2017 yılının Aralık ayında The New Yorker’da yayımlanmasıyla birlikte viral olan Kristen Roupenian öyküsü, #metoo, #uykularınızkaçsın ve dahası…
Ingeborg Bachmann’ın romanları ataerki ve faşizm arasındaki ilişkiyi acımasız bir netlikle açığa çıkarır.
“Kendini bildi bileli kabuğunu arayanlara” ithaf ettiği kitabında Melisa Kesmez, okurlarını duvarları kayıplardan örülü, koridorlarında gitmeler serili, merdivenleri kalmalara inen, odaları hafızalara açılan bir eve davet ediyor.
Napoli Romanları’nı okurken içime oturan tarifsiz hissin tarifini yine Ferrante vermişti: Frantumaglia.
Beni geri çektiği o yer ve zaman, makulen umabileceğim tek şeyin aldığım her davette ancak hizmet etmek için orada olabileceğimi söylüyordu.
2010’dan bu yana, saldırganların kadın mekanlarına girebilmek için Eşitlik Yasası hükümlerini kullandıklarına veya dünyanın herhangi bir yerinde kişi beyanının kabul edildiği sistemlerin kötüye kullanıldığına dair bir kanıt yoktur.
Poniatowska bugün hâlâ Mexico City’de San Ángel mahallesindeki evinde yeni yazılar yazmaya ve son romanı üzerinde çalışmaya devam ediyor.
İnsanların günlük rutinlerini, bu insanlara eşlik eden evcil hayvanların davranışlarını, eşyaları merak eden bir yazar.
Aynı hikâye 2000 yıl boyunca kendini nasıl tekrarlar?
Sarah Weinman ile Vladimir Nabokov’un romanına ilham veren Sally Horner’ın kaçırılması üzerine bir söyleşi.