21-27 Nisan'da gerçekleşecek Domates Biber Patlıcan etkinliklerinden önce, programın yaratıcısı ve yürütücüsü Zeynep Öz’den sergilenecek işlerle ilgili bir kaç tüyo aldık.

SANAT

Üçüncü Domates Biber Patlıcan Etkinlikleri

21-27 Nisan tarihleri arasında Domates Biber Patlıcan etkinliklerinin üçüncüsü gerçekleşecek. Spot Projesi tarafından düzenlenen etkinlikler dizisinin merkezinde dört gözle beklediğimiz, Spot Üretim Fonu’yla üretilmiş yeni çalışmalar var. Bu yeni üretimlerin yanı sıra Türkiye’de ilk defa gösterilecek olan performans, sunum, film seçkilerinden oluşan incelikle kurgulanmış bir program var. Etkinlikler başlamadan önce Spot Projesi’nin kurucularından ve Domates Biber Patlıcan programının yaratıcısı ve yürütücüsü Zeynep Öz’den bir kaç tüyo alalım istedim.

 

Öncelikle bu seneki programın başlığı dikkatimi çekiyor: Tipik Bir Orta Saha Mücadelesi Şeklinde Geçen Karşılaşma. Orta saha mücadelesi nedir?

 

Aslında programın başlığına geçen sene Bağış Erten’in Cumhuriyet’teki köşesinde rast gelmiştim. İzlemesi çok da zevkli olmayan, vasat bir maçı tasvir ederken ‘Eskiden radyoda böyle maçları spikerler ‘tipik bir orta saha mücadelesi şeklinde geçen karşılaşma’ diye tanımlarlardı’ şeklinde bir ifade kullanmıştı.

 

Domates Biber Patlıcan’ın bu seneki edisyonunda da futbolu Orta Doğu’daki güncel politik ve kültürel iklimi düşünürken kullanabileceğimiz bir araç olarak ortaya attım. ‘Tipik Bir Orta Saha Mücadelesi Şeklinde Geçen Karşılaşma’, vücutların ve toplulukların birbirleriyle iletişimi ve ilişkilenmesiyle alakalı. Aynı zamanda sosyal histeri ve aşırılığın nasıl oluştuğunu, bireylerin birbirini nasıl etkilediğini ve bu etkilerin toplumlar içerisinde ve arasında nasıl dalgalar halinde yayıldığını inceliyor. Oyun, idman ve performansın hepsi futbolun birer süreci. Ama izleyicilerin oyunun bu temel öğelerini algılayışları, deneyimleyişleri ve tepki verişleri kendi içinde başka süreçler yaratıyor. Bütün bu öğeler birbirleriyle iletişim içinde olan değişik ünitelere ve vücutlara hayat veriyor. Domates Biber Patlıcan 3, işte bu büyük vücuda olan adanmışlığı ve ait olma duygusunun çekiciliği ve gücünü konu alıyor.

 

İnci Eviner, Parlamento adlı işinden bir kesit. Sanatçı ve Galeri Nev İstanbul, 2010.

İnci Eviner, Parlamento adlı işinden bir kesit. Sanatçı ve Galeri Nev İstanbul, 2010.

 

DBP etkinlikleri ‘forum’ üst başlığı altında şekilleniyor. Neden ‘forum’ demeyi tercih ettiniz ve bu senenin etkinlikleri hakkında bilgi verir misin?

 

Forum başlığı hem formata hem de içeriğe bir gönderme. Sergi, filmler ve performanslardan oluşan ve konuşmalar ve sanatçı sunum performanslarıyla da beslenen programın ana amaçlarından biri belli konuların değişik formatlarda işlenmesi. Forum, çünkü asıl istediğimiz Domates Biber Patlıcan’ın bir amfitiyatro olarak işlemesini ve bazı meselelerin ilk önce film sonra tiyatro sonra sergiler vs. formatlarında karşımıza çıkması ve tekrar edilmesiyle tartışma ortamı yaratması.

 

Spot Üretim Fonu nasıl işliyor? Yeni üretimleri yerel sanat ortamı ile ilişkisi bakımından nasıl konumlandırabiliriz?

