Gülay Özkan'la röportaj: 'Verimlilik, çevreye duyarlılık, çeşitlilik gibi açılardan ekonominin daha eşitlikçi, daha şeffaf olmasını sağlayabiliriz.'

MEYDAN

‘Biz bunları düzeltebiliriz’

 

Gülay KAGİDER üyesi bir iş kadını. Geçen yaz, dünyanın en önemli sorunlarına çözüm bulmak için NASA kampüsüne gitti. Dönüşte anlattıklarına -tam da yerel seçimler öncesinde- rastlayınca kendisiyle sohbet etmek istedim. Şuna benzer şeylerden bahsetti: “Şu anda teknoloji sayesinde dünyanın istediğim yerine istediğim anda ulaşabiliyorum. Yani hayat bayağı bir gerçek zamanda gidiyor. Peki neden yönetim böyle değil? Neden insanlar dört yılda bir, beş yılda bir seçiliyor? Neden seçim süreci gerçek zamanlı değil?”

                                                                                                                                 

 

Gülay sen ne iş yapıyorsun?

 

Gülay Özkan: Tasarım odaklı inovasyon ve girişimcilikle uğraşıyorum.

 

Tasarım odaklı inovasyon ne demek?

 

Ürünlerin ya da hizmetlerin insan odaklı olması için çalışıyorum.

 

Nasıl tasarım odaklı inovasyoncu oldun peki?

 

Ben İstanbul Teknik Üniversitesi’nde elektronik mühendisliği okudum. Sonra Amerika’da kablosuz iletişim üzerine master yaptım. 2007’ye kadar mobil iletişim sektöründe çalıştım. Sonra işten ayrıldım, kendi ofisimi kurdum. 2007’de bir yandan da Şahika Tekand’ın stüdyosunda tiyatro okumaya başladım. Mühendislik okuduktan sonra tiyatroda insan üzerine o kadar düşünmek bana çok değişik geldi. O döneme kadar hayatla ilişkim akıl üzerindendi. O dönemden sonra hayat algım değişti. Fiziksel ve ruhsal açıdan farklı bir bilgi alanına kaydım. Tiyatro bana hayatımda hiç algılamadığım renkler, hisler gösterdi.

 

Nasıl yaptı bunu?

 

Mühendislik sonuç odaklı bir şey. Ama hayatın bir belirsizliği var, hayat süreç odaklı. Tiyatro da benim baktıklarım arasında buna en çok uyan disiplin. İşte sonuç odaklılıktan süreç odaklılığa geçmek benim hayatımı değiştirdi. Ben mesela tiyatro atölyelerinde dört saat boyunca dünyanın neresindeyim, saat kaç bilmiyorum. Tamamen bir boyutsuzluk yaşıyorum, ayaklarım yerden kesiliyor. Bu çok büyülü bir şey. İnsanın bütün yaşamını elinin bir hareketiyle, bir tonlamayla özetliyor olabilmesi mesela beni benden aldı.

 

Peki, ofisini açtın…

 

İlk dönem daha çok şirketlere ya da kişilere danışmanlık işleri yaptım. Strateji, Türkiye pazarı gibi konularda. Sonra proje yönetimiyle ilgili bir sivil toplum örgütü kurdum. 2008’de de Boğaziçi Üniversitesi’nde temel girişimcilik dersi vermeye başladım. Girişimcilik de süreç odaklı olması gereken bir iş. Sanatla çok benzer yanları var. O yüzden mesela dersi tiyatro salonunda yapıyorduk. Zamanla tasarım dünyasının içine girdim. Çeşitli ülkelerde tasarım düşüncesi dersleri almaya başladım. Sonunda bir program oluşturdum.

 

Ne işe yarıyor bu program?

 

Bu programın amacı şirketleri daha insan odaklı yapmak. Bugün koca şirketlerin politikalarını değiştirmen çok zor. Ama bu şirketler daha küçükken onları her açıdan insan odaklı yapabilirsin. Verimlilik, çevreye duyarlılık, çeşitlilik gibi açılardan. Ekonominin daha eşitlikçi, daha şeffaf olmasını sağlayabiliriz. İnsanlar seslerini daha çok duyurabilir.

 

Kulağa bayağı Marksist geliyor.

 

Ben öyle isim falan koymuyorum. Bu benim insan olarak hissettiğim bir şey. Eğitimim, aklım, şuyum buyumla buna araçlar yaratmam gerektiğini biliyorum. Sonuçta beni ilgilendiren, yapılan bir şeyin insan hayatını ne kadar iyileştirdiği ve bunun ne kadar yayıldığı.

 

İyileştirme derken tam olarak neyi kastediyorsun?

 

Bireylerin özgürleşmesi. Gücün ve kaynağın daha çok insana dağılması.

 

Başka?

 

Bu epeyce büyük bir şey.

