamış açlıkları, kursağa dizilen hevesleri yanlış yerlerde kovalayabiliriz. Eğer sevgilinizin, kocanızın, arkadaşınızın, kardeşinizin, patronunuzun, öğretmeninizin size işkenceci ebeveynlerinizden birini hatırlattığını hissediyorsanız, doğru hissediyorsunuzdur. Oradan hemen ayrılmanız mümkün değilse bile ayrılığınızı planlamaya başlayın. Bu deseni, yolu, kaderi, artık adına ne deniyorsa, onu canınızın önüne koymayın. Destek isteyin. İnsanlar sahipsiz bırakılmış ya da istismara uğramış çocukları anında tespit edebilecek şekilde gelişmişlerdir. Eğer kendinize iyi bir ana baba olamazsanız, sürünün arkasından topallayarak ilerleyen bir yavru kadar belirgin ve tehlikelere açık olursunuz. Kendinizi kimsesiz bırakmayın.

 

Satırlarıma uzun yıllarını dipsiz kuyularda ölmemesine yetecek kadar ekmek, su, güneş, bazen televizyon, biraz nesquik, biraz fıstık ezmesi, tamam azcık da ekmeğin üstüne margarin ve bolca dayakla geçirmiş çocukların sevdiği bazı şarkılarla son veriyorum. Bu şarkıları hala dinliyorum ve hiçlikten, bokluktan çıkan pırlanta gibi çocukların sayısının çoğalmasını diliyorum.

 

Linkteki şarkı listesini de canım kardeşime adıyorum.

 

Görsel: ‘Kill Bill Vol 1’ filminden. Bu yazı ilk defa Medium’da yayınlanmıştı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ENGLISH

YWhat Should We Say to Children Abused by Their Loved Ones?
What Should We Say to Children Abused by Their Loved Ones?

If we could only tell abused children that abuse is abuse, and that it has nothing to do with love.

MEYDAN

YSevdiklerinden Şiddet Gören Çocuklara Ne Demeliyiz?
Sevdiklerinden Şiddet Gören Çocuklara Ne Demeliyiz?

Eğer kadın mücadelesinin kazandırdıkları olmasaydı ‘kaderim’i yaşıyor olurdum.

Bir de bunlar var

Beshara Doumani ile Filistin: Medya, Diplomasi ve Yaşam Savaşları
Hilary Sommerlad: “Haklar artık yok oluyor”
Toplumsal Barış

Pin It on Pinterest