Lubunyalık, İstanbul, sınıf, yaş ve statü gibi dinamiklerin birbirleriyle çarpışıp durduğu romanı Deniz Ne Kadar Güzel’de şatafatlı, dokunaklı ve sürükleyici bir polisiyeye imza atan yazar Yiğit Karaahmet ile bol spoiler’lı bir sohbet.

SANAT

“Hepsi ibnelikten”

Lubunyalık, İstanbul, sınıf, yaş ve statü gibi dinamiklerin birbirleriyle çarpışıp durduğu romanı Deniz Ne Kadar Güzel’de (Altıkırkbeş, 2021) şatafatlı, dokunaklı ve sürükleyici bir polisiyeye imza atan yazar Yiğit Karaahmet ile bol spoiler’lı bir sohbet.

 

Kitabı yazmaya nasıl karar verdin? Biraz süreçten bahseder misin?

20 yıldır yazarlık yapıyorum ve sadece bu işi yapıyorum. Yani kariyerimin bir noktasında kurgu yazmam gerektiğini biliyor ve istiyordum. Arada başladığım ve yarım bıraktığım şeyler oldu. Çok tutunmam bir hikâyeye olmuyorsa akmıyorsa bırakırım. Kendime şunları sordum: Ben ne yazmak istiyorum, kime yazmak istiyorum ve nasıl yazmak istiyorum. Ben ne olursa olsun gey bir şey yazmak istiyordum, satsın ya da satmasın. “Türkiye’de okunmaz, insanlar satın almaz” diyenler oldu. Ama ben hikâyemin benden bir şey olmasını istiyordum. İkinci istediğim şey de bu hikâyenin mutlu sonla bitmesiydi çünkü bu zamana kadar yazılan bütün eşcinsel hikâyelerinde en ünlüsünden en bilinmeyene kadar hepsinde bir trajedi vardır. Ya ayrılırlar ya intihar ederler, hep bir kayıp ve acı vardır. Öyle olsun istemiyordum. Birtakım temel meselelerim vardı, bazı temalar dolaşıyordu kafamda. Bunlardan bir yaşlılıktı. Annem o dönem hastalığının son dönemecine giriyordu ve ölecekti. Hasta biriyle o süreci birlikte geçirdiğinde artık sen de ister istemez kendini düşünmeye başlıyorsun: Peki ben ne olacağım? Annemin parası var, ona bakan insanlar var ama ben yalnız bir eşcinselim. Bu yüzden yalnız ölmek, yaşlanmak ve hastalanmak temaları kafamda dolaşıyordu. Bir de aile kavramıyla ilgili sorgulamak istediğim şeyler vardı. Aynı zamanda kitap satsın ve okunsun da istiyordum. İnsanlar alsın, okusun, bitirsin ve bitirdiği için mutlu olsun, “okudum ve beğendim” deyip rafa koysun istiyordum. Çok basit bir fikirden çıktı kitabın konusu. Birbirlerini gözetleyen insanlar üzerine yazmak istiyordum. İlk aklıma gelen sahne birbirlerini perdeler arkasından gözetleyen erkeklerdi. Sonra onlara evler ve komşular ekledim, karakterleri buldum ve öyle gelişti. Ana izleyici olarak hayal ettiğim insanlar gey okurlardı. Kitabı iki senede, arada esler bırakarak bitirdim. Yayımlanması ise çok uzun sürdü çünkü yayınevleriyle birtakım olaylar yaşandı.

 

Yayınevleriyle yaşadığın sorun içerikle mi ilgiliydi?

