Odysseus artık bir kere çıkmıştır evinden. Bir kere gittiğiniz zaman artık dönseniz bulamayabilir, dönseniz de aynı insan olmayabilirsiniz. Anne babanızın birer ölümlü olduğunu fark etmişsinizdir artık.

KÜLTÜR

Odysseus Artık Geri Dönmek İstemeyen bir Göçmendir: Sessiz Kız Filmi Üstüne

 

 

Küçük kız, arabanın arka koltuğunda oturuyor. Saçları örülü. Pencereden gördükleri ona hep yeni. Ağaçların hastalandığını düşünüyor. Dünyası küçücük. Pencereden ne görüyorsa hepsi o. O yüzden de biz, bir çerçeveden izliyoruz bu sahneyi. Arabaya binen kadın, bu hangisi, diye soruyor, küçük kızı kastederek. Küçük kızın saçları örülü, güneş yüzünü aydınlatıyor. Kamerayı aşağıya yerleştiriyor yönetmen. İzlediğimiz karakter ile kamera arasına da mutlaka mesafe giriyor. Olan biteni, odanın dışından, masanın arkasından izliyoruz. Cáit’in duygu dünyasını, bakış açısını ancak mesafelerle anlayabiliriz. Duyduğu her şeyi anlamıyor, gördüklerini kapı aralıklarından, kesik kesik parçalar halinde görüyor, yattığında sesler duyuyor, çünkü Cáit daha dokuz yaşında.

 

Claire Keegan’ın Emanet Çocuk novellasından (2010) uyarlanan Sessiz Kız filmi (2022) yönetmen Colm Bairéad’in ilk filmi. Görüntü yönetmeni Kate McCullough’ın da yılın en iyi filmlerinden birine imza attığını söylemeliyim. Filmin çoğu diyaloğu İrlanda dilinde. Cáit’in babasıyla hep İngilizce, Kinsella çiftiyle ise İrlandaca konuşuyor olması aslında bize küçük kızın gerçek evinin neresi olduğu konusunda ipuçlarını veriyor. Bu dilin ölmeye yüz tutmuş bir dil olması ile onu ancak konuştuğunuz zaman diri tutabilecek olabilmeniz arasındaki tezat da filmin küçük bir mucizesi. Çünkü dünyada İrlanda dilinde konuştuğunuzda aslında hep sessiz sayılırsınız. Sizi duyamazlar, çünkü anlamazlar. Dil kim olduğumuzu bize anlatabilir, kiminle derin bir bağ kuracağımızı açıklayabilir. Claire Keegan az ve öz yazan bir yazar. Çok söz söylemenin, uzun uzun anlatmanın bizi asıl söyleyeceğimizden uzaklaştırdığına inanıyor. Yönetmenin yaklaşımı da çok benzer. Ortaya yalın, duru, sessiz ve derinden etkili bir eser çıkmış.

 

İrlanda kırsalını olanca güzelliğiyle görüyoruz. Çevresine anlam veremeyen, neler olup bittiğini anlayamayan Cáit’in üç kız kardeşi var ve annesi yeniden hamile. Ailenin ona bakacak güçleri yok, Cáit’in yanına beslenme koymayı bile unutuyorlar. Otlarını zamanında biçtiremiyorlar, eve kış için hazırlık yapamıyorlar. Cáit okulda, yan sıradaki arkadaşının sütünü içmek zorunda kalıyor. Hiç kabul görmüyor, ailesi dahil onu anlayan pek yok gibi. Ama o hayatı böyle sanıyor o zamana kadar. Anlaşılmak ne demek? Gerekli mi? Bundan başkasını görmemiş ki. Şimdi küçük kızı, yaz için uzak bir akrabanın yanına yollayacaklar. Bu sessiz kız, o evin nasıl olacağını kestiremiyor. Babası, onu Kinsella çiftinin evine götürdüğünde küçük kız arabadan dışarıya adım atarken dünyası genişliyor adeta. Yönetmen de bizim bunun yeni ve tümüyle farklı bir dünya olduğunu ve Cáit’in dünyasının genişleyeceğini düşünmemizi istiyor olmalı. Baba onu bırakırken pek de duygusal davranmıyor. Sigara dumanları, zorla götürülmüş olduğu bar sandalyelerinde hep uzakta ve mesafede görünen, asla kadrajın merkezine yerleşemeyen baba, başını belaya sokmamaya çalış, demekle yetiniyor Cáit’e sadece. Üstelik Cáit’in bavulu bile arabada kalıyor. Onu getiren araba, küçük kızın bavulunu geri götürüyor. Çünkü Cáit yepyeni bir insan olmaya adım atıyor. Eski hayatı geride kalıyor. Ama yeni bir hayat sadece sessiz kız için değil, ona yaz boyunca bakmayı kabul eden aile için de başlıyor. İlk karşılaşmada Cáit’in arabadan çıkışını ve kocaman bir dünyaya adım atışını, Bayan Kinsella’nın gölgede, Cáit’in güneşte kaldığı o an izliyor. Cáit o eve ışığı getiriyor. Her gölgenin onunla aydınlanmaya başlayabileceğine dair bir umudu getiriyor. Geriye tek bir soru kalıyor, gölge neden var?

