Cinsel kimliğin ve evliliğin ikili cinsiyet rejimine göre düzenlendiği ülkemizde, üremeye yardımcı teknolojilere erişim hakkı sadece evli çiftlere tanınıyor.

KÜLTÜR

LGBTİ+ Bireylerin Üreme Hakları ve Yeni Üreme Teknolojileri

LGBTİ+ ve Trans Onur Haftalarını henüz geride bırakmışken, Türkiye’de üreme sağlığı ve hakları alanındaki adaletsizliklere ve eşitsizliklere bir göz atalım istedim.

 

Türkiye’de, LGBTİ+ bireylerin şiddete ve ayrımcılığa karşı yaşam haklarının garanti altına alınması LGBTİ+ hareketi için daha acil ve öncelikli bir ihtiyaç olduğundan belki, evlilik ve üreme hakları gibi eşitlik taleplerinin çok fazla dillendiril(e)mediğini görüyoruz. Ama bu yönde talepler hiç yok da değil. Örneğin, Yeni Anayasa tartışmalarının gündemde olduğu zamanlarda, CHP ve HDP’nin Anayasa’nın temel hak ve özgürlükler bölümünde yer alan eşitlik maddesine “cinsel yönelim” ve “cinsiyet kimliği” ibarelerinin eklenmesi talepleri “eşcinsellik evlilik” tartışmalarını ülke gündemine taşımıştı. Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPOD)’nin “Sadece Mağduriyette Değil, Vatandaşlıkta da Eşitlik: Eşcinsel Evliliklere Evet” talebi de bu açıdan önemliydi. SPOD’un altını çizdiği gibi, “[ö]zellikle Türkiye gibi, devletin toplumsal sorumluluklarını özellikle ücretsiz kadın emeği üzerinden aile kurumuna yıkan sosyal bir politika anlayışına sahip ülkelerde, eşcinseller için evlenmek” sosyal güvenlik, miras, tıbbi ve adli durumlarda birinci derece bir akraba olarak karar verebilme vs. gibi heteroseksüel evli çiftlere tanınan bir çok sosyal ve ekonomik haklara sahip olmak demektir.

 

Türkiye LGBTİ+ hareketi içinde, sosyal ve ekonomik hak taleplerinin evlilik ve aile üzerinden (evli olanlar ve evli olmayanlar arasında ayrımlar ve ayrımcılıklar yaratarak) değil, bireyler üzerinden vatandaşlık hakları olarak ele alınması gerektiğini savunan ve bu nedenle eşcinsel evlilik taleplerine mesafe alan yaklaşımlar da mevcut.

 

Bildiğimiz gibi Türkiye’de ideolojik olarak cinselliğin ve üremenin heteronormatif evlilik içerisinde tanımlanmasından ötürü, cinsel sağlık yalnızca üreme sağlığı üzerinden, üreme sağlığı da sadece evli bireyler üzerinden ele alınıyor. Bu durum, LGBTİ+ bireylerin cinsel sağlık hizmetlerine erişiminde ve bu hizmetlerden yararlanmasında zorluklara ve ayrımcılığa maruz kalmalarına neden olduğu gibi; üreme hakları da kutsal heteroseksüel evlilik ve aile normları karşısında tamamen yok sayılıyor. Örneğin, “ikili cinsiyet normlarına uymayan/sığmayan” transların, resmi cinsiyet kayıtlarının değiştirilmesi için maruz bırakıldıkları geri dönüşü olmayan ‘zorunlu kısırlaştırma’ ve genital organlarına müdahaleler bu açıdan oldukça vahim bir sistematik hak ihlali.

 

Bülent Ersoy’un cinsiyet değişikliği için dava açması ile başlayan hukuki mücadele sonucunda, 1988 yılında Türk Medeni Kanunu’nun 29. maddesine eklenen bir fıkra ile translara cinsiyet değişikliğini nüfus siciline yansıtma hakkı tanınmıştı. 2002 yılından beri yürürlükte olan yeni Medeni Kanunu’nun 40. Maddesine göre ise, cinsiyet değişikliği günümüzde şu şekilde düzenleniyor:

 

Cinsiyetini değiştirmek isteyen kimse, şahsen başvuruda bulunarak mahkemece cinsiyet değişikliğine izin verilmesini isteyebilir. Ancak, iznin verilebilmesi için, istem sahibinin onsekiz yaşını doldurmuş bulunması ve evli olmaması; ayrıca transseksüel yapıda olup, cinsiyet değişikliğinin ruh sağlığı açısından zorunluluğunu ve üreme yeteneğinden sürekli biçimde yoksun bulunduğunu bir eğitim ve araştırma hastanesinden alınacak resmî sağlık kurulu raporuyla belgelemesi şarttır.
Verilen izne bağlı olarak amaç ve tıbbi yöntemlere uygun bir cinsiyet değiştirme ameliyatı gerçekleştirildiğinin resmi sağlık kurulu raporuyla doğrulanması halinde, mahkemece nüfus sicilinde gerekli düzeltmenin yapılmasına karar verilir.