İçerikle ilgili sorunlar da oldu, homofobik yorumlar da geldi. Türkiye’de her şey zaten bok gibi gidiyor bunun farkındayız ama ben edebiyat gibi çok az insanın ilgilendiği bir alanda işler daha doğru düzgün yürüyordur diye düşünüyordum. Hiç öyle değilmiş. Orada da müthiş bir kast sistemi var. Yine birtakım adamlar bir yerlere çökmüşler. Bu kitapla ilgili hayatım boyunca almadığım garip yorumlar aldım. “Niye roman yazdın” diyenden “neden üçüncü tekil şahıs yazdın?” diyene kadar. Beğenip basmak isteyip para vermek istemeyenler. “Bu bir eşcinsel kitabı o yüzden bunu matbaadaki işçi taşımak istemez” diyenler. Bunların olacağını tahmin ediyordum bu işe girerken ama sonuçta çok ünlü de olmasa ben de biriyim, bir ismim var, işim bu, bir alıcı kitlesi olacağını biliyordum zira korkunç şeyler basılıyor saçma sapan. Ama hiç öyle olmadı hatta ben olduğum için daha çok problem çıktı. Ama bütün bu süreç içinde en can alıcı ve benim canımı en çok yakan olayı Can Yayınları ile yaşadım. Kitap Can Yayınları’nın altyayınevi Mundi’den çıkacaktı, bir kadın editör ile konuşuyordum, beğendi, tamam dedi. Çok iyi bir anlaşma önerdiler. Küçük bir değişiklik yapmak istediler ona da tamam dedim, hesap numaraları alındı. İmzaya iki gün kala “biz basmaktan vazgeçtik çünkü elimizde buna çok benzer başka bir polisiye var.” dediler. Tabii ki yalan. Buna benzer başka bir polisiye nasıl olabilir?

 

O ana kadar bu benzerlik dikkat çekmemiş mi?

Yani kimse mi okumamış bilemiyorum. “2019 programımız dolu” dediler, 2020’ye de gün vermediler yani bariz basmak istemediler. Tabii gerçekte ne olduğunu çok iyi biliyorum. İlk başta Yiğit Karaahmet ile çalışma fikri onlara cazip gelir ama orada bir adam vardır ve o adam bir noktada bir edit yapmak, bir şey söylemek ister. Burada da öyle bir şey oldu, editör kadın beğendi ama ona “canım sen bir dur, biz lordlar kamarasıyız bu yüzden de biz karar veririz sen veremezsin” dendi. Erdal Öz’ün oğlu için edebiyat dünyasının Doğukan Manço’su derim ben, belki odur bu kastettiğim adam. İki gün kala caydılar ya dolandırıcı gibi. Bir özür, bir açıklama yaparsın yok. Kendilerini o kadar güçlü görüyorlar ki. Benim hayattaki temel sorumluluğum okura karşı olmalı okura hesap vermek isterim ancak seni o çarka sokmazlarsa o raddeye gelmen zaten mümkün değil. Ama bizim o kadar vaktimiz yok, biz zaten yeterince bastırıldık, söz hakkımız yeterince gasp edildi. Nefret ettim bu yayınevlerinden ama kitaba küsemedim çünkü hikâyeyi seviyorum ve bir şekilde alıcısı olacağını da inanıyordum. Tatsız bir dönem oldu sonra da böyle oldu, daha da iyi oldu belki de.

 

Yaşlılık kitapta Şener ve Fehmi’nin ilişkisinin ortasında duruyor.

Evet, kitaptaki karakterler 40 yıldır birlikte. Bizim gibiler için 40 yıl çok uzun bir süre. Heteroseksüel evliliklerde yıllar devrilebilir, orada bir şirket kuruluyor, hesaplar kitaplar yapılıyor, sözleşmeler imzalanıyor, ortak evler alınıyor, borca giriliyor. Sözleşmenin maddeleri olarak yapılmış çocuklar, torunlar var, mallar bölüştürülüyor falan. Bizde öyle değil, tek başına ilerliyorsun. Hayatın belirli bir döneminden sonra unuttuğumuz insanlar var, ne oluyor bu insanlara, 60’lı yaşlarından sonra bu geyler ne yapıyor, köylerine mi dönüyorlar? Nerede yaşıyorlar, onlara kim bakıyor? Yaşlanmanın eşcinseller için başka türlü bir önemi var. Yaşlanmak sadece yaş almak değil aynı zamanda gençlik ve güzelliğin gitmesi, geç açılmak demek. Benim 60’larında açılan arkadaşlarım var ve öyle bir şey olduğunda bir tür delilik hali yaşanıyor çünkü çıktığın pazar çok acayip bir yer, herkes çok genç ve güzel ve burada paket çok önemli. Gençliğin, ateşin ve caziben bozulduğunda işler tuhaflaşıyor.

