Birine bir şey bahşetmeden, onun talebini, zevklerini, acısını ya da kaybını, her ne ise ele geçirmeden, onun başkalığını yiyip yutmadan, onunla birlikte...

SANAT

Çatısız kuralsız, yazmak ve yürümek

 

Bu hafta seçtiğim 5’lik seriyi tamamlıyorum. Cuma fragmanları başka kadın yazarlarla devam edecek.

 

5. ve son fragman Agnes Varda’nın Çatısız Kuralsız’ı (Sans toit ni loi, 1985). Diğer dört filmde olduğu gibi burada da bir meseleyi, birini anlatırken onunla ilişki kurmanın bir biçiminin de keşfedilişine tanık oluyoruz. Sadece birini seyretmiyoruz, o biriyle nasıl bir ilişki kuracağımıza, onu nasıl tanıyabileceğimize dair bir bakışla da karşılaşıyoruz. Filmlerin kapısı başkalarının dünyasına açılır. Bu açılmayla başkalarının bakış açısını anlamak, başkalarını tanımak mümkün elbette, fakat bunun kendiliğinden ortaya çıktığını düşünmek gafletine de düşmemek gerekiyor. Kimi açılmalar, daha şiddetli bir kendine kapanmayla, ötekinin başkalığını yiyip yutmayla, tam da kendimi onun yerine koyduğum için tanıma, anlama, ona doğru açılma kabiliyetimi kaybetmemle sonuçlanabilir. Varda sineması bu açılan ve kapanan kapıları hep aralık tutmanın yollarını bulmuştu.

 

 

Varda’nın henüz ilk filminde yeni dalga doğmuştu bile. Sineyazı (Cinécriture) olarak tarif ettiği film yapma felsefesi, tıpkı kamerayla bir yazı yazar gibi bir filmin, bir çerçevenin içinde yapılan bütün seçimleri anlatıyordu. Bu seçimlerde Varda ilk filminden bu yana hep sinemanın uzlaşımsal ilkelerini kırma, esnetme, kesme yollarına doğru gitmişti. Homojenlik ve süreklilik duygusunu üretmek üzere icat edilmiş bu uzlaşımsal ilkeler, sinemanın yansıttığı gerçekliğin doğal bir gerçeklik olduğunu varsayıyordu. Oysa öfkeli ve neşeli bir feminist olarak Varda, bu gerçekliğin hiç de öyle doğal olmadığını, çatışma ve eşitsizliklerle dolu, insan maharetinin ve inşasının ürünü, dolayısıyla da dönüştürülebilir olduğunun farkındaydı. Kaydırmalı çekim, hızlı kesme, profesyonel olmayan oyuncu kullanımı, doğaçlama diyalog, kameraya bakan ve seyirciyle göz teması kuran oyuncular, belgesel ve kurmaca ayrımının, türsel ayrımların yerinden edilmesi, türün Kodunun, anlatının Kanunun dünyeviliğinin hatırlatılması gibi modern sinemanın özellikleri onun sinemasında hep vardı.

 

 

