Eğer kadın mücadelesinin kazandırdıkları olmasaydı ‘kaderim’i yaşıyor olurdum.

MEYDAN

Sevdiklerinden Şiddet Gören Çocuklara Ne Demeliyiz?

 

Böyle başlık atınca, yazının bir yerlerinde bu soruya cevap verecekmişim gibi oldu ama ben bütün yazı boyunca bu soruyu soracağım.

 

Kadına yönelik şiddet haberleri – özellikle de medyatik değeri olanlar – asap bozucu, cesaret kırıcı, yıldırıcı yorumların yanı sıra pek çok kıymetli tartışmayı da önümüze atıyor. Zaman zaman bu tartışmalardan bazılarında kadınlara ‘’Sevgi bu değil.’’ diye sesleniyor sevginin ne olmadığını bilenler. ‘’Sevgi, duygusal, fiziksel şiddet değil.’’ ‘’Sevgi, kıskançlık, manyaklık, yıkıcılık değil.’’ ‘’Hastalıklı romantizmi yüceltmeyin.’’ ‘’Önce kendinizi sevin.’’

 

Sıklıkla yetişkin kadınlara sesleniyor olma haline fazla kapıldığımızı ve şiddete maruz bırakılan kadınlara ne söyleyeceğimizi düşündüğümüz kadar, şiddete maruz bırakılan, özellikle ebeveynlerinden ya da güvenmesi, sevmesi, tarafından sevilmesi ‘gereken’ herhangi bir figürden istismar ya da ihmal gören çocuklara ne söyleyeceğimizi düşünmediğimizi fark ediyorum. Bunu fark etmemin başlıca iki sebebi var: 1) Sevgi, ilgi, özgüven gibi ‘mesele’lerle ilgili harcın burada (çocuklukta) karılıyor oluşu 2) Hayata şiddet gören bir kadın olarak değil, şiddet gören bir çocuk olarak başlamış olmam – yani bana daha önce de söylenebilecek şeyler olmalıydı.

 

Peki ne söylendi?

 

Ben daha gözümü dünyaya açmadan, aile içi şiddet hayatımın bir parçası olmuştu. Ailemin evinden ayrıldığım yaşlara dek doğrudan, sonrasında uzaktan, dolaylı, daha az fiziksel olarak süren, gündelik hayatımdan partner seçimime, yaşam koşullarımdan hayatın zorluklarına gösterdiğim dirence kadar her şeye izini bırakan bir tür ‘kronik hastalık’ gibi, kendimi sürekli olarak gözetmemi, denetlememi, telkin etmemi gerektiren bir parçaydı bu. Çocukken zaman zaman ‘halden anlayan’ birileri, akrabalar, öğretmenler, arkadaşlar, bana destek olmak istediklerinde hep aynı teselli ile geldiler: Baban seni sevmez olur mu? Sana çok düşkün. Hiç babalar çocuklarını sevmez olur mu? O seni çok seviyor, senin için canını verir, hep senin ne kadar akıllı olduğunu anlatıyor, seninle iftihar ediyor ama belli etmiyor, biliyor musun? Babalar sevgilerini belli etmezler ama çok severler….

 

Bu girişi genellikle – ortada yok sayılamaz, görmezden gelinemez fiziksel ve duygusal tahrip olduğu için – bir gerekçelendirme izlerdi: Çok stresli işi var / Anasız babasız büyümüş / Başı çok ağrıyormuş, çok uykusuzmuş…

 

Sonra da bu gelirdi: Yapıyor ama nasıl pişman oluyor baksana. Sana neler alıyor, sen uyurken gelip başında bekliyor, saçlarını seviyor.

 

Bu tesellileri bazen gün aşırı bizimle birlikte şiddet gören, bizi babamın elinden çekip almak için mücadele eden annemin kendisinden, bazen her şeyi gören ama hiçbir şey yapamayan halamdan, bazen ‘’Ben Allah’tan çok babamdan korkuyorum, yine de cennete gider miyim?’’ dediğim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenimden duydum. Bir müddet sonra da kendimden duymaya başladım. Artık kimsenin tesellisine ihtiyacım kalmamıştı, başıma gelenleri kendi kendime açıklamaya, kendimi avutmaya başlamıştım – çünkü buna ihtiyacım vardı.

 

Halbuki daha okula bile başlamadan evvel ısrarla bunu söylüyordum: Babam bizi sevmiyor. İnsanlar da ısrarla karşı çıktı: Baban sizi çok ama çok seviyor.

 

Çocukların melekler, inciler, çiçekler olduğunu falan düşünmüyorum ama sevilip sevilmediklerini, kabul görüp görmediklerini yetişkinlerden daha iyi kestirebildiklerini düşünüyorum. Çünkü özellikle hayatlarının ilk yıllarında, başlarına ne geleceğine dair bir ipucu aradıklarında analarının, babalarının yüzlerini okumakta ustalaşmak zorunda kalıyorlar. Seslerindeki belli bir dalgalanma, o bakışmaları… Tartışmayı, dayağı, küfürü tetikleyecek durum, kişi ve ifadeler… Böyle şeyleri tanıyıp akıllarına kazımakta ustalaşıyorlar. Bence bir çocuk sevildiğini düşünmüyorsa, sevilmiyordur. Bir yetişkin için aynı şeyi bu kadar kolay söyleyemem. Çünkü çoğu yetişkinin, sevgiye ve ilgiye yönelik keskin içgüdüleri yıllar süren yanlış teselliler, iyi niyetli, olumlamacı yaklaşımlar ya da avuntularla zayıflıyor. En azından benim zayıfladı. Çünkü babamı izleyen hiçbir şiddet eğilimli istismarcı insan için o kadar net bir ‘’Bu beni sevmiyor’’ diyemedim. ‘’Aslında iyi biri ama’’ dedim mesela. ‘’Yardıma ihtiyacı var’’ dedim. ‘’Seviyor ama aşamadığı şeyler var’’ gibi bir şeyler geveledim – uzun süre. Ben de sonunda kendimin tesellici yetişkini olmuştum. ‘’Sevmiyor işte’’ diyemeyen, hep bir gerekçe arayan, hep anlamaya çalışan ve gitmemekte ısrarcı olan bir yetişkin.