 

Şener ve Fehmi’nin ilişkisinde aileyi de aşan bir dayanışma da var. Hetero bir çift olsa yaşadıklarından sonra dağılabilir ve bu dağılmayla çok bir şey de kaybetmeyebilirlerdi ama onlar için bu mümkün değil, bunu da gösteriyor kitap…

Çünkü aslında ortada onlara karşı işlenmiş daha büyük bir suç var. Geyler trajik olaylara o kadar alışmışlar ki. Ben kitabı okuyanlara hep sonunu tahmin edip etmediklerini soruyorum ve biliyor musun, şu ana kadar kimse böyle bir son beklememiş. Halbuki ben özellikle ikinci bölümde hikâyenin nereye gittiğiyle ilgili çok açık olduğumu düşünüyordum. Yazar olarak benim tuttuğum taraf çok belliydi. Bu mutsuz son beklentisini çok üzücü buluyorum çünkü Türkiye’deki bütün eşcinseller trajediye o kadar alışmışlar ki ve yazarının ve ana karakterinin gey olduğu ve kimin hangi tarafı tuttuğunun çok belli olduğu bir kitapta bile sonunda bir trajedi arıyorlar.

 

Bir yandan da çiftin bu suçu nispeten kolay bir şekilde arkalarında bırakmalarında sınıflarının da etkisi çok. Düzene bir kenardan sırtlarını dayıyorlar.

Evet, beş parasız olsalardı 40 yıldır bu şekilde yaşayamazlardı. Bir tanesi zaten seks işçisi olmuştu, diğeri onu satıyordu ya da hırsızlık yapıyorlardı, yani muhtemelen bir takım suçlara zaten bulaşmışlardı. Paraları olmasaydı böyle bir koza örmek pek mümkün olmazdı. Bu yaşa kadar da gelemezlerdi zaten, o güzel yemekler yenemezdi.

 

Ada’daki komşularının onlara olan saygısının arkasında da para var. Herkes biliyor bu iki yaşlının sadece arkadaş olmadığını ama yüzleşmiyorlar.

Başka bir şeye saygı duyuyorlar çünkü onlarla ilgili, paralarına ve sosyal hayattaki becerilerine. Şener harika bir aşçı ve zaten kitapta diyor, Büyükada eşrafı, Şenerler tarafından reddedilmenin, onların yasaklı listesine girmenin sosyal ve sınıfsal bir zarara yol açacağının farkında. Bu yüzden geyliklerine tahammül ediliyor. Böyle bir çifti herkes sever, çok zararsızlar, çok şekerler, çok iyi davetler veriyorlar ve eşcinsellikleri bu yüzden kurcalanmıyor. Kibarlık da işte böyle parayla olan bir şey. Bunlar heteroseksüel bir çift olsaydı, cinayet sonrası bir polis anında kapılarını çalardı. Ama bizimkiler statü sahibi, belediye başkanını tanıyorlar. Homofobinin, gizliliğin işe yaradığı bir durum oluyor burada. Bunlar fakir bir gey çift olsalardı, atıyorum Ali ile Ramazan olsalardı polis ilk önce onlara giderdi çünkü ahlaksızlığı ilk onlardan beklerlerdi. Şener ve Fehmi ise olayların üzerini keten ve ipeklerle örtüyorlar.

 

Aslında çok kolay okunan bir hikâye ama bir yandan da TC gerçekliğine dair keskin detaylar var, Şener’in Mustafa Kemal aşkı, sınıflarının getirdiği koruma vs. Arada bir yerde Candan Erçetin tüm aydınlığıyla beliriveriyor…

