22 Şubat 2022 tarihinde Antep'te yaşayan LGBTİ+ öznelerin biraraya gelerek oluşturduğu bir topluluk olan Antep Queer LGBTİ+ Dayanışması ve Topluluğu'ndan Yusuf Gülsevgi ile söyleşi.

MEYDAN

Depremin LGBTİ+sı: Antep Queer ile depremden sonra dayanışma ağları üzerine söyleşi

Türkiye’de 11 ili etkileyen 6 Şubat depremlerinden 2 ay sonra bölgede hayat normale dönmüyor, bilakis yıkım, çaresizlik ve terk edilmişlik norm haline geliyor. Bir yandan da dayanışmayı norm kılmaya çalışan örgütlenmeler, kamu desteğinin yok denecek kadar az olduğu bu yerlerde umudun sönmesini engelliyor. Hali hazırda şiddetli ayrımcılıklara maruz kalan LGBTİ+’lara odaklanan gruplarla bizzat konuştuğumuzda bu çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Antep Queer LGBTİ+ Dayanışması ve Topluluğu’ndan Yusuf Gülsevgi anlatıyor.

 

Kısaca kendinizden bahseder misiniz ne zaman ve ne saiklerle kuruldunuz? 

 

Yusuf Gülsevgi: Antep Queer LGBTİ+ Dayanışması ve Topluluğu, 22 Şubat 2022 tarihinde Antep’te yaşayan LGBTİ+ öznelerin biraraya gelerek oluşturduğu bir topluluk. Herkesin kendinden bir şey katarak ördüğü bir topluluk olarak Gaziantep’te ve çevre illerde yaşayan LGBTİ+’larla dayanışma motivasyonuyla bir araya geldik, ancak çevre illerle dayanışmak pek mümkün olmadı. İletişim kuramadık, doğrudan ulaşamadık. İlerleyen süreçte Antep’te aktivizm yaptığımız, Antep’te yaşayan LGBTİ+’larla dayanıştığımız bir topluluk olarak var etmeye çalıştık kendimizi. Aslında vegan kapsayıcı bir grup olarak yola başlamıştık ancak geldiğimiz son noktada doğrudan vegan bir örgütlenme haline geldik. Aynı anda LGBTİ+ aktivizmi ve vegan aktivizmi yapıyoruz, meseleye kesişimsellik bağlamında bakıyoruz ve LGBTİ+ hareketinin de tamamen veganize olması gerektiğini savunuyoruz. Mücadele alanı bir bütündür, şiddet de bir bütündür, mücadele alanları kesişiyor, şiddet de kesişiyor aslında. Yani şiddete karşı bütüncül bir şekilde karşı çıkmaya çalışıyoruz, böyle bir yerden hayvan özgürlüğü politikamız var.  

 

Deprem sonrasında nasıl bir süreç yaşadınız?

 

Yusuf: Depremden hemen sonra yoğun başvuru almaya başladık, özellikle Twitter ve Instagram üzerinden veya doğrudan mail adresimize ulaşanlar veya arkadaşları aracılığıyla ulaşanlar oldu. İnsanların talepleri bu süreçte ağırlıklı olarak gıda, barınma ve ısınmaydı. Depremden etkilenen LGBTİ+’ları Gaziantep’teki sosyalist ve feminist kafelere yani güvenli alanlara yönlendirmeye çalıştık ancak yeterli sayıda güvenli alan olmadığı için bize ulaşan, ihtiyacı olan LGBTİ+’lara maalesef bu süreçte yeterince yardımcı olamadık. Bunun dışında gıda talebinde bulunan arkadaşlar oldu. Bir şekilde dayanışma ile gıda kolileri hazırladık ve bunları talep edenlere ulaştırdık. Bu süreçte Hatay’da yaşayan LGBTİ+’lar bize ulaşmaya başladı ve gıda talebinde bulundular. Gıdaları yine Gaziantep’te hazırlayıp 8 Mart’ta Hatay’a götürdük. Bu arada hayvan özgürlüğü politikamız gereği gıda kolilerimizin tamamı vegandı. Sadece gıda değil giysi, hijyen kitleri gibi kolilerimizin de tamamı vegandı zira bu süreçte hayvan sömürüsünü fonlamak ve yeniden üretmek istemedik.  