 

Bu SPOT Üretim Fonu olarak düzenlediğimiz üçüncü Domates Biber Patlıcan sanat festivali. Şu ana kadar her edisyon iki senede bir gerçekleşti. Bunun nedenlerinden biri her üretimin yaklaşık 1 – 1.5 sene zarfında hayata geçiyor olması. Sanatçılarla projenin kurgulanmasından hayata geçirilmesine kadar belli bir zaman geçiyor. Üretim ve üretime destek deyince yalnızca güncel sanat ortamından gelen kişilerle çalışmamız gerektiğine inanmıyorum, kültürel olarak hangi söylemler kuvvetliyse, bu forum o söylemleri desteklemeli. Sonuçta söylenen şeyin formatından ve mecrasından daha ziyade içeriği önemli. Bu bağlamda üretimlerin arasında da geçen zaman zarfında bazı etkileşimler olmaya başladığını düşünüyorum. Domates Biber Patlıcan’ın ilk edisyonunda bir tane sanatçı performansı üretmiştik. İkinci edisyonda 2 tanesi yayın olmak üzere 7 iş vardı. Özge Ersoy gibi bir küratörle çalışıp ne üretimde bulunmak istersin dediğimizde foto muhabir olan Bikem Ekberzade ile bir söyleşi yapıp bu röportajı Bard College’da İnsan Hakları Bölümü’nün başında olan Thomas Keenan’a bir yorum yazısı yazdırmak suretiyle bir yayın haline getirmişti. Veya 5Harfliler “offline” bir enstalasyon gerçekleştirmişlerdi.

 

Bu sene de 2 yeni yayın, 7 sanat projesi, 2 kısa film ve 1 performans olmak üzere değişik alanlarda ve mecralarda üretimler olacak. Örneğin Ah! Kosmos’un ses enstalasyonu projelerden biri olarak Elhamra’da görülecek, bir yandan da torna gibi normalde Kadıköy’de yaşayan bir sanat mekanının Elhamra Han’da bir serginin içine yerleşince nasıl davranacağını göreceğiz. Yeni üretilen 2 kısa filmi 22 Nisan Cuma günü Aynalıgeçit’te seyredeceğiz. Programdaki bütün bu değişik disiplinlerde yeni üretimlerin yanısıra küratoryal projeler de yer alıyor.

 

Bu üretimler arasındaki göndermelere örnek vermek gerekirse, mesela Eda Gecikmez’in hazırladığı ‘Tekerleme’ adlı 27 Nisan’da gerçekleşecek performansı, Fol’un !f film festivali sırasında gösterdiği Merlyn Solakhan’ın aynı isimli filminin bir sahnesinden esinlendi ve hatta birebir gönderme olarak işliyor. Filmdeki sahnede bir kadın ve bir erkek 1985 İstanbul’unda karşılıklı masada oturmak suretiyle birbirlerine gazetelerden başlıklar okuyorlar. Eda’nın Elhamra’daki gazete çizimlerinden oluşan yeni işinin bir uzantısı olarak kurguladığı performans ise ‘Tekerleme’ filmindeki bu sahneyi ‘Süreli, Süresiz’ adlı yerleştirmeyle bağlıyor olacak.

 

Futbolda seyircinin önemine 12. oyuncu tanımlamasıyla dikkat çekiliyor. Aslında bir model olarak Spot Üretim Fonu da seminerleri aracılığıyla izleyici ve destekçiler için benzer bir alan açıyor. Uzun soluklu bir diyalog ve farkındalığı yüksek bir izleyici, destekçi. Bu modelin arka planı nasıl işliyor?

 

Dediğin gibi SPOT sanat severler için çeşitli seminer ve üyelik programları düzenliyor. SPOT’un düzenlediği seminerler ve üyeliklerden gelen gelirler bir havuzda toplanıyor ve üretimlere finansal destek olarak şekilleniyor. Ama asıl önemlisi işin destek kısmının ötesinde üretilen işlerden başından beri haberdar olmak, süreci uzaktan da olsa seyretmenin verdiği bir farkındalık ve yakınlaşma var. Üyelerimiz ve seminer katılımcılarımız bu festivalin oluşumunda ve seyirciliğinde altyapısal bir rolleri olduklarını biliyorlar, diye düşünüyorum.

 

Sena Başöz, Hemşire Serisi, 2016

Sena Başöz, Hemşire Serisi, 2016

 

 

Programda ‘referans sergi’ ve ‘referans filmler’ tanımlamaları dikkat çekiyor. Bunlar hakkında bilgi verebilir misin?

 

Bu bölümde gösterilen bütün işler (sanat işi olsun, film ya da sunum performans olsun) daha önceden var olan ve yukarıda bahsettiğim futbol metaforu üzerinden toplumsal hareketleri ve etkileşimleri incelemek üzerine kurguya birebir bağlanan işler. Bu işlerin hepsi benim için genel çerçeveyi düşünürken yönlendirici oldu. Aynı zamanda da zamanımızla ilgili önemli söylemler olduğunu düşünüyorum.