Kitaptaki gibi söylemek gerekirse eğer gerçek olsalardı ve hikâyeleri bir roman olsaydı Şener kesin CHP’ye oy verirdi (gülüyor). Kitaptaki herkes CHP’ye oy verirdi aslında, aman Tanrım! Fehmi kesin “Tatava yapma CHP’ye bas geç”ci olurdu çünkü o öyle bir pislik. Aydın, modern ve eğitimli Türkiye’nin simgesi de bir şekilde Candan Erçetin değil midir zaten ya? O mesela tamamen sınıfsal bir detay olarak konuldu oraya. Berna, Candan Erçetin’in dişçisi, Demet Akalın’ın değil yani o kadar beyaz biri işte. Çok absürd bir an, aslında kitapta o sırada bir hezeyan yaşanıyor, her şey birbirine girmiş ama bir anda hiçbir şey olmamış gibi Candan Erçetin çıkıp geliyor, dişlerini yaptırıp gidiyor.

 

Heteroseksüel bir aile var ama baba çok silik…

İstemedim erkekleri. Baba figürünün de özellikle silik kalmasını istedim çünkü başından beri istediğim şey bu kitabın erkek eşcinseller ve kadınlar arasında geçmesiydi. Bu aslında gey erkekler ve cis-het kadınlar arasındaki uzun dostluk ve düşmanlık klişesidir ya. Git-gelli ilişkilerdir bunlar, birbirlerini severler mi sevmezler mi pek bilinmez. Gizli bir düşmanlık gibi bir şey de vardır aralarında. O yüzden bir fag-hag, yani BFF bir kadın yazmak istedim ve müzisyen bir diva olan bu kadın Şener’in dostu olacaktı. Bizde de annem çok baskın bir karakterdi, benim bildiğim model bu, annedir o kişi. Bu hikâyeyi de değiştirecek kişi anneydi. Bir de tabii ki Şener’in kendi feminenliği üzerine de çok düşündüm. İlişkileri kadın-erkek ikiliği üzerinden yaşamak artık eski bir fikir olarak görülüyor ama bu çift böyle. Ben de biraz buna inanıyorum, ilişki dediğin biraz kadın-erkektir aslında gibi geliyor.

 

 

Kitapta da dümeni feminenliği üstlenen kişi yönlendiriyor…

Zaten twist orada, “ibne” kelimesi ilk kez kullanıldığında bir cinayet işleniyor. Ama tersine bir cinayet işleniyor. Normalde o cinayet başka türlü işlenir, o çocuk onları öldürür. Ben yazdığım için bunu eşcinsellerin lehine bir şey olarak yapmak istedim. Cinayet sonrası ilişkide “erkek” olan altına işemiş, her şeyi bok etmiş, olayları bu noktaya getiren kişi olarak yatakta büzük bir şekilde kalmışken inisiyatif alan taraf kadın, yani Şener oluyor. Aslında bu zamana kadar barbekü partilerinde dışlanan, inşaat yapılırken evde istenmeyen, sırf kadınsı diye arkadaşlar arasında kendinden utanılan Şener.

 

Belki de bu feminenliği yüzünden sosyal hayatın gerçek yüzünü daha iyi biliyor Şener…

Evet, Şener erken yaştan beri bu dünyanın içinde, Sauna’yı biliyor, oralara yolu düşmüş. Deniz ve Fehmi arasındaki ilişki ortaya çıkarsa Büyükadalıların onları ağaçta sallandıracaklarının farkında. Evlerinin yakılacağını çok iyi biliyor. O yüzden korumaya çalışıyor o yuvayı.

 

Thelma ve Louise’de Geena Davis’e tecavüze yeltenen adamı Susan Sarandon önce bırakır ama ne zaman adamın ağzından “bitch” kelimesi çıkar, o zaman öldürür. Burada bu “ibne”nin kullanımında da aynı şeyi gördüm. Tüm lubunyalık namına dünyadan alınan bir öç aslında bu. Tek bir kişinin bir kişiye ibne demesinden ibaret değil.