 

Deprem sonrası insanlar yardım talep etmenin yanında kendi deneyimlerini aktarmak için de bize ulaşmaya başladılar. Mesela Gaziantep belediyesinin ve mahallesinin belirlemiş olduğu güvenli alanlara giden LGBTİ+’lardan bu alanlarda ayrımcılığa ve hak ihlallerine maruz kaldıklarını aktaranlar oldu. Belediyenin ve Gaziantep mahallesinin belirlemiş olduğu alanlara giden arkadaşlarımız, bu alanlarda dış görünüşlerinin “şiddetin gerekçesi” haline getirildiğinden bahsettiler ve homofobik, transfobik, nefret söylemlerine maruz kaldıklarını söylediler. Alanda yanlarında oturan insanlardan “sonumuz lut kavmi gibi olacak”, “insanlar zıvanadan çıktı”, “bu deprem Allah’ın verdiği bir ceza”, “Tanrı aslında depremle bizi imana getirmek istiyor” gibi yorumlara maruz kaldıklarını söylediler. Yani şiddet ve hak ihlalleri de yoğun bir şekilde artmaya başladı bu dönemde. 

 

Sosyal medyada şiddet arttı, biz de hesaplarımıza yoğun saldırı aldık. Yine depremin, felaketin bir ceza olduğunu ve depremin aslında “LGBTİ+’lar” yüzünden gerçekleştiğini söyleyenler oldu, dayanışmamız provoke edilmeye çalışıldı. “Orada bir afet var ve siz hala LGBTİ+ derdindesiniz, heterolara yardım etmiyorsunuz ve hetero ve LGBTİ+ diye insanları ayırmaya çalışıyorsunuz” minvalinde mesajlar aldık. “Afette de mi bunu yapıyorsunuz, bari bu zamanda bu ayrımcılığı yapmayın” diye suçlandık. Ancak maalesef, afette o ayrımcılığı yaratan biz değildik, biz ayrımcılık yapmadık, çalıştığımız alanda olan öznelerle dayanışmaya çalışırken ayrımcılık yapmakla suçlandık. Evet afetin LGBTİ+sı, kadını, Kürdü, Türkü, Alevisi, ateisti olmuyor ancak pratiğe baktığımızda oluyor çünkü bu süreçte LGBTİ+ arkadaşlarımızın yaşadığı deneyimler var. Arkadaşlarımızın cinsel yönelimi ve cinsiyet kimlikleri gerekçe edilerek şiddete maruz kaldıklarını görüyoruz. Deniz Palmiye bu süreçte yaşamını yitirdi Hatay’da, depremden kurtuldu ancak kendisine cinsiyet kimliği bahane edilerek en temel ihtiyacı olan çadır verilmediği için soğukta kalmak istedi, güvenli alanlara gidemedi çünkü şiddete maruz kalmıştı veya şiddete maruz kalma kaygısı vardı. Tam olarak kaygıları yüzünden bu güvenli alanlara gidemedi ve depremden kurtulmuş olduğu halde sokakta soğuktan yaşamını yitirdi. Bu ayrımcılığı kim yapıyor iyi sorgulamak gerekiyor. 

 