 

Sergilerde Adahan’da gösterilecek olan iki iş var: Bunlardan ilki İnci Eviner’in ‘Parlamento’ adlı 2010’dan bir videosu. Bu videonun geçen sene Beyrut’ta Home Works sırasında yerleştirmesine yardımcı olmuştum ve o sırada izleyiciyle ilişkilenişi görmek çok etkileyiciydi. 2010’da Türkiye ve Avrupa Birliği’ne giriş ile ilgili çok spesifik bir konudan çıkan, görsel olarak bu çok katmanlı işin Beyrutlu izleyici tarafından bu bağlamı bilerek ya da bilmeden veya anlamadan bile yalnızca bireylerin birbirleriyle ilişkilerinin temsiliyeti açısından ne kadar tanıdık geldiğini gördüm ve tepkilerine şahit oldum. Bu da işin bireylerin arasındaki bazen çapraşık bazen içgüdüsel ama çok katmanlı ilişkileri nasıl gösterdiğini anlatıyordu. Sergideki diğer iş ise Maria Papadimitriou’nun ‘Agrimika’ adlı geçen seneki Venedik Bienali’nde gösterilmiş videosu. Bu projenin genel adı ‘Why Look at Animals’ yani hayvanlara niye bakarız. Bu videoyu da yine bireyin içgüdüsel varoluşuna dipten bir çözümleme olarak düşünebiliriz. Videodaki Agrimika kavramı evcilleştirilemeyen hayvanları Yunanistan’daki bir deri dükkanının hikayesi üzerinden anlatıyor.

 

Film programına gelince ise 2 tane referans iş var: Ali Cherri’nin ‘the Disquiet’ (Huzursuz) adlı kısa filmi ve Futoshi Miyagi’nin ‘The Ocean View Resort’ (Ocean View Tatil Köyü) filmi. İki kısa filmde de bir felaket anı ve felaket anı sonrasında travmayla başa çıkmak için bireylerin ve toplumun nasıl hareket ettiğine göndermeler var. Ali’nin filmi Beyrut’taki (metaforik ve gerçek) deprem fay hattından bahsediyor, ‘The Ocean View Resort’ ise Japonya ve Amerika arasındaki savaş dönemini ve bu dönemi bireylerin nasıl hatırladığını ve hala yaşadığını ele alıyor. Bu iki film 26 Nisan Salı günü Aynalıgeçit’te gösterilecek.

 

Maha Mamoon’un ‘Ve Sonuncu İlk Olacak’, Fol sinema topluluğunun ‘Zeminde Zeval’ ve Roy Dib’in ‘Deplasmanda’ başlıklı farklı kişi ve toplulukların küratörlüğünü yaptığı 3 ayrı film seçkisi de programda yer alıyor. Senden küratörler hakkında bilgi alabilir miyiz? Nasıl gelişti bu diyalog ve her bir seçkinin teması nedir?

 

Ben küratoryal üretimin de yeni bir üretim mecrası olduğuna inanıyorum. Sonuçta küratörler olarak hep aynı şekilde sergi kurmanın ötesinde değişik formatlarda deneylerde de bulunmalıyız. Bu bağlamda yalnızca filmler değil aynı zamanda sergilerde de küratoryal projeler bulunuyor. Özkan Cangüven’in ve Daniela Castro’nun kürate ettiği iki sergi Bilsar Arka Bina’da iki ayrı katta görülüyor olacak. Özkan’ın küratörlüğü, Burak Ata ile yeni bir iş üretimi şeklinde gelişti. Daniela’nınki ise daha sanatsal bir şekilde plağın üzerine basılan bir ses enstalasyonu. Daniela kendi ürettiği bu sanatçı – küratör ayrımını sorgulayan işinin yanısıra Ricardo Castro’yu sergiye davet etti ve Ricardo animizm ve şamanizmin yanısıra Brezilya’nın sanat tarihine de göndermeler yapan yerleştirme ve performanslarıyla mekana yerleşecek.

 

Film programlarında ise üç farklı gecede (hep 18:00 – 20:00 arası olmak suretiyle) üç ayrı küratörün seçkilerine yer verdik: Biri deneysel sinema gösterimleriyle bildiğimiz Fol sanat topluluğunun 23 Nisan’daki sinema ve imge ilişkisini inceleyen seçkisi, ikincisi Kahireli sanatçı Maha Maamoun’un 24 Nisan’daki zamanın tasalarını dile getiren eşleştirmesi, ve sonuncusu ise Beyrut’taki en önemli sanat sineması olan Metropolis’in uzun zaman yürütücülerinden olan Roy Dib’in 25 Nisan’daki yabancı bir ülke ve mekanda olma üzerine seçkisi.