Çatısız Kuralsız, Varda’nın sözleriyle pislik ve özgürlük hakkında bir film. Klasik bir detektif filmi gibi bu tür filmlerin harekete geçirdiği sırlar ve sorularla başlıyor. Bir kadın cesetiyle ve Varda’nın görüntüye eşlik eden üst sesiyle. Doğal bir ölüm olduğunu öğreniyoruz. Filmin soruşturmasının nesnesi bu kadın olacak, — onun kim olduğu, ne yaptığı. İşte burada sineyazı başlıyor. Mona’nın sırrını çözmeye odaklı anlatı, seyirciye ve onu tanıyan karakterlere kayıyor film boyunca. Doğru, Mona ana karakter, soruşturmanın nesnesi de o. Fakat onun hakkında çok az şey öğreniyoruz. Hatta bilinemez kalıyor. Kadiri mutlak anlatıcının ve her şeyi gördüğüne inandırılan seyircinin uzlaşımsal oyunu, burada çok özel bir biçimle bozuluyor. Filmde 13 kaydırmalı çekim var ve bu çekimlerin her biri 1 dakika sürüyor. Her çekim, bir diğerinden 10 dakika arayla ve bir önceki çekimin durduğu, takıldığı nesneye benzer bir nesneyle açılıyor.[i] Kesintili bir portre, kesmelere tekrar tekrar dikkat çekilen bir portre buradaki. Mona portrenin içinde hem var hem yok. İçine giriyor ve çıkıyor. Kumsallarda, sokaklarda, uçsuz bucaksız arazilerde yürüdüğünü görüyoruz; çerçevenin içine giriyor, onunla birlikte yürüyoruz ve sonra çıkıyor. Soruşturma nesnesi, tanıma nesnesi o olsa da, hep kıyılardan taşıyor. Onu tanımaya yaklaşıyoruz, ama bütün eylemlerini ve nedenlerini ortaya koyacak biçimde ona nüfuz etmemiz engelleniyor. Çerçeve ile görmek arasındaki aralık, çerçevenin kısmiliği ve dokunmaya yeltendiğimiz dünyanın kırılganlığı, nihai olarak çerçevelenemezliği hep hatırlatılıyor.

 

Bir şeye, birine doğru açılıyoruz, ona bütünüyle nüfuz edemiyoruz; ama ona bütünüyle kapıları kapatmıyoruz da. Varda’ya göre filmdeki kaydırmalı çekimler, onunla yan yana yürümemizi, ona eşlik etmemizi sağlıyor. Onun yerine geçmiyoruz ama ondan bütünüyle kopmuyoruz. Onunla yan yanayız. Son derece politik bir çağrışımı da yok mu bu halin? Birine bir şey bahşetmeden, onun talebini, zevklerini, acısını ya da kaybını, her ne ise ele geçirmeden, onun başkalığını yiyip yutmadan, onunla birlikte yürümek? Onun yerine geçmeden, tanıma ve anlama kabiliyetimizi kaybetmeden, onun başkalığını yok etmeden birlikte yürümek? Çatısız kuralsız olanı tanımaya çalışarak, mütefekkir bir dayanışmayla, ona açık olarak yürümek.

 

 

 

 

 

[i] Şurada anlatıyor Varda: https://www.youtube.com/watch?v=IcpnEMCx-7g&t=1s

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YObruğun İçinden
Obruğun İçinden

Gündelik gerçekliğimizin içinde işleyen aşırılıklar, bizim yerimize karar veren ve bizim yerimize sorumluluk alan, obruğun iki tarafını, Türkiye’nin iki cenahını bize gösterip rahatlatan filmin sonundaki anlam otoritesinin teminatı altına alınıyor. Gerçekliğimizin açıklığı, istikrarsızlığı ve belirsizliği muhalefetin fantazisine feda ediliyor.

MEYDAN

YKadınların sineması: efendinin bakışı efendinin perdesini asla yırtmaz
Kadınların sineması: efendinin bakışı efendinin perdesini asla yırtmaz

Başka gözlüklere, kör noktaları görebileceğimiz, farkları, ayrımları, heterojenlikleri tanıyabileceğimiz gözlüklere ihtiyacımız var. Feminist politika bir bütün etmeyen parçaların birlikteliği olarak neden ele alınmasın?

SANAT

YParçalanma ve toparlanmaya dair
Parçalanma ve toparlanmaya dair

Pezzettino dönüştürücü. Bir şekillenişe doğru götürmüyor da bizi, şekillenişin ne demek oluşunu tanımaya götürüyor. Feminizm de böyle değil mi?

ECİNNİLİK

YEril nazar değmesin 🧿
Eril nazar değmesin 🧿

Üzerimizdeki eril nazarları silkelediğimiz, çok silkelediğimiz bir yıl olsun.

Bir de bunlar var

Kumaşlarla Gelen Özgürlük: Anna Andreeva
Anne Dağı Enstitüsü
Çocuk Kitapları Ve Hamilelik Üzerine Kısa Bir Sohbet

Pin It on Pinterest