Bu süreç de Antep Queer LGBTİ+ Dayanışması ve Topluluğu altında biraraya gelen lubunyalarla, LGBTİ+’larla queer aktivistlerle yürüttüğümüz bir kampanya da oldu. Türkiye’nin birinci, dünyanın dördüncü en büyük hayvan hapishanesi olan Gaziantep Hayvanat Bahçesi’nde yaşayan hayvanlara dair bir kampanyaydı bu. Depremde istese de kaçamayan, bedenleri esaret altında olan hayvanların deprem sonrası sağlık durumlarının nasıl olduğunu, alınan koruyucu ve önleyici tedbirlerin ve uygulanan tedavilerin neler olduğunu Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’ne sorduk. Ancak maalesef sorularımız cevapsız kaldı. Bunun üzerine sosyal medya üzerinden bir kampanya çalışması yaptık #GaziantepHayvanatBahçesiNeDurumda etiketiyle esir hayvanların durumlarının kamuoyuyla paylaşılmasını talep ettik ancak talebimiz yine karşılıksız kaldı. Depremden sanıyorum bir ay sonraydı, Gaziantep Hayvanat Hapishanesi’nin tamamen kamuoyuna ve ziyarete açıldığını öğrenince, hem hayvanlarla dayanışmak hem de doğrudan yerinde gözlem yapmak için buraya gittik. Ancak durum hiç de iç açıcı değildi, hayvanlar çok zayıf ve çok mutsuz görünüyordu. Aynı zamanda alanda elektrik kaçağı olduğunu fark ettik ve bu noktaların tamamını da belgelendirdik. Bunun dışında ağzı tamamen şiş bir yılan tespit ettik. Görevli kişiye yılanın sağlık durumunu sorduğumuzda “o geldiğinden beri böyle” cevabını aldık. Yılanın geldiğinden beri hiçbir tedavi görmediği ortadaydı. Sonradan öğrendik ki, belediyenin büyüklüğüyle övündüğü bu hayvan hapishanesinde bir tane bile veteriner hekim bulunmuyordu. Yönetim başkanının kendisi veterinermiş ve canı ve keyfi isterse gidip hayvanları muayene ediyormuş. Bunun gibi pek çok hak ihlalinin var olduğunu öğrendik. Konuya dair çalışmalarımız devam ediyor, çok yakında Gaziantep Hayvan Hapishanesi önünde bir eylem planlaması yapıyoruz, örgütleme çalışması sürecindeyiz. 

 

Şu sıralar aktif olarak yürüttüğünüz faaliyetler neler? 

 

Yusuf: Başvuru almaya devam ediyoruz, başvurular bize e-posta, Twitter veya Instagram üzerinden direkt mesaj kutumuza geliyor, Lubunya Deprem Dayanışması isimli bir örgütlenme var, onlara Antep’ten başvuru olunca bize yönlendiriyorlar. Biz de hem yönlendirmeleri alıyor hem de sosyal medyadan gelen başvuruları değerlendiriyoruz ve bir ön görüşme yapıp kişilerin nelere ihtiyacı olduğunu beraber belirliyoruz. Kısa zaman içinde ihtiyaçları gideriyoruz. Şehirlerarası ulaşım konusunda da dayanışma gösteriyoruz. Kişi deprem bölgesindeyse ve oradan çıkmak istiyorsa gitmek istediği kente otobüs veya uçak bileti alıyoruz. Aynı zamanda talep oldukça ev içi temizlik ürünü ve kişisel bakım yani hijyen kiti hazırlayarak bireylere teslim ediyoruz. Kısaca temel ihtiyaçlar devam ediyor diyebilirim. Bunun yanında neler yaparızı konuştuğumuz bir dömnemdeyiz. 1 Mayıs’ta alandaydık, örgütleniyoruz.

  

Depremden iki ay sonra, bölgede hayat ne yönlerden değişti?

 

Yusuf: Çok şey değişti. Hukuksuzluklar, para politikaları ve yolsuzluklar yüzünden Türkiye zaten bir süredir ciddi bir ekonomik krizin içinde. Tam olarak böyle bir yerden AKP tabanının eridiğini görüyoruz. AKP iktidarı ve 12. Cumhurbaşkanı bu süreçte eriyen tabanını bir araya getirmek için ahlak kavramı üzerinden, 2015 yılından beri LGBTİ+’ları sistematik bir şekilde hedef gösteriyor. Bu da LGBTİ+’lar için güvencesiz bir zemin oluşturuyor. Biz zaten deprem öncesinde de en temel haklarımıza erişemiyor veya zor koşullar altında erişiyorduk. Deprem sonrasında bu durumu katmerlenerek deneyimlemiş olduk. Temel ihtiyaç ve haklara erişimdeki eşitsizlik, deprem sonrası çok daha derinleşti. LGBTİ+’ların daha çok tetiklendiklerine ve travmatize olduklarına şahit olduk. Dolandırıldıklarını gördük. Mesela, Hatay’da enkazdan çıkan trans bir arkadaşımız var, kendisi uzunca bir süre tedavi gördü. 1 aylık tedaviden sonra Muğla’ya taşınmak istediğini söyledi. Elbirliğiyle Muğla’da bir ev bulduk ve arkadaşımız için bir dayanışma bütçesi oluşturduk. Daha sonra arkadaş ev sahibiyle görüşüyor ve ev sahibi “tamam” diyor “evi sana vereceğim depremzede olduğun için, indirim de yapacağım ama bu eve çok talep olduğu için hemen depozito yollaman gerekiyor.” Biz bir gün içinde zar zor o depozitoyu bir araya getirdik. Arkadaşımız da ev sahibine yolladı. Ev sahibi ise onu dolandırıyor. Böyle dolandırılan başka öğrenci arkadaşlarımız da oldu bu süreçte. Dünya Birlik Vakfı adında olmayan bir vakıf burs verdiğini söylüyor, kimlik bilgisini alıyor ve sonra engelliyor. Fırsatçılığa dönüşen bir alan oldu aslında. Hayatlarımız eskisi kadar gullümlü değil artık. Gullüm eğlence anlamına geliyor lubunya kültüründe. Bizim kültürümüzdür lgbti,+lar olarak eğlenceli olmak veya lubunca “alıkmak”. Bu ifadeler bizim için çok kıymetlidir çünkü yaşamlarımızın bir parçası ve afet sonrasında bunu kaybettik. Ruhumuzu besleyen bir şey bizim için gullüm alıkmak ancak bunu yapamadığımız için o dayanışmanın da köreldiğini görüyoruz. Homofobinin yeniden üretildiğini de gördük. İnsanların depreme olan öfkesinin odak noktasını kaydırmak için iktidarın bilinçli bir şekilde göçmenleri öne sürdüğünü yahut homofobinin yeniden üretildiğini gördük. Depremin LGBTİ+sı oluyor işte.

