Biz de bir çeşit lezbiyenlik çeşnisi katılıp edilmiş bir metoo filmi izlemiş oluyoruz: zampara lezbiyen orkestra şefinin pek de hazin olmayan sonu.
Sibel, başka birçok belgesel sinemacı gibi, başından beri “ötekiyi” seyretmeyi ya da seyrettirmeyi değil, anlamayı seçti. Belki de o yüzden eli herkese değdi.
Tamamen dönüşüm arzusuyla ilgili bir The Matrix düşüncemiz vardı ama bu düşünce henüz açılmamış olmanın verdiği gizli bir bakış açısından geliyordu.
Başka gözlüklere, kör noktaları görebileceğimiz, farkları, ayrımları, heterojenlikleri tanıyabileceğimiz gözlüklere ihtiyacımız var. Feminist politika bir bütün etmeyen parçaların birlikteliği olarak neden ele alınmasın?
Ölüme, doğaya ve hayvanlar alemine yakın yani feminen olarak kodlanan her şey medeniyet için bir tehdit unsurudur.
Aynen kapitalizm eleştirisi yapan bir sanat eserinin milyarlarca dolara ultra zengin koleksiyonculara satılması gibi döngüsel, bir “kendi aramızda eğleniyoruz” ironisi söz konusu burada da.
Farklı dönemler,benzer hedefler, benzer arzular…
Dizilerdeki romantik komedi kodlarına bakın, esas kızın yanındaki diğer kızların kendi hayatları yok gibidir
Her şeyin ötesinde önümüzde artık dijital bir dünya ve duygularını deneyimler üzerinden yaşamak isteyen bir seyirci var. Seyirci değişirken işlerimizin üretim ve dağıtım metodunun yerinde sayması kulağa ikna edici gelmiyor.
Eat Your Catfish ALS hastalığı üzerinden aile içi krizlerin mizahi anlarına odaklanan, insana ve aileye dair bir hikâye anlatıyor.