 

 

gülay özkan 2

 

 

Peki, son projeye gelelim o zaman…

 

Geçen yaz işte NASA’nın (Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) Silikon Vadisi’ndeki kampüsünde bir buluşmaya katıldım. NASA, Amerikan hükümetine bağlı bir kurum. Beni oraya çağıran grup ise Singularity University diye, aslında üniversite olmayan, özel bir kuruluş. Bu grup Graduate Studies Program (Yüksek Lisans Çalışmaları Programı) diye bir programla beş yıldır dünyanın birçok ülkesinden 80 kişiyi bir araya getiriyor. Amaç on hafta boyunca dünyanın sekiz büyük sorununa gelecek on yıl içinde bir milyar kişiyi etkileyecek çözümler üretmek. Bunlar fakirlik, enerji, su, yiyecek gibi kapsayıcı konular. Ama içlerinde her disiplinden, her yaştan insan var. Ve ne kadar parlak insanlar olduğunu sana kelimelerle ifade edemem.

 

O insanlar oraya nasıl gidiyor?

 

Üç şekilde oluyor. Programın ücretini vererek, davet alıp sembolik bir ücret ödeyerek ya da bir yarışma kazanarak gidilebiliyor. Ben davetiye için başvurmuştum. Başvuruda hem bir form dolduruyorsun hem de bir video hazırlıyorsun.

 

Senin bundan nasıl haberin oldu peki?

 

Hatırlamıyorum ama ben dünyayı çok yakından takip ediyorum. Sonuçta, 15 Haziran’da Amerika’ya gittim. 38 ülkenin çok parlak tipleri on hafta boyunca bir aradaydı. Akademisyenler, doktora öğrencileri, sanatçılar…

 

Ve orada bir proje ürettin…

 

Ben altı kişilik bir grubun üyesiydim, projeyi birlikte ürettik. İki Brezilyalı, bir İtalyan, bir Hollandalı, bir Amerikalı ve ben. Dünyada ne yapılırsa yapılsın yönetim politikalarına dayanıyor. O yüzden yeni yönetim politikaları üzerine bir proje hazırladık. Verilen sekiz başlığın dışına çıktık yani. Konu şu: mesela ben şu anda teknooloji sayesinde dünyanın istediğim yerine istediğim anda ulaşabiliyorum. Yani hayat bayağı bir gerçek zamanda gidiyor. Peki neden yönetimde böyle değil? Neden insanlar dört yılda bir, beş yılda bir seçiliyor? Neden seçim süreci gerçek zamanlı değil? Mesela Amerika’da Suriye konusunda bir karar alınıyor. O karar alınırken Antakya’daki insanlara hiçbir şey soruluyor mu? O karar Antakya’daki insanın hayatını çok etkiliyor. Amerika’da bir sürü sokak röportajı yaptık. Mesela bir kadın diyor ki Japonya’daki balinaların katledilişinin ekosisteme bir etkisi var ve bu, beni kaygılandıran bir konu. Bu konuda bir şey yapmak istiyorum, diyor. Bu proje insanların seslerini duyurabilmesine yönelik bir şey.

 

Sonuçta ortaya nasıl bir şey çıktı?

 

Web’de bir platform hazırladık. İnsanların görüşlerini bildirebileceği, yazabileceği, ses, video bırakabileceği bir ortam. Akıllı saatlerden, telefonlardan falan ulaşılabilecek bir sistem. Bu projenin kilit kelimesi ‘dinlemek’. Bugün insanların düşüncelerini dinlemek istiyorsan sosyal medya aracılığıyla bunu yapabilirsin. Bunun için çok araç var. Bu proje, aracı iyileştiren bir yapı. Çünkü daha katılımcı bir ekonomi, daha katılımcı bir yönetim için bu araçlar çok kritik. Hayat her alanda daha katılımcı hale gelirken yönetimlerin buna yönelmemesi de imkansız. Mesela, Gezi Olayları ilk patlak verdiğinde CHP meydana çıkacaktı. Ama Twitter’dan, oradan buradan hiç kimsenin böyle bir şey istemediğini öğrendiler ve bundan vazgeçtiler. Bu CHP’ye has bir şey değil, bütün partiler böyle şeylere bakıyorlar zaten. Ben Gezi Olayları’ndan altı ay önce bu konuda bir yazı yazmıştım. Amerika’da bayağı etkisi oldu. Türkiye’nin 2020’lerde, 2030’larda dünyanın 12. ekonomisi olacağı söyleniyor. Ama çeşitlilik olmadan, özgür düşünce olmadan bu olamaz. Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir üç bin dolarlardan on binlere çıkarken fazla demokrasiye ihtiyaç yoktu belki ama on binlerden yirmi binlere bu şekilde çıkılamaz. Ülke ekonomilerini resesyondan çıkarmanın tek yolu inovasyon ve girişimcilik. Ekonomiler yeni iş alanlarını ancak bunlar sayesinde yaratabilir. Ben de diyorum ki o zaman bu yeni işleri istediğimiz gibi kuralım. Daha insan odaklı olsun, daha fazla kadın farkındalığı olsun, çeşitliliğe açık olsun, ekolojik olsun, her türlü dil, din, cins, ırk ayrımcılığına karşı duruş şirketin temelinde olsun. Daha katılımcı bir yeni ekonomi kuralım.