 

 

Gerçek evin neresi olduğu sorusu o kadar temel bir soru ki, birçok farklı bağlamda sorduğumuzda bize cevabıyla çok şey öğretebiliyor. Örneğin bu bir göçmen hikâyesi olabilirdi. Evinden ayrılması gereken ve bavulu arkada kalmış bir kadını anlatabilirdi bu novella. Bu, memleketinin travmatik geçmişiyle yıllar sonra yüzleşmesi gereken bir karakter de olabilirdi. Çünkü eser, evin neresi olduğunu, ev kavramına yüklenen tüm imgelemi de sorguluyor. İçinde yaşadığımız evin sadece dört duvarı ve çatısı olan bir yer olmadığını ve onun bizi şekillendirdiğini söyleyen roman kuramcısı Bachelard’ı hatırlayalım. Ev hem içindekilerle hem dışarıda bıraktıklarıyla şekillendiriyor insanı.

 

Cáit’in ailesinin evi ile Kinsella’ların evi arasında büyük fark var. Küçük kız bu çocuksuz çiftin evine vardığında yıkanıyor, tırnakları temizleniyor, kendisine yeni gelen giysiler giyiyor, ona biraz büyük geliyor olsalar da. Sıcak suya girerken çekiniyor Cáit ama Bayan Kinsella deneyimli, alışırsın, diyor. Başta sıcak gelse de alışırsın. Belli ki bu yakıcı deneyim onun yeni eve geliş deneyimini anlatıyor bize.

 

Evdeyken Cáit’i koridorda görüyoruz. Onun seçenekler arasında bocalayabileceğini ve zaman zaman ne hissettiğini anlamayabileceğini böyle anlıyoruz. Çokça kapının önünde, odalara giden sahanlıkta öylece duruyor Cáit bazen. İlk akşam, tren vagonlu duvar kağıdının önündeki yatakta, kendisine büyük gelen pijamalarıyla yatıyor. Bayan Kinsella ona bakarken, benim olsaydın seni yabancıların evine vermezdim, diyor. Bazen Bayan Kinsella konuşurken kadrajda olmuyor. Ailenin sırlarından bahsettiklerindeyse ışık sadece onu aydınlatıyor. Bunun sebebini biz de izleyici olarak bilemiyoruz. Çünkü henüz Cáit de ne olup bittiğini anlamıyor. Bayan Kinsella bu evde sır yoktur diyor, sır varsa utanç vardır. Ama biz şunu biliyoruz ki, her ailenin bir sırrı vardır ve o sırra ortak olduğun an, ailenin bir parçası olabilirsin. Her ailenin bir mahremiyeti, her evin bir içerisi bir de dışarısı vardır. Sırra ortak olduğun ölçüde, içerisi ve dışarısı arasındaki çizginin nerede başladığını anlayabildiğin sürece o aile senin ailendir. Aile konuştukların kadar konuşmadıklarının da olduğu yerdir. Sessizliği paylaşabildiğin, cümledeki kelimelerle değil ama aralarındaki eslerle iletişim kurabildiğin insanlardır ailen. Bayan Kinsella küçük kıza tam da bu sebeple, insanlar bir şey söylememe fırsatını çoğu zaman kaçırırlar, demiyor mu? Ya da Cáit eve geri dönüşünde öksürdüğünde, annesinin sana ne oldu sorusunu bu nedenle yanıtsız bırakmıyor mu? Küçük bir sırrın onu ve Kinsellalar’ı aile yapacağına inanıyor Cáit. Eğer söylemezse evde kuyuya düştüğünü, hastalandığını bu sebeple gelişinin birkaç gün geciktiğini ve nihayetinde Kinsellalar’la daha uzun kalmak istediğini; o zaman bir sırları olacak beraber. Kimin sırrıdır senin sırrın? Güvendiğiyle, sevdiğiyle bir sırrı paylaştığında, bir aileye sahip olduğunu düşünüyor Cáit.