 

LGBTİ+ topluluğunun ihtiyaçlarını karşılayabildiğinizi düşünüyor musunuz? Yardımlara eşit erişim mümkün oldu mu bu süreçte?

 

Yusuf: Antep Queer LGBTİ+ Dayanışması ve Topluluğu olarak bize yöneltilen hiçbir başvuruyu ve yönlendirmeyi karşılıksız bırakmadık, her birini değerlendirdik. Görüştüğümüz insanların da tamamının ihtiyaçlarını temin edip kendilerine ulaştırıyoruz. Yeterli olmayabiliyor tabii. Bir örnek vereceğim. Hatay’dan bize ulaşan trans bir arkadaş vardı ve hormon talep etmişti. Biz hormonu temin edip kendisine ulaştırdık ancak bu hormon ona iki ay boyunca yetecek, iki ay sonunda yeniden hormon ihtiyacı olacak. Kaynaklarımız çok kısıtlı, biz kamu kaynağına sahip değiliz ve zorlu koşullar altında dayanışma kurmaya çalışıyoruz. Mesela Hatay’a gittik ama nasıl gittik? Araç bulamadık, araç buluyoruz kira istiyorlar veya şoför LGBTİ+ dostu mu değil mi soru işareti. Çünkü biz doğrudan LGBTİ+’ların evlerine veya bulunduğu çadırlara gidiyoruz. Bu durum daha sonra arkadaşımız ve bizim için bir güvenlik sorunu oluşturabilir. Bu süreçleri ince ince, tüm ayrıntısı ile düşünmeye çalışmak bizim için çok zorlayıcı oldu. 

 

Biz Antep Queer olarak “yardım”dan ziyade “eşitlenme” ifadesini kullanırız. Biz fiziksel olarak iyiyiz, kendi adıma ben psikolojik olarak da iyiyim. Arkadaşlarım da iyi olduklarını beyan ediyor. Yani deprem bölgelerindeki LGBTİ+ arkadaşlara nazaran avantajlı bir durumdayız, evimizde yaşıyoruz, Antep merkez çok yoğun hasar almadı. Bu elbette sistemin yaratmış olduğu bir avantaj. Depremden ağır etkilenen yerlerde yaşayan arkadaşlarımız ise dezavantajlı bir durumda. Yani bizde olanları paylaşarak eşitleniyoruz aslında. Eşitlenme tanımını biz bu şekilde hayata geçiriyoruz, tabii ki eksiklerimiz vardır, belki biz doğrudan içerde olduğumuz için görmüyoruzdur ancak henüz böyle bir eleştiri ile yaklaşan bir kurum veya bir birey olmadı.

 

Depremin bölgeyi toplumsal cinsiyet özelinde nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?