Aynen, o “ibne”ye kadar zaten bir şey yok hikâyede. Ben bir eşcinsel romanı yazmak istedim ama “eşcinseller böyle insanlardır, sabah kalkıp kahvaltı ederler, birbirlerine canım cicim derler” olsun istemedim. Günlük rutinlerinden, normal hayatlarından bahsederek okurun onları anlamasını istedim. Kitapta o ana kadar kurulan o pasta kreması gibi dünya o malum kelimenin ağızdan çıkışıyla yıkılıyor. Çünkü Şener’in travması bu, ibne kelimesinin ardını görüyor. Ben insanlar Şener’e hak versinler istedim. Bunun bedelinin olduğunu göstermek istedim. Şahsen ben rahatsız olmam bana ibne denmesinden ama burada toplumsal bir şey var. Gerçek hayatta, benim yanımda da, çok rahat kullanılıyor bu kelime. Masada gerçekten bir ibne oturuyor, ibne olduğumu biliyorsunuz. Ben rahatsız olmuyorum ama başka bir gey arkadaşımı rahatsız ediyorsa beni de eder çünkü çok maruz kaldık biz bu laflara, ne demek istendiğini biliyoruz. Koca stat dolusu adam sana ibne diye küfür ediyor ya, yok ibne hakem, ibne bir şey. İnsanlar ibne diye öldürülüyor bu dünyada. Kitapta da bir cinayet işleniyor ama bu sefer ibneler öldürüyor.

 

Deniz iyi aile çocuğu, şımarık, büyüyünce de ne olacağı belli bir tip. 16 yaşında, değil mi?

İlk yazdığım versiyonda yaşı açıkça belirtiliyordu. Yayımlanmış halinde bu söylenmiyor çünkü kitabı götürdüğüm bütün yayınevleri, 6.45 dahil, tek bir şeyi değiştirmek istediler: Çocuğun yaşını. Ben de çözüm olarak yaşı açıkça belirtmemeyi tercih ettim ama lise öğrencisi olarak bıraktım çünkü lise yaşı değişebilir, iki sene hazırlık okumuştur, tam yaşı pek tahmin edemezsiniz.

 

18 yaşından küçük olduğunu seziyoruz ama…

İlk versiyonda Deniz doğum günü sahnesinde 17 yaşına giriyordu ve aramalarda, polis sorgusunda, her yerde yaşı belirtiliyordu çünkü benim için 18 ile 17 arasında bir fark yok. Yani pandemi yasakları gibi bir şey bu, akşam 10’a kadar virüs yok sonra var, gece 12’de müzik bitecek falan. 17 yaşın nasıl bir şey olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz, hepimiz oralardan geçtik.

 

Neden 20’li yaşlarında değil de 18’in altında birini seçtin?

Çünkü Deniz’in liseye gitmesi ve ailesiyle yaşaması gerekiyordu. 20’li yaşlarında birini anne babası zorla Büyükada’ya sürgüne getiremez. Şener ve Fehmi yaşlı oldukları için, 17 yaşındaki biri onların suç ve travmasının keskinleşmesini sağlıyordu. Ayrıca, o çok önemli yan karakter, yani Deniz üstünden bir ergenlik psikolojisi yazmak da istiyordum. 20’lerinde cinselliğin oturmuştur, ne istediğini iyi bilirsin. Deniz bir ergen ve hayatı mastürbasyonla geçiyor, bir kere bir kızı öpmüş ve onunla yatmayı hayal ediyor ama seks konusunda aslında deneyimsiz. O keskin ayrım benim hoşuma gitti. Yaşlılar çocuğu öldürsünler ve okur buna ikna olsun istedim. Sen ibne kelimesini 17 yaşında da kullanıyorsan bir ceza alman gerekiyor. Bu cezanın da annenin sana vereceği oda hapsinden biraz büyük bir şey olması gerekiyor.

 

Kitapta Şener ve Fehmi’nin cinsel hayatlarına dair herhangi bir tasvir de yok. Zaten cinsellik düşünüldüğü anda başlarına bir bela geliyor, örneğin Fehmi’nin Deniz’e olan arzusu uyandığında.