 

Bu yüzden son dönemlerde sık sık bunu düşünüyorum. Bütün bu telkinler yıllar yılı sürdükten sonra, anan, halan, hocan, arkadaşın, sevdiğin sana aynı teselliyi verdikten ve sen onlardan gelene sıkı sıkı sarıldıktan sonra birden bir şey oluyor ve birileri çıkıp ‘’Sevgi bu değil’’ diyor. Unuttuğun bu berraklığı hatırlıyorsun. Sevgi gerçekten de bu değil. Ben bunu zaten biliyordum ama unutturdular – üstelik benim iyiliğim için. Çünkü kimse çıkıp 3 yaşındaki, 5 yaşındaki, 8 yaşındaki bana ‘’Baban seni sevmiyor. Baban bir kere kendini sevmiyor. Dolayısıyla da kimseyi sevmiyor.’’ diyememişti. Bunu söylemek şüphesiz kolay değil ama söylemiş olsalardı her şey benim için – o gün ve sonrasında – şüphesiz daha kolay olurdu.

 

Çocuklarla nasıl konuşmamız gerektiğini bilmiyorum, belki bu yazı kıymetli fikirler duymama vesile olur. Yine de emin olduğum bir şey var: Aile, koruyucu olmalıdır, sevginin, ilginin, kollamanın besleyici, iyileştirici halleri olmalıdır orada. Buna sahip olan ailelere ne mutlu – ama sahip olmayan öyle çok aile var ki. Oradakilere ‘’her şeye rağmen’’ ailenin ne kadar kutsal olduğunu, ‘’ne olursa olsun’’ annelerin, babaların çocuklarını çok sevdiklerini, çocukların da onları sevmesi gerektiğini söylediğiniz zaman, çok ama çok kötü bir şey yapmış oluyorsunuz. Belki bazı ailelerde sevginin ve ilginin bu kadar iyileştirici olamadığını, bazı ailelerin bazı şeylerden mahrum olduğunu, bazı annelerin, babaların sevemeyebileceğini çocuklara söyleyebilmeliyiz. Her ailede eser miktarda anlaşmazlıklar olabileceğini ama onun yaşadığı şeyin ‘anlaşmazlık’tan öte olduğunu söyleyebilmeliyiz. Böylece çocuklar sevgiye, ilgiye ilişkin keskin içgüdülerini kaybetmezler, içlerindeki sese güvenleri sarsılmaz ve istismar gördüklerinde onu tanıyabilirler – şimdi bu ‘yanlış ifade edilen sevgi’ mi yoksa istismar mı? diye düşünmezler. Ne dersiniz? Kutsal aileyi, çocuklarını kesinlikle ve kesinlikle, her koşulda çok seven doğal kaynak anne baba yalanlarını azıcık sallasak, ‘’Bu yaptığın şeyin aşkla ilgisi yok Ahmet’’ diyebilen daha çok kadın, erkek yetiştirebilir miyiz?

 

Not: Benim şiddetle ilişkim filmlerdeki gibi temiz bir sona bağlanmadı, hala mücadele ediyorum ve ölene kadar da edeceğimden eminim. Demek istediğim ‘’Bir kez şiddeti zihninize yanlış kodladıysanız, işiniz bitmiştir, geçmiş olsun’’ demek değil – ama işiniz kesinlikle zordur ve çabalamanız gerekir. Arada yorgun düşmeniz, boş vermeniz, lanet etmeniz olağandır – ama sonunda silkelenip kendinize geldiğinizde sizden cevvali, sizden çok kendini seveni, sizden çok sevgiyi bileni az bulunur. Eğer kadın mücadelesinin kazandırdıkları olmasaydı ‘kaderim’i yaşıyor olurdum – hala istediğim kadar uzaklaşamamış olsam da kaderimi yaşamıyorum. Ben, bana layık görülen kaderi yaşamıyorum. Bazen iş görüşmelerinde en büyük başarım sorulduğunda bunu söylemek istiyorum: Ben kaderimi yaşamıyorum. Bu vesile ile yanlış teselli edilmiş çocuklara ‘ama geç oldu’ demeden ulaşan bu kıymetli harekete şükranlarımı sunmak isterim. Benim geç gelen ‘koruyucu’ yetişkinim kadın hareketi oldu, umarım artık çok daha fazla sayıda çocuğa ulaşabiliyordur.

 

 

Ana görsel: Louise Bourgeois, Les Fleurs (Çiçekler)

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ENGLISH

YWhat Should We Say to Children Abused by Their Loved Ones?
What Should We Say to Children Abused by Their Loved Ones?

If we could only tell abused children that abuse is abuse, and that it has nothing to do with love.

MEYDAN

YAnne Olunca Anlamadım
Anne Olunca Anlamadım

Babasının fiziksel ve ruhsal istismarından hayatta kalan, önce kendisine, sonra da çocuğuna iyi bir ebeveyn olmayı öğrenen bir kadının hikayesi...

Bir de bunlar var

Hayalet Babalar ve Reddedilemeyen Miraslar
Nilgün Toker: “AKP hak kavramını siyaset yapma tarzının dışına çıkarıyor.”
Transfobiye Kısa bir Bakış

Pin It on Pinterest