 

2015 yılında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, trans kimliklerin tanınması için zorunlu kısırlaştırma şartı uygulamasının bir insan hakları ihlali olduğuna hükmederek, Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkum etti. Son olarak, benzer şekilde, geçtiğimiz Nisan ayında, Fransa, translara zorunlu kısırlaştırma uygulaması nedeniyle AİHM tarafından mahkum edildi. Transgender Avrupa örgütüne göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi imzacısı 47 ülkeden 22’sinde translara cinsiyet geçişlerinde zorla kısırlaştırma şartı uygulanıyor. Bu ülkelerden bazıları şunlar: Belçika, Lüksemburg, İsviçre, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Hırvatistan, Bosna Hersek, Karadağ, Sırbistan, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Finlandiya, Türkiye, Letonya, Litvanya, Rusya, Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan.

 

Ancak şunu da eklemek gerek: Üreme teknolojileri üzerinden (özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’da) LGBTİ bireylerin üreme hakları ve deneyimleri üzerine yapılan mevcut tartışmalara ve araştırmalara baktığımızda, transların görünürlülüğünün çok kısıtlı olduğunu söyleyebiliriz. Transların üreme hakları tartışmaları çoğunlukla zorunlu kısırlaştırma (anlaşılır ve haklı nedenlerle) üzerinden yürütülüyor. Üreme teknolojileriyle farklı ilişkilenme biçimleri ise pek gündeme gel(e)miyor. Nadir örneklerden biri olarak, Kanada’da yaşayan bir çift ile ilgili 3 yıl önce yapılan habere göre trans kadın Jenna ile kendini biseksüel olarak tanımlayan Eby’nin çocuk sahibi olma hikayesi şöyle anlatılıyor: Jenna cinsiyet geçiş sürecini tamamlamadan önce bir klinikte spermlerini dondurur. Eby ile çocuk sahibi olmaya karar verdiklerinde Jenna’nın dondurulmuş spermi aşılama yöntemiyle Eby’nin rahmine yerleştirilir (yani, döllenmenin kadının bedeninde gerçekleşmesi beklenir). Dokuz aşılamadan sonra Eby hamile kalır. Aynı haberde yer verilen başka bir trans kadının hikayesinde ise cinsiyet geçiş sürecinden önce sperm (veya yumurta) dondurma yönteminin klinik ve maddi boyutlarına da değiniliyor. Kate cinsiyet geçiş sürecinden önce spermini dondurmak için (Kanada’da) bir kliniğe gittiğinde yıllık saklama ücreti olarak 500 dolar (iki yıllık peşinat ile) ödemesi gerektiği söylenir. Ancak, aynı klinik, tıbbi (kemoterapi öncesi gibi) nedenlerle yapılan dondurma işlemlerinden iki yıl peşinat şartı olmadan yıllık sadece 200 dolar almaktadır. Kate bu fark neden kaynaklanıyor diye sorduğunda ise klinikten şu cevabı alır: sizinkisi tercih!

 

Cinsel kimliğin ve evliliğin ikili cinsiyet rejimine göre düzenlendiği ülkemizde ise, üremeye yardımcı teknolojilere (tüp bebek) yasal erişim hakkının sadece evli çiftlerle sınırlandırılmış olması nedeniyle üremenin de ikili cinsiyet rejimine tabi olması maalesef şaşırtıcı gelmiyor. Türkiye’deki mevcut yasal düzenlemeye göre; tüp bebek uygulamaları, çocuk sahibi olamayan evli çiftlerden, tıbben uygun görülenlerin (yani tıbbi bir zorunluluk nedeniyle), kendi sperm ve yumurta hücreleri kullanılarak laboratuvar ortamında elde edilen embriyoların aynı çiftte kullanılmasını (yani kadının rahmine transfer edilmesini) ifade eden modern bir tıbbi tedavi yöntemi. Başkasının spermini kullanmayı ifade eden sperm donasyonu (nakli/bağışı), başkasının yumurtasını kullanmayı ifade eden yumurta donasyonu ve bebeğin başka kadının rahminde taşınmasını ifade eden taşıyıcılık/taşıyıcı annelik gibi uygulamalar ise kesinlikle yasak! Buna göre, beraber yaşayan ama evli olmayan çiftler, bekarlar ve LGBTİ+ bireyler hiçbir şekilde mevcut tüp bebek uygulamalarından faydalanamamakta; evli olsun yada olmasın hiçkimseye donasyon ve taşıyıcı annelik gibi uygulamalarla çocuk sahibi olma imkanı verilmemektedir.