40 yıllık bir ilişki bu ve maksimum 10. yıldan sonra seks yapmayı bırakmışlardır. Burada cinselliği ben biraz ihtirasla, tutkuyla arzuyla bir tuttum. Bizim çift onun yerine daha korunaklı bir hayatı, birbirlerinin sigorta numaralarını bilmek üzerine bir hayatı tercih ediyor. Bitmiş, geçmiş onlardan artık. Bu duygunun nasıl bir şey olduğunu da hatırlamıyorlar. Zaten bence Fehmi’nin Deniz’e karşı ilgisi cinsellikten ibaret değil, onunla seks yapmak istemiyor, o kadar da şuursuz değil. Çok güzel bir çiçeğe âşık olmak gibi, onu her gün görmekten, ona bakmaktan, yanında olmaktan hoşlanıyor.

 

Deniz zaten aslında dünyanın zalimliğinin sembolü gibi…

Deniz neyin sembolü biliyor musun? Elbette erkekliğin ve dünyanın zalimliğinin sembolü ama bir de çok güzel olduğu için her şeyi elde edebileceğini düşünen insanlar vardır. Çok zengin olduğunu düşündüğü için saygıyı elde edebileceğini düşünen insanlar. Çok güzel bir kız mesela, bütün erkekleri yemiş bırakmış, gelmiş bana da bu numarayı yapıyor ama bende çalışmıyor çünkü ben geyim; ama başka bir kanaldan bir ilişki kurabiliriz onunla, eğer komikse örneğin ben ona bayılırım. Deniz biraz onun sembolü, güzelliğin ve şımarıklığın.

 

Kendisine hayran olan kişiyi tespit edip onu parmağında oynatmayı da iyi biliyor. Cis-het ve zengin bir erkek olarak önünde uzanan imkanlar dünyasının şimdiden farkında gibi.

Evet, bu yüzden insanlar pek üzülmüyor olabilir ona (gülüyor), bir tek Okan Urun üzüldü Deniz’e.

 

Yaşlı gey çift, genç, hayatının baharında bir çocuğu öldürüyor. Bu cinayetin karakterlerinin “sevilebilirliklerine” zeval getireceğini düşünmedin mi?

Bu da benim provokatif yanım, böyle olabileceğini görüyordum ama bu şekilde anlatmak istedim. Kitabı bu yaşlı çiftin genç bir çocuğu öldürecekleri ama haklı çıkacakları şekilde kurgulamaya çalıştım. Benim ters köşem de bu oldu. Bu yüzden sevilip sevilmemeleri umrumda değil, ben onlara hak verildiğini biliyorum. Deniz 20’li yaşlarda bir delikanlı olsaydı zaten o öldürmüştü Şener ve Fehmi’yi. Hem de planlı öldürür, sonra beraat ederdi. Annesi kurtarırdı onu. Ama Şener bir şansları olduğunu görüyor çünkü dünyayı, Büyükada’yı ve komşularını çok iyi tanıyor. Zaten en iyi yaptıkları şey gizlenmek ve gizliliklerini manipüle ederek paçayı kurtarıyorlar. Dünyanın kendilerine karşı olan önyargısını avantaja çeviriyorlar. Dünya bize ibne mi dedi, o halde biz bundan ibnelik sayesinde kurtulacağız diyorlar. Ve öyle de oluyor.

 

Bazı okurlar da kitaptaki dilbilgisi hatalarına takılmış…

Umrumda değil. Ben çok sıkıldım bu edebiyat bilgiçlerinden. Harika dilbilgisi ile yazılmış harika kitaplar var, eğer isterlerse onları okuyabilirler. Yani inan benim esas vazifemin virgülü doğru yere koymak olduğunu düşünmüyorum. Bunun için editörler var. Ben kitabımı şevkle yazmaktan ve okuruma sunmaktan sorumluyum, düzeltmeler vs. yayınevinin işidir. İmla hataları var ama beni rahatsız etmiyor. Bundan sonra da olacak, okumak istemeyen okumasın. Çok düzgün imlalarla yazılmış kitaplar var, Semih Gümüş var mesela, onu okusunlar. Salsınlar beni.

 

Hüseyin Rahmi Gürpınar da Heybeliada’da erkek sevgilisiyle yaşıyormuş.

