“Bu çocuk aç, doymamış” lafının bendeki yansıması: ben yetersiz bir anneyim, benim sütüm yetmiyor, ben bu çocuğu doyuramıyorum, benim tek görevim bu çocuğu doyurup, susmasını sağlamak. Peki bir bebek sadece açken mi ağlar? Bir bebeğin babası ne yapar?
Geçtiğimiz aylarda çıkan Gönüllü Çocuksuzluk kitabı, bilinçli bir şekilde ebeveyn olmama tercihini derinlemesine ele alarak önemli politik ve toplumsal sorular soruyor.
Neoliberalizmin yükselişiyle eş zamanlı olarak biyopolitika taktikleri de piyasa gerekleriyle buluşuyor aynı dönemde. Kadın bedeni fit olmanın, haz duymanın ve doğum kontrolünün de nesnesi olarak özerkleşiyor. Özellikle de gösteri işinde.
Çalışma hayatına son vermek zorunda kalan kadınlardan, istemediği halde toplumsal annelik kalıplarına sıkıştırılan özgür ruhlardan, arzularından hatta kendinden vazgeçmek zorunda kalan yorgun beş harflilerden biri olmayı kim isterdi?
Anne sevilen, güven veren bir nesne olduğu kadar, ilgisiyle bizi yiyip yutma tehlikesi taşıyan, yokluğuyla bizi tarumar edebilecek olması itibariyle aynı zamanda nefret edilendir de.
“Torunuyla parka gelmiş 60’larında olduğunu tahmin ettiğim bir kadın emzirip emzirmediğimi soruyor. Sık merak edilen konulardan, ihlal edilen kişisel sınırlardan biri.”
Kadınlık arzuları değişiyor ve çocuksuzluğu tercih eden kadınların artması da bunun bir göstergesi.
Deli gibi çamaşır yıkıyor, temizlik yapıyor, yemek pişiriyorum, sürekli yeniliyor, destekliyor, muhafaza ediyorum… Ayrıca (bunlardan bağımsız olarak bir de) Sanat “yapıyorum.”
“Haftanın bir yarısı anne, diğer yarısı da sanatçıydım. Ama sonra düşündüm ki bunları düşünmek çok saçma, ben başlıbaşına buyum işte.”
Kamusal düzen için bir risktim: Erkeksiz, çocuklu, ve mutlu.