 

Kitabın sessizliği, filmin sessizliği, karakterlerin sessizliği çok boyutlu. Hikâyeye göre, sessizliktir bizi biz ve tam yapan. O olmadan, her şeyi ve herkesi, her şeye ve herkese anlatmaya çalışırsak başarısız oluruz. Çünkü hayat, her daim anlatılamaz sessizlik anlarıyla örülüdür. Bu susuşlar bir çocuğun gözünden anlatıldığı için anlamlı, ama novellanın ve filmin anlam katmanlarını düşündüğümüz zaman bizi İrlanda’nın yüzleşilemeyen tarihine de götürüyor hikâye. Bu haliyle aklıma, yıllar önce Ayhan Geçgin’in Bir Dava romanını okurken, romanın kahramanı Aslı’nın yaşadığı travma karşısında gerekli kelimeleri hatırlayamayışı ve konuşamıyor, bağ kuramıyor oluşunu getiriyor. Yaşanan olayların acımasızlığı insanları sessizleştirebiliyor; çünkü bazı acıların anlatılabilmesi mümkün olmuyor.

 

Roma filminde hastanenin boş koridorunun birkaç saniye ekranda kaldığı bir plan vardır. Biz izleyici olarak bir an bomboş bir koridor ile karşı karşıya kalırız. Cam kapı sallana sallana kapanır ve öylece izleriz. Edward Hopper’ın resimlerine, Hammershoi’nin beyaz kapılarının yalnızlığına ve sessizliğine benzer bir sahnedir bu. Saniyeler içinde sizi sessizlik üzerine düşünmeye iter bu eserler. Hammershoi’nin resimlerinin kadraja son anda girmiş gibi görünen kadınları, koridorları, kapıların ve pencerelerin içeri aldığı ışığı düşününce bu filmle aralarında benzerlik kurmamak çok zorlaşabiliyor. Bir sosyoloji profesörü olan Michael Schudson, travmaları öyküleştirmenin aslolan konuyu her zaman evcilleştirdiğini ve bu sebeple yaşanan trajedilerin muhalif özelliklerini yitirdiklerini söyler. Çünkü öyküleştirilerek anlatılsalar bile zaten anlaşılamazlar. Dolayısıyla Schudson’ın söylediği, travmaların anlatılamaz oluşudur. Belki de Claire Keegan bu novellayı yazarken İrlanda toplumunda yaşanan tüm acıları evcilleştirmek istememiş, tüm yaşananların muhalifliklerinin törpülenmesine izin vermemiştir, kim bilir?

 

 

Cáit geceleri altını ıslatıyor. Bayan Kinsella sabah yatağı toplarken şefkatini hissettiriyor bize. Ah bu eski döşek diyor, yine ağlamış! Bayan Kinsella her daim şefkatli, özenli. Zaman zaman Cáit’e bakarken gözleri yaşarıyor, belli ki bir sebebi var diye düşünüyoruz. Sessiz kız eve alıştıkça, patatesler soyuldukça, reçeller kaynadıkça, ahırın yerleri süpürüldükçe Kinsellalar için de başka bir anlam ifade etmeye başlıyor. İşte o zaman Cáit için alışverişe gitme zamanı. Artık o, bu ailenin ölen çocuklarının yerine koyduğu kişi değil; o şimdi Cáit.