 

 

Yukarıdaki görsel, 4 Ocak 1987 tarihli Nokta Dergisi’nden. Tüp bebek ile ilgili ilk yönetmeliğin yayınlanmasından yaklaşık sekiz ay önce ve Türkiye’nin ilk tüp bebeğinin doğumundan yaklaşık bir buçuk yıl önce yayınlanan bu esprili görselde (9. satır hariç, sadece heteroseksüel çiftlere odaklanarak) teknolojinin yardımıyla çocuk yapmanın yeni biçimleri ve yeni aile formları gösteriliyor. Ancak, teknolojik olarak mümkün olan, hukuki ve toplumsal olarak her zaman mümkün olmayabiliyor.

 

Ülkelerindeki mevcut kısıtlamalar ve engeller nedeniyle (yasal ve dini yasaklar; medeni durum, yaş, cinsel yönelim gibi nedenlerle üzerinden uygulanan erişim kısıtlamaları; uzun bekleme listeleri; teknolojinin mevcut olmaması, yeterli olmaması yada çok pahalı olması vs) dünya üzerinde binlerce insan bir ülkeden başka bir ülkeye tüp bebek uygulamalarına erişim için seyahat ediyor. Globalleşen ve teknolojikleşen üreme çağında, bu ulusötesi hareketlilikler, sağlık/tıp turizminin bir altformu olan “üreme turizmi” (Türkiye’deki popüler tabirle söylersek, “tüp bebek turizmi”) olarak özellikle son 15 yılda gittikçe artan antropolojik ve sosyolojik ilginin konusu oldu. Bir yandan, bu uygulamaların ulusal ve global düzeyde, ülkeleri, bedenleri, özne konumlarını birbiriyle nasıl ilişkilendirdiği, konumlandırdığı ve birbirinden nasıl ayrıştırdığına bakarak tabakalaşma (stratified reproduction), eşitsizlik ve güç ilişkilerine dair önemli tespitler yapılırken; diğer yandan, “kan bağı,” “genetik bağlar,” “seçim” gibi kavramlar üzerinden aile ve akrabalık anlayışları, normları ve ilişkileri bu süreçlerden ne şekilde etkileniyor, dönüşüyor ve yeniden üretiliyor gibi sorular üzerinden üreme ve ailenin kuirleşmesinin imkanları tartışılıyor.

 

Bu tartışmaların sadece akademik alanla sınırlı kaldığını da söyleyemeyiz. Geçen yıl, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), “infertilite”/kısırlık tanımının bekarları ve LGBTİ+ bireyleri de kapsayacak şekilde genişletecek yeni tanımlar üzerinde çalıştıklarını duyurdu. Çünkü, DSÖ’nün şu ana kadar kabul ettiği tanıma göre infertilite, en az bir yıl süreyle korunmasız cinsel birleşmede bulunan çiftlerde tıbbi nedenlerle gebelik oluşmaması durumudur. Bu tanımın bekarları ve LGBTİ+ bireyleri kapsayacak şekilde genişletilmesinin, bu kesimlerin tüp bebek teknolojilerine erişimlerindeki engellerin (devlet/özel sigorta kapsamı dışında tutulmaları dahil) kaldırılması yönünde ülkelere baskı kurmak açısından meşru bir zemin oluşturması umuluyor. Ancak, bekar ve LGBTİ+ bireylerin çocuk sahibi olamama durumuna bu şekilde tıbbi bir tanım üzerinden yaklaşıp “hastalık” kategorisinin içine sokmak oldukça riskli bir hamle olur.