Evet, manitası kaptandır hatta. Bütün gün yazıp örgü örüyor, omzuna şalını alıp sevgilisini uğurluyor, sonra geri dönüyor ve romanını yazmaya devam ediyor. Kitapta bire bir ondan bir ilham yok. Ama Büyükada’da Şener’in Fehmi’yi yolcu ederken hissettiği şeylerde, el sıkışarak ayrılmalarında o hikâyeden de izler var.

 

Kitabın sonundan memnun olmayanlar var mı?

Çok tuhaf bir şekilde evli kadınlar memnun değil. Hatta bir tanesi şey dedi: Bunun ikincisini yazsan keşke “Anne’nin intikamı” diye. Ben de “sanmıyorum, hikâye burada bitti” dedim. Gemi gider, baba kaçar. Yazarın tarafının çok iyi anlaşılmasını istedim. Ben öldürdüm o çocuğu. Soruyorlar neden kurtarmadılar diye. Neden kurtarsınlar ki, başkası yazsın o kurtarsın, Barış Bıçakçı yazsın kurtarsın, ben kendi karakterlerim kurtulsun istedim. Başından itibaren vizyonum çok belli, neden hala karakterlerle bir empati kurmuyorlar? Bu homofobi aslında. Bir lubunya kitabı okuyorlar ama yine de sonunda heteroseksüel başarı istiyorlar. Heteroseksüel çekirdek aile bir ibne öldürülse zaten cinayeti mübah görür, “namusumuzu kurtardı” diye. Aile kendini kurtarmak için her şeyi yapar, zaten her şeye de hakkı vardır. Peki o zaman, 40 yıldır sevgili olan ama gizli yaşamak zorunda bırakılmış bu insanlar bir aile değil mi? Bu cinayet açığa çıksa kimse bunlara haklı demeyecek, “ibneler çocuk öldürdü” diye bağıracaktı. Ama bunlar bir aile mi, bence öyleler.

 

 

Fotoğraf: Ekin Özbiçer

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YBir Saat 16 Dakika Uzunluğunda Bir Hakaret: Kedicik Belgeseli
Bir Saat 16 Dakika Uzunluğunda Bir Hakaret: Kedicik Belgeseli

Devletin ve sermayenin izni ve teşvikiyle yıllarca TV’den canlı yayınlanan, bu iznin çizdiği çerçeve ile toplumun basitçe “salak salak işler” diye küçümsemesi sağlanan, ünlülerin ve siyasi figürlerin desteğiyle rahat rahat istediği yerde top koşturabilen bir örgütün yaptıklarını iktidarsız bir gizli geyin kan donduran intikam hikâyesine indirmeye yelteniyor.

MEYDAN

Y“Afette Bile Eşitlenemedik”: Mersin ve Amed’de Kadın ve LGBTİ+ Örgütleri Neler Yapıyorlar?
“Afette Bile Eşitlenemedik”: Mersin ve Amed’de Kadın ve LGBTİ+ Örgütleri Neler Yapıyorlar?

Afet programlarında çalışan kişilerin toplumsal cinsiyet ve cinsel çeşitlilik hakkında bilgilendirilmesi, farkındalık düzeyinin artırılması elzem.

MEYDAN

YDepremin LGBTİ+sı: Antep Queer ile depremden sonra dayanışma ağları üzerine söyleşi
Depremin LGBTİ+sı: Antep Queer ile depremden sonra dayanışma ağları üzerine söyleşi

22 Şubat 2022 tarihinde Antep'te yaşayan LGBTİ+ öznelerin biraraya gelerek oluşturduğu bir topluluk olan Antep Queer LGBTİ+ Dayanışması ve Topluluğu'ndan Yusuf Gülsevgi ile söyleşi.

MEYDAN

YSamandağ’ın Kadınları
Samandağ’ın Kadınları

Kadınların çoğu zaten üstlenmiş oldukları ev içi bakımına bir de bu bakımı olağanüstü koşullarda, çadırlarda, su ve yeterli temizlik malzemesinin yokluğunda devam etmek durumunda.

Bir de bunlar var

Müze, Çocuklar ve Bir “Ressamcı”
Çalıkuşu Parfümü Nasıl Olmalıydı?
Cuma Şarkıları 28

Pin It on Pinterest