 

Peki Türkiye’de tam da ‘dinleme-dinlememe’ meselesi yüzünden büyük çatışmalar yaşanırken Amerika’da bir milyar kişi için ‘dinleme’ odaklı bir proje üretmek nasıl hissettirdi sana?

 

İnsanlar Türkiye’den çok şikayet ederler, ben çok şikayet eden biri değilim. Ben epeyce bir ülke gördüm. Savaş zamanı Yugoslavya’ya da gittim, Jamaika’da belirli bölgelerde neler olduğunu da gördüm. Türkiye birçok açıdan çok ileride. Bence Amerika’daki sorunların çözümü buradakilerin çözümünden daha zor. Oradaki bazı sosyal sorunların geri dönüşü olmayabilir bile. Ama buradaki sorunların çoğu ekonomi ve altyapıyla ilgili ve biz bunları düzeltebiliriz. Bunun için milyonlarca insana da ihtiyaç yok. İnsanın kendi etkisini azımsamaması lazım.

 

Umutsuzluğa kapılmıyorsun yani…

 

Tabii ki hayır. Ben doğum ve ölüm dışında her şeyi değiştirmeye cüret edebileceğime inanan bir insanım. Kaldı ki Amerika’da ölümsüzlüğü bulmaya çalışan insanlarla da bir arada bulundum.

 

Şöyle düşündün mü peki hiç: Bir milyar insanı etkileyebilecek bir proje üstünde çalışıyorum ve belki de insanlar bundan kötü etkilenecek?

 

Yazı yazarken de bu böyle. Ama yazar yazısını bitirdikten sonra iş okuyucuya kalır. Yazıyorum, yanlış mesaj veriyorsam yeni bir form arıyorum. Ben bu mükemmeliyetçilik konusuyla çok uğraştım. Ben saçmalama ve başarısız olma özgürlüğünü isteyen bir insanım. Bir de kime, neye göre saçmalıyorsun? Ne bağlamda?

 

Bir milyar kişinin politika yapma sürecini kolaylaştırabilirsin ve o bir milyar kişi mesela nazizm gibi bir şey isteyebilir.

 

Böyle bir şeyi düşünmemiştim. Ama ben vizyonuma çok yatırım yaptım. Sadece okullarda da değil. Avrupa’daki hemen hemen bütün klasik ve modern müzeleri gezmişimdir. “Çok iyi bir yerdeyim” ya da “tek doğru bu” demek istemiyorum. Benim bünyemde bu böyle. Hiç sanatla ilgisi olmayan, hiç okul okumamış bir insanın benden daha az bilgili olduğunu hiçbir şekilde düşünmüyorum. Sadece ben bu kanaldan ilerledim. Benim kodlarım içinde bu kanal bana ilaç oldu. Ben kendimi kötü hissettiğimde ya yemek pişiririm ya sergi gezerim ya da spor yaparım. Sergi gezmek bana iyi geliyor, daha özgürleşmiş hissediyorum kendimi. Ama ben bu çeşitliliği Amerika’da öğrendim, Türkiye’de değil. Bir gün bir Hint arkadaşım evime geldi, kıza köfte yaptım ve inek etinden yaptığımı söylemeyi unuttum, o da yedi. Düşünsene, kız için kutsal olan bir şeyi kıza yedirdim! İnsan ancak böyle bir durumda başkası için yürekten üzülebildiği zaman çeşitliliği kavrayabilir.

 

(…Karamsarlığını sorgulayarak karanlık sokakta kayboldu.)

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

Y@nornek’in #herumutortakarar’ı Açık Arşiv Oldu
@nornek’in #herumutortakarar’ı Açık Arşiv Oldu

Nilay Örnek'le resimli apartman dedektifliğinden web sitesine uzanan yolculuğu üzerine...

SANAT

YB’r Şeyler Eks’k demezsin, yo!
B’r Şeyler Eks’k demezsin, yo!

Çağıl Kaya'yla bugün çıkan albümü B’r Şeyler Eks’k’i ve cazdan rap'e uzanan müzik serüvenini konuştuk.

MEYDAN

Y‘Asıl kimse çocuklara saygı duymuyor’
‘Asıl kimse çocuklara saygı duymuyor’

Nasıl çocuklara öncelik verilen politikalar geliştirebiliriz? Eğitim Reformu Girişimi'nden Yeliz Düşkün anlatıyor.

KÜLTÜR

YŞantiyeden sahneye, oradan kürsüye
Şantiyeden sahneye, oradan kürsüye

Ebru Nihan Celkan: İnsanlar da kendi acılarından yola çıkarlarsa ve kendilerini oldukları gibi ifade etmeye başlarlarsa değişim olur.

Bir de bunlar var

Bu Onur Ayında Sal Beni, Sal Beni…
‘Cinayet Yoksa Kız Polisiyesidir’
Canan Arın Anlatıyor: Çocuk İstismarı “Torba”ya Sığdı Mı?

Pin It on Pinterest