Yönetmen Sarah Polley bir röportajında şöyle diyor: “Bir şeyi anlatacak kelimeleriniz olduğunda, bu o şeyi nasıl anlamlandırdığınızı, onu hayatınızın hangi noktasına dahil ettiğinizi değiştirir.
Odysseus artık bir kere çıkmıştır evinden. Bir kere gittiğiniz zaman artık dönseniz bulamayabilir, dönseniz de aynı insan olmayabilirsiniz. Anne babanızın birer ölümlü olduğunu fark etmişsinizdir artık.
Aynen kapitalizm eleştirisi yapan bir sanat eserinin milyarlarca dolara ultra zengin koleksiyonculara satılması gibi döngüsel, bir “kendi aramızda eğleniyoruz” ironisi söz konusu burada da.
Her şeyin ötesinde önümüzde artık dijital bir dünya ve duygularını deneyimler üzerinden yaşamak isteyen bir seyirci var. Seyirci değişirken işlerimizin üretim ve dağıtım metodunun yerinde sayması kulağa ikna edici gelmiyor.
Eat Your Catfish ALS hastalığı üzerinden aile içi krizlerin mizahi anlarına odaklanan, insana ve aileye dair bir hikâye anlatıyor.
Hayatlarına sahip çıkmak için kocalarını öldürmek zorunda kalmış Aylin ve Havva’nın hikayelerinin izini süren filmi MUBI’de izleyebilirsiniz!
Ermenice bilmeyen seyircilerin çevirmenin yaptığı çeviriye güvenmek dışında başka bir şansı yok, aynı fotoğrafçı gibi.
Modern çağda da kadınların deneyim hafızası erkeklerin kadınlara dair üretip durdukları bilgiler ve telkinlerle mi oluşacak?
Bergen-olmayan ses tam da o olmadığını bile isteye sahiplenerek -ve görsel olanın tersine- bir benzemeyişe açılarak çerçevenin dışına, imgenin boşluğuna işaret eder.
Seks işçisinden kreş işletenine, metalurji çalışanına tüm kadınların ortaklaştığı net bir argüman var: hak ettiğimiz muameleyi görmek ve hak ettiğimiz maaşı almak istiyoruz.