Çalışma hayatına son vermek zorunda kalan kadınlardan, istemediği halde toplumsal annelik kalıplarına sıkıştırılan özgür ruhlardan, arzularından hatta kendinden vazgeçmek zorunda kalan yorgun beş harflilerden biri olmayı kim isterdi?

KÜLTÜR

Annelik, Hayat Devam Ederken Kaygısız ve Öylesine

 

Anne olmadan önce, annelerin bebek sahibi olduktan sonra tüm varoluş şekillerini ve üretimlerini bu alana kaydırmalarını tuhaf bulurdum. Kendi biricik deneyimlerini evrenselleştirip yerli yersiz ebeveynlik tiratları atanlar, birdenbire çocuk kitabı yazmaya başlayanlar, Instagram’larını anne-bebek hesaplarına dönüştürenler ve niceleri bana hep Bergüzar Korel tarzı bir annelik halini çağrıştırır ve yüzüme haykırırlardı: “Ben artık anneyim, (A)nneyim! Dokunduğum her yeri anneliğe boyar ve ‘ben bir anne olarak…’ diye başlayan cümleler kurarım.”

 

Bu yaşıma kadar özümsediğim feminist anlatı her ne kadar çocuk bakımının kadınların omzuna görünmez emek anlamında bindirdiğindi ağır yükü incelikli bir şekilde kavramsallaştırsa da, anneliğin bir kadının tek kimliği haline gelmesinin tehlikelerinden de bahsedegelmişti. Çalışma hayatına son vermek zorunda kalan kadınlardan, istemediği halde toplumsal annelik kalıplarına sıkıştırılan özgür ruhlardan, arzularından hatta kendinden vazgeçmek zorunda kalan yorgun beş harflilerden biri olmayı kim isterdi? Ben de, anne olacağımı öğrendiğim andan itibaren bunun olmaması için kendimce önlemler aldım, anneliği tüm hayatım yapmamak için kafa patlatmaya koyuldum. Ne de olsa annelik benim var olma şekillerimden sadece bir tanesiydi ve çok kapsayıcı olmamalıydı: Çocuğuma yetecek fakat beni dünyanın geri kalanından alıkoymayacak bir denge bulmak pek tabii benim görevimdi (!)

 

Ebeveynlik sorumlulukların kadının üzerine zalimce yıkılması ve gündelik hayatta bu yükten hiç bahsedilmeyişi şüphe götürmez bir şekilde heteropatriyarkanın en başarılı projelerinden biri. Zira çocuk bakımına katılan babalar, harika yardımcılar olarak hayatlarını yıldızlı pekiyilerle sürdürmeye devam ederken, kendini önceleyen annelere hâlâ yetersizlik hissi eşlik ediyor. Fakat benzer bir baskıyı tersinden işletip -benim de yazının başında bahsettiğim şekilde- kadınların annelik deneyimlerini tüm dünyalarını kapsayacak bir şekilde yaşamalarına burun kıvırmak da annelere aynı ölçüde yüklenmek olmuyor mu? Kadınlığı ve anneliğin özcü tanımlarına sıkıştırmayan, homofobik/transfobik olmayan (tekrar merhaba Bergüzar Korel!) ilişkisel bir anneliğin kapsayıcılığını hesaba katmak ve ona izin vermek imkansız mı?

 

Özellikle anneliğin ilk yılları sahiden de çok kuşatıcı ve -fiziksel bakım desteği alabilecek ayrıcalıklı kesim için dahi- ruhsal olarak bir hayli yorucu. Buna ebeveynlere hazır olarak sunulmayan psikolojik destek mekanizmaları, kısadan-da-kısa cinsiyetlendirilmiş doğum izinleri, yok hükmündeki kamusal sağlık hakları ve işverenin inisiyatifine bırakılmış emzirme izinleri de eklenince kadınların tek bir şansı kalıyor: anneliklerini ve yaşadıkları deneyimin büyüklüğünü neredeyse kendilerinden bile gizleyerek hayatlarını devam ettirmek. Başka bir deyişle, kaygısız ve öylesine sürdürülen bir ebeveynlik tablosu çizmek için harcanan onca duygusal emek!