 

Yusuf: Toplumsal cinsiyet eşitsizliği daha da derinleşti bu süreçte. Kadının görünmez emeği daha da görünmez hale geldi. Gerek ana akım, gerek sosyal medyada, gerekse internet sitelerindeki habercilik yapan ağlarda çok net görünüyor bu: Erkekler bir şekilde çadırdan çıkıyor ve kamusal alanda kendini var ediyor. Kadınlar ise yine çocuk bakımını üstleniyor ve yemek yapmak, çamaşır yıkamak gibi çadırın içindeki o döngüyü sağlamaya çalışıyor. Deprem öncesinde çamaşır makineniz olabilir ama şu anda çadır içinde yok. Çadır kentlerde ise toplam 1-2 tane makine oluyor, kadınlar yine bunun derdine düşmek zorunda kalıyor. Çamaşır sırasında bekliyor, asıyor, topluyor, katlıyor veya çadır içindeki temizliği üstleniyor. Yine sosyal medyada çok etkileşim alan bir videoydu: Deprem sonrası Hatay’da sel meydana gelmişti ve bir kadın çadırın içindeki sularla uğraşırken feryat ediyordu ama yanında bir erkek yoktu, yardım eden bir erkek görmedik o videoda. Kadınların görünmez emeği daha da görünmez hale geldi ve omuzlarındaki iş yükü katlanarak arttı. Afet öncesi AKP politikası kadınları evlere kapatmaya dair politikalar güdüyordu. Şu anki süreçte de kadınları çadınlara kapatmaya çalışıyor. Kadınların afet öncesi özel alanı evdi, şimdi çadır oldu. Kadınların en temel ihtiyaçlarına erişememesi de söz konusu. Pede erişememe konusunu afetin başından beri konuşuyoruz, bu hala çözülmüş değil. Ayrıca devam eden özellikle kadınların yaşadığı sağlık sorunları söz konusu. Mantar, bulaşıcı enfeksiyonlar veya daha farklı hastalıklar kendini gösterdi, çeşitli yollarla enfekte olan kadınlar olduğunu ve çok zorlandıklarını gördük. Bu da bize her alanda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin var olduğunu gösteriyor. Bu süreçte 6284 sayılı kanun da tartışmaya açıldı. Bu tartışmalar beraberinde yine bütün topluma sirayet ederek kadınları çadıra veya özel alanlara bağımlı hale getiriyor ve her türlü şiddeti artırıyor. 

 

Sizin çözüm önerileriniz, bundan sonraki planlarınız neler?

 

Yusuf: Biz Antep Queer olarak başından beri şunu savunuyoruz: toplumu oluşturan bütün kesimler depremi eş zamanlı olarak aynı tarih ve saatte deneyimledi. Acımız aynı olmasa da kesişiyor. Bu yüzden bu süreci yine toplumsal bir dayanışmayla aşabiliriz. 12. Cumhurbaşkanı Hatay’ı yeniden inşa edeceğini söyledi, ancak bu 1 yılda inşa edilecek bir şey değil. Cumhurbaşkanı aslında yine depremi bir şekilde ranta çevirmeye çalışıyor. Ancak biz gerçeğin böyle olmadığını biliyoruz ve karşı çıkarak şunu söylüyoruz: Evet, Hatay’ı yeniden inşa edeceğiz, Maraş’ı yeniden üreteceğiz, İslahiye’yi, Osmaniye’yi yeniden üreteceğiz ama 1 yılda değil, koca koca çirkin binalar yaparak, burayı rant alanına çevirerek, depreme dayanıksız binalar yaparak değil. Herkesin kendinden bir şey kattığı ve ürettiğini ortaya koyduğu bir süreçle olacak bu, zira kentin tanımı da aslında böyle bir şey. Toplumsal bir ürün ve üretim alanıdır kent dediğimiz şey. Kentin yeniden üretilmesi yine toplumsal bir dayanışmayla, kadınların LGBTİ+’ların, Kürtlerin, bölgede yaşayan Arapların, diğer azınlık grupların Müslümanların, Arap Alevilerin, Hıristiyanların, ateistlerin herkesin katkısıyla olabilir ancak. Bu deprem bölgesi zaten çok kimlikli bir bölge ve burayı da ancak bu çok kimlikli topluluk yeniden üretebilir. Aksi mümkün değil. Bir sene içinde yeniden inşayı asla kabul etmiyoruz.  