 

Türkiye’de de yasak olan tüp bebek uygulamaları için gerekli maddi imkanları olanlar yurtdışına gidiyor. Ancak, 2010 yılında getirilen tüp bebek düzenlemesiyle yurtiçinde yasak olan donasyon ve taşıyıcı annelik gibi tüp bebek uygulamalarını yurtdışında kullanmak da yasaklandı. Medyada yakın aralıklarla iki ünlü bekar kadının yurtdışında donor spermle çocuk sahibi olmalarıyla gündeme gelen bu yasağın (evlilik dışında çocuk sahibi olmanın, özellikle de kadınlar için, ciddi bir toplumsal tabu olduğunu düşünürsek) pratikte daha çok, gizlice bu uygulamalarla çocuk sahibi olmak isteyen evli çiftleri hedef aldığını ve etkilediğini söyleyebiliriz. LGBTİ+ bireylerin tüp bebek uygulamalarıyla çocuk sahibi olması ise ülke gündemine hiç gelmemiş olmasına rağmen, bu yasağın onları da etkilediğini söyleyebiliriz. Sonuç olarak, bu uygulamalardan yurtdışında faydalanmak isteyen insanlar bunu şimdi daha da gizleyerek yapmak durumda kalıyor; bu da onları suistimallere daha açık hale getiriyor. Ayrıca, bu şekilde suç haline getirilen donasyon ve taşıyıcı annelik uygulamaları; toplumsal gerçeklik olarak kamusal alanda açıkça konuşulmaları engellenerek, herkesin bildiği toplumsal sırlara dönüştürülürken (örneğin, Kibariye’nin hamileyim açıklamasını apar topar geri çekmek zorunda kalması veya Ajda Pekkan’nın 71 yaşında anne olmak istiyor haberlerinin konunun tıbbi ve teknik boyutundan hiç bahsetmeden sanki bir mucize için doktorlarla görüşülüyormuş gibi verilmesi), TV dizilerinin popüler konularından biri haline gelerek kurgu üzerinden temsil edilebilir ve üzerine konuşulabilir hale getiriliyor.

 

Eevet, günümüzde, sperm ve yumurta donasyonu ve taşıyıcı annelik gibi yeni üreme teknolojileriyle “alternatif” aile formları teknik ve teknolojik olarak gerçekleştirilmesi mümkün. Evet, sadece tıbbi nedenlerle çocuk sahibi olamayan heteroseksüel çiftlerin değil, bekarların ve LGBTİ+ bireylerin de (biyolojik) çocuklarına sahip olabilmesinin (cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, sınıf, ırk, etnisite, yaş gibi toplumsal dolayımlardan geçerek) bir çok farklı yolu açıldı. Ama bu yolların bekarları ve LGBTİ+ bireyleri kapsayacak şekilde yasallaşması ve insanların bu teknolojileri kullanarak kendi aile anlayışlarını ve formlarını üretme hakkını elde edebilmeleri için daha uzun süre mücadele edilmesi gerekiyor.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YÇeyizdeki Yumurtalardan Kurumuş Gözlere: Ah Şu Kadınların Doğurganlığı!
Çeyizdeki Yumurtalardan Kurumuş Gözlere: Ah Şu Kadınların Doğurganlığı!

Arkadaşımın erkek kardeşi evlenirken annesi ona yaklaşmış ve sesini alçaltarak 30’lu yaşlarındaki müstakbel gelinleri acaba yumurta dondurmayı düşünür mü diye sormuş.

KÜLTÜR

YYeni Üreme Teknolojileri Ve Kürtaj Politikaları Kesişiminde Bir Doğum Hikayesi
Yeni Üreme Teknolojileri Ve Kürtaj Politikaları Kesişiminde Bir Doğum Hikayesi

“Evlat edinmeden"  “merhametli transfere" uzanan farklı sosyo-ahlaki-teknolojik pratikler...

KÜLTÜR

YTekno-milli bir başarı hikayesi olarak rahim nakli
Tekno-milli bir başarı hikayesi olarak rahim nakli

Kadınların hayatı riske atılarak, ulusal teknolojik gelişmeler, kârlı yatırımlar ve kutsal ailenin biyolojik yeniden üretimi için kadınların rahimleri tekno-milli gururun biyo-politik ve de biyo-ekonomik uygulama olanı olarak araçsallaştırılıyor. 

Bir de bunlar var

Tekinsiz bir canavar olarak kadın: Barbara Creed ve tersten korku sineması
Paris’te 1942’den Kalma ‘Zaman Kapsülü’ Daire Keşfedildi
“Benim Yaşam Sebebim Oldunuz”: Lezbiyen Biseksüel Feministler

Pin It on Pinterest