 

Oysa birine annelik etmek, onunla değilken bile onu zihninde taşımak, kaygısız ve öylesine yapılabilecek bir iş değil. Doktor randevuları, akşama pişecek yemeğin kararlaştırılması ve organize edilmesi gereken sosyal aktiviteler kadar, en temelde birinin sizin yokluğunuzda ne yaptığını kafanızın bir köşesinde tutmak dahi tam zamanlı bir iş. Bu alan, özellikle anneliğin ilk yıllarında bu kadar büyükken, kadınlardan anneliklerini diğer işlerinin yanında akıttıkları bir hal olarak deneyimlemelerini beklendiğinde, anne oldukları için neredeyse utandırılan, bu deneyimin büyüklüğünü içine haykıran, kariyerlerinde erkek meslektaşlarından geri düşmemek için çocuklarıyla olmadıkları zamanlarda, ebeveyn değilmiş gibi davranmak zorunda kalan kadınların sırtına bir yük daha yüklenmiş oluyor. Sanki sabaha kadar annelikten ve çocuğundan bahsetmek isteyen kadın ile bebeğini unutup işine gücüne odaklanmak isteyen kadın aynı kişi olamazmış gibi, sanki en beklemediği yerlerde anne olarak yaftalanmaktan rahatsız olan kadın ile bebeği uyuduğunda onun fotoğraflarına bakıp iç geçiren kadın farklı iki insanmışçasına.

 

Başka konular üzerine yazmamı bekleyen onca yazı varken bu yazı dizisiyle ben de nihayet olmaktan korktuğum yerdeyim, bazen sadece anneyim.

 

 

Ana görsel: Gülsün Karamustafa, Karpuz, 1986, kağıt üzerine karışık teknik, 27,5 x 47 cm. Sanatçı ve BüroSarıgedik izinleriyle SALT Araştırma, Gülsün Karamustafa Arşivi.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YLohusalık, Gerçek İyiler Ve Hakiki Kötüler
Lohusalık, Gerçek İyiler Ve Hakiki Kötüler

Anne sevilen, güven veren bir nesne olduğu kadar, ilgisiyle bizi yiyip yutma tehlikesi taşıyan, yokluğuyla bizi tarumar edebilecek olması itibariyle aynı zamanda nefret edilendir de.

MEYDAN

YBebek Dostu Emzirme ve El Alemin Dilindeki Memeler
Bebek Dostu Emzirme ve El Alemin Dilindeki Memeler

"Torunuyla parka gelmiş 60’larında olduğunu tahmin ettiğim bir kadın emzirip emzirmediğimi soruyor. Sık merak edilen konulardan, ihlal edilen kişisel sınırlardan biri."

SANAT

Y“Başka bir arzunuz” ya da direnmeyen madun olur mu?
“Başka bir arzunuz” ya da direnmeyen madun olur mu?

Keiko, son kertede evlenip bir yuva kurarak ailesinin gözüne giremese de, sistemin kusursuz işleyen çarklarının birinin içinde, süpermarkette, güven buluyor, razı oluyor ve zamanımızın sık tekrarlanan ifadesiyle iyi hissediyor.

SANAT

YAkıl dışı bir adalet
Akıl dışı bir adalet

İnsan aklı ve tahakkümüne göre işleyen bütün kurumlarca katildir Janina. Canlıların yaşama hakkını savunan ekofeminist bir perspektife göreyse bir halk kahramanı.

Bir de bunlar var

Sonradan Gelir Ferahlığı: Simge Pınar’ın “Sevgideğer” Albümü
Bari Yeşil Işıklar Çıkmasaydı
Tanrı Ne Zaman Bize Benzemez Oldu?

Pin It on Pinterest