 

Biz sürecin en başından beri ağlar kurduk. Amed’de Keskesor LGBTİ+ Topluluğu var, onlarla iletişim kurduk. Şu anda Hatay’da bir iletişim grubumuz var, Urfa’da, Adana’da oluşturduk diğer kentlerde de oluşturmaya çalışıyoruz bu iletişim gruplarını. Acil iletişim için, o bölgelerde yaşayan LGBTİ+’lardan oluşan whatsapp gruplarımız var. Aynı zamanda güvenli alanları doğrudan kamusal alanda paylaşmak yerine bu grup üzerinden paylaşabiliriz diye düşünüyoruz. Zaten Hatay küçük bir kent. Herkes birbirini tanıyor. Bu iletişim gruplarını daha sonra farklı oluşumlara da çevirmek istiyoruz. Dayanışmayı yeniden üretmek ve kalıcı hale getirmek istiyoruz. Gruplar bizim için gerçekten çok kritik. Çünkü insanlar onlar sayesinde cesaret bulabildi ve deneyimlerini aktarabildi. Korkmadan taleplerini ilettiler. Depremin en başında kurulan bir eczaneden hormon talep eden bir trans arkadaşımız AFAD görevlisi tarafından “Yok kardeşim bunun sırası değil” diye kovuluyor. Bu bir temel ihtiyaç ama insanlar o bölgedeki kurumlara gidip doğrudan hormona ihtiyacı olduğunu söyleyemezken, bizim oluşturduğumuz grup içinde kendilerini baskı altında hissetmeden ifade edebiliyorlar, bu bizim için çok kıymetli. Aslında sanal da olsa güvenli bir alan oluşturmayı başardık. Bu bizi mutlu ediyor, biz bu güvenli alanı tüm kente yaymak istiyoruz ama bunun için daha çok zamana ve deneyime ihtiyacımız var. 



YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YBir Saat 16 Dakika Uzunluğunda Bir Hakaret: Kedicik Belgeseli
Bir Saat 16 Dakika Uzunluğunda Bir Hakaret: Kedicik Belgeseli

Devletin ve sermayenin izni ve teşvikiyle yıllarca TV’den canlı yayınlanan, bu iznin çizdiği çerçeve ile toplumun basitçe “salak salak işler” diye küçümsemesi sağlanan, ünlülerin ve siyasi figürlerin desteğiyle rahat rahat istediği yerde top koşturabilen bir örgütün yaptıklarını iktidarsız bir gizli geyin kan donduran intikam hikâyesine indirmeye yelteniyor.

MEYDAN

Y“Afette Bile Eşitlenemedik”: Mersin ve Amed’de Kadın ve LGBTİ+ Örgütleri Neler Yapıyorlar?
“Afette Bile Eşitlenemedik”: Mersin ve Amed’de Kadın ve LGBTİ+ Örgütleri Neler Yapıyorlar?

Afet programlarında çalışan kişilerin toplumsal cinsiyet ve cinsel çeşitlilik hakkında bilgilendirilmesi, farkındalık düzeyinin artırılması elzem.

MEYDAN

YSamandağ’ın Kadınları
Samandağ’ın Kadınları

Kadınların çoğu zaten üstlenmiş oldukları ev içi bakımına bir de bu bakımı olağanüstü koşullarda, çadırlarda, su ve yeterli temizlik malzemesinin yokluğunda devam etmek durumunda.

KÜLTÜR

Y“Gerçek hip-hop bu değil!” : Autotune, trap ve “görgüsüzlüğün” politikası
“Gerçek hip-hop bu değil!” : Autotune, trap ve “görgüsüzlüğün” politikası

Autotune’a olan bu şiddetli ve aktif nefretin arkasında efektin Siyahlıkla ilgili köklenmiş bilinçdışı yargıları sarsmasına ek olarak, ahenkli, yani rasyonel dünyada yeri olmayan ölçüsüzlüğe, abartıya yönelik tahammülsüzlük de vardır ve bildiğimiz gibi, abartı ve ölçüsüzlük kadınsı sayılan özelliklerdir.

Bir de bunlar var

Tam da O An Bir Kafa Karışıklığı!
Alçıpanlar Kaplanmadan Önce
Suriyeli Göçmenler Çocuklarının Adını Neden ‘Türkiye’ Koyuyor?

Pin It on Pinterest