 

Benim heyecanla beklediğim 3 konuşma var programda. Suna Kafadar, Nazile Kalaycı ve Zeynep Oktay’ın konuşmaları. Bu konuşmalar hakkında ipuçları verebilir misin?

 

Kesinlikle. Nazile ve Zeynep’in konuşmaları ard arda 24 Nisan Pazar günü Bomonti’deki Alt’ta gerçekleşiyor olacak. Nazile Kalaycı’nın konuşması biraz da yukarıda bahsettiğim hayvan teması üzerine gidiyor. Hayvan olma hali, hayvanların insan ile ilişkisi ve içgüdüsellik öne çıkaracağı bazı konular. Tabii bu konular bire bir toplum yani bir ‘insanlar topluluğu’ olabilme haliyle ilişkili. Bu konuşmayı İlksen Mavituna modere ediyor olacak. Zeynep Oktay’ın konuşması ise din bilimi ile ilgili– din bilimi ne demektir, ilahiyat ile farkı nedir gibi bazı temel sorular üzerinden gelişiyor. Daha önce 5Harfliler’de yayınlanan bir yazısı üzerinden yol alıyor ve konuşmanın moderatörlüğünü Hazal Halavut yapıyor.

 

Suna Kafadar’ın konuşması ise diş geçirilen, penetre edilen bedenlere yönelik saldırının toplumsal hafıza ve işleyişlerine etkisi hakkında olacak. Belki konuşma başlığından da nelere referansla üretildiği anlaşılabilir: ‘İki Arada Bir Derede: Marulun Fırfırı, Afrodit’in Memeleri ve Hafızanın İştahı.’ 23 Nisan’daki bu konuşmanın öncesindeki iki etkinlikle de oldukça güzel bağlanacağını düşünüyorum: Saat 12’de Ali Taptık, Kenter Tiyatrosu’nun önünden başlayan ve tekstil malzemelerini de içine katarak Osmanbey’i mahalle hafızası üzerinden inceleyen bir tur yapacak. Tur, Bomontiada’da bitecek. Turun hemen bitiminde Bomontiada Alt’ta ise T’ai Smith’in Duchamp’in hazır nesnesi üzerinden moda ve kapitalizm arasındaki ilişkiyi sorgulayan konuşması olacak. Tabii Suna ve T’ai’ın konuşmaları kapitalizmin işleyişine farklı noktalardan yaklaşarak bire bir bağlanıyor olacak.

 

Bu seneki programla birlikte çıkacak olan yayınlar hakkında bilgi verebilir misin?

 

Tabii. İki tane yayın var, bunlardan ilki Süreyyya Evren’in ‘Özgürlüğün Şantajı: Preker Hayat ve Depresif Sanat’ başlıklı yazısı. Bu yayında Süreyyya uzun zamandır üzerine düşündüğü prekarya, özellikle de sanat ortamında çalışma koşulları üzerine odaklanıyor. P Grubu olarak daha önce hazırladıkları bir sergiyi düşünsel olarak çıkış noktası alıp sanattaki tekinsiz ortamdan bahsediyor. İkinci yayın ise Christine Tohme’nin geçen seneki Mayıs Artforum’unda çıkan Beyrut ve daha geniş olarak Orta Doğu’daki sanat kurumları ve kurumların finansal destek mekanizmaları üzerine yazısının çevirisi. Çeviriyi ben yaptım, zira Christine Tohme 7 senedir yakın çalıştığım, kendisinden çok şey öğrendiğim ve birlikte düşünmeye devam ettiğim Beyrutlu bir küratör. Yazıda bahsedildiği üzere sanat ve genel olarak kültürel kurumların oldukça kırılgan olduğu bir dönemdeyiz. İki yayında da bahsedilen ortak tema, kültürel üretici ve düşünürlerin bir araya geleceği ve paylaşımlarını yapacağı mekanları desteklemek, ayakta kalmalarını sağlamak ve bu desteğin şekilleri üzerine hep birlikte düşünmek.

 

Tam programa buradan veya FB sayfasından ulaşılabilir.

 

Ana görsel: DBP3 Küratoryal Projeler Özkan Cangüven Küratörlüğünde
Burak Ata, Kahramanlar Bedenler ve Harabeler
2016 yağlı boya

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

David Bowie’nin Proust Anketi
Çamaşır İpleri
Siz Bizsiniz, Biz de Siz: Trans X İstanbul

Pin It on Pinterest