Girişe vardığımda sadece bu yolda 6 bin adım attığımızı gördüm. Polisin bu eziyet karşısındaki umursamaz tavrı, soğuk hava ve yağış, yerdeki çamur ise alana vardığımızda yerini büyük bir coşkuya bıraktı.
Korkmuyoruz, susmuyoruz, itaat etmiyoruz. Bilinmelidir ki her birimiz bu mücadelenin böylesi sistematik bir şekilde baltalanmaya ve yok sayılmaya çalışıldığı yerde yine alanlarda olmaya, haklarımızı dile getirmeye ve sözümüzü söylemeye devam edeceğiz.
Dün okunan basın açıklamasında da dendiği gibi evet yastayız, evet öfkeliyiz ama bu enkazı birlikte kaldıracağımıza inanan milyonlarca insanız da.
LGBTİ+ ve göçmen olmak iki belalı kesişim kümesinin ortasında olmak demek: İkisi de görünürsen, duyulursan, “alıktırırsan” şiddete, aşağılanmaya, küçümsenmeye maruz bırakılabilirsin demek. Kriz anlarında gözden çıkarılabilir, göze battığın kadar görmezden de gelinebilirsin demek.
Sibel, başka birçok belgesel sinemacı gibi, başından beri “ötekiyi” seyretmeyi ya da seyrettirmeyi değil, anlamayı seçti. Belki de o yüzden eli herkese değdi.
Halklar, kültürler ve içinde boy attıkları canlı doğa için ölümün olağanlığı ile devletli piyasanın hayat ve ölüm üzerindeki olağanüstü yetkilerini bir arada ören bu olağanüstülük retoriği de yine öteden beri olduğu gibi, rejimin gayri-mistik somut kaynağı halkın (demos) gücünden duyduğu derin korkuyu mistik bir korku olarak halka geri yansıtma işlevi görüyor. En azından “plan” bu.
Şefkat Nişanı sergisi, bir yerlerde benim gibi hisseden kadınlara ve akışkan cinsiyetli bireylere, “tat kaçıran” feministlere ve yaramazlara ulaşmak ve onlarla duygudaşlık kurmak için yapıldı.
Tamamen dönüşüm arzusuyla ilgili bir The Matrix düşüncemiz vardı ama bu düşünce henüz açılmamış olmanın verdiği gizli bir bakış açısından geliyordu.
Filmin büyüsü, bittikten sonra da devam ediyor olmasından geliyor. Geçmiş aslında hiç geçmiyor. Filmi izledikten günler sonra aklınızda kalanların sizi giderek daha çok etkilemeye başlıyor olması sürpriz değil.
Beyaz olmayan kadınlar ve marjinalleştirilmiş diğer insanlar çok uzun süredir travma ve keder hikâyelerini kusup durdular. Hikâyelerimizi anlatmayı ve empati dilenmeyi bırakıp yalnızca sistemik değişiklikler talep etmenin vakti geldi.