 

Cáit ‘in Bay Kinsella ile ilk karşılaşmasında ise arada birçok engel var. Bu fiziki görünen engeller, ikisinin çitin iki yanında, ortada onca eşya ile oluşu, aralarındaki duygusal mesafeye işaret ediyor. Henüz ikili yakınlaşmaya başlamamış, Bayan Kinsella’nın telkinlerine rağmen Bay Kinsella, Cáit’e şefkatle iyi geceler diyememiş, henüz küçük kurabiyeyi küçük kız yesin diye masanın kenarına bırakmamışken biz onların bu ilişkiyi adım adım ileri taşıdığını görebiliyoruz. Öyle ki, yaz bitip eve geri döndüğünde, kardeşlerinin Cáit’e bir İngilizmiş gibi davranmalarını ve annesinin “büyümüşsün sen” deyiverişini gördüğümüzde artık o, yazın başındaki sessiz kız değil. Kinsellalar onu bırakıp dönerlerken arabanın arkasından koşan Cáit’in bambaşka biri olduğunu hemen fark ediyoruz. Arabayla Kinsellalar’a giderken örgülü saçlı, dünyayı küçük ve dar bir pencereden gören kız değil artık Cáit. Saçları rüzgârda dalgalanırken koşar arabanın arkasından. Filmin başında oturduğu arabanın arka koltuğuna tezat koşar. Ona koşmayı ve böylece özgür, huzurlu hissedebilmeyi öğreten gerçek babasına doğru.

 

Odysseus artık geri dönmek istemeyen bir göçmendir, diyor Dante. Çünkü Odysseus artık bir kere çıkmıştır evinden. Bir kere gittiğiniz zaman artık dönseniz bulamayabilir, dönseniz de aynı insan olmayabilirsiniz. Anne babanızın birer ölümlü olduğunu fark etmişsinizdir artık. Gerçek evinizin içine doğduğunuz değil ama seçtiğiniz yer olduğunu fark ettikten sonra bir daha asla aynı insan olamazsınız. Cáit artık nereye giderse gitsin, Bayan Kinsella onun saçlarını taradıktan sonra daha iyi uyuduğunu ve Bay Kinsella ile beraber inekleri biberonla besleyişini hep hatırlayacaktır. Kuyunun suyuna baktığında gördüğü yansıma artık onu başka bir insana dönüştürmüştür. Odasındaki duvar kâğıtlarının trenleri onu içsel bir yolculuğa çıkarmıştır ve bu yolculuktan geri dönüş de olmayacaktır.

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YBir Evliliğin Anatomisi ve Evdeki Meleği Öldürmek
Bir Evliliğin Anatomisi ve Evdeki Meleği Öldürmek

Kendisini çocuğu için feda etmeyen, yani mesleğini anneliğinin önünde tutan bir anne karakteriyle karşılaştığımızda ona nasıl yaklaşıyoruz? ...Oğluna yeterli vakti ayırmayıp yazarlığını ön plana çıkarsa, Samuel hakkında da benzer tekinsizlik hislerine kapılır mıydık?

KÜLTÜR

YHer Şeyin Onarıma İhtiyacı Var: Güzel Bir Sabah Filmi Üstüne
Her Şeyin Onarıma İhtiyacı Var: Güzel Bir Sabah Filmi Üstüne

Hayatta her şeyin onarıma ihtiyacı olduğu doğru değil mi? İlişkilerden kişilere, kalpten akla hemen her şeyin onarıma ihtiyacı vardır.

KÜLTÜR

YHiçbir Kadın Susmamalı: Konuşan Kadınlar Filmi Üstüne
Hiçbir Kadın Susmamalı: Konuşan Kadınlar Filmi Üstüne

Yönetmen Sarah Polley bir röportajında şöyle diyor: “Bir şeyi anlatacak kelimeleriniz olduğunda, bu o şeyi nasıl anlamlandırdığınızı, onu hayatınızın hangi noktasına dahil ettiğinizi değiştirir.

KÜLTÜR

YKayıp Zamanın İzinde: Aftersun Filmi Üstüne
Kayıp Zamanın İzinde: Aftersun Filmi Üstüne

Filmin büyüsü, bittikten sonra da devam ediyor olmasından geliyor. Geçmiş aslında hiç geçmiyor. Filmi izledikten günler sonra aklınızda kalanların sizi giderek daha çok etkilemeye başlıyor olması sürpriz değil.

Bir de bunlar var

Ruhun Kraliçesi Aretha Franklin: “Huzur Bulamıyorsanız Huzuru Bozarsınız”
Mad Men 6. Sezon 3. Bölüm
“Arzu Söndürülemez”: Mari Ruti ile Söyleşi

Pin It on Pinterest