Filmden kareler değil, cümleler yazmak istiyorum: “annem hep bunu yapar…”, “benden utanıyorsun biliyorum”, “çok şanslısın benimki gibi kulakların yok” , “nasıl bir kız annesini tanımaz.“

SANAT

Kırıklar, Boşluklar, Rüzgar Belki Güneş…

Editörlüğünü Umut Tümay Arslan’ın yaptığı Cuma Fragmanları bir kısmı kalıba girmiş, bir kısmı dışarıda kalmış ya da şekilsiz bir kadınlık tecrübesiyle, yarı-pişmiş bir kadınlık tanımıyla bir biçimde bağlı, herhangi bir film, roman, şiir, sanat, kültür ürünü, büyük meseleler-küçük meseleler-orta meseleler, ama en çok yazmak, yazının gücü ve güçsüzlüğü ve kadınların yazması hakkında.

 

 

Hayata bir yerinden kırılan kadınları yazmak istiyorum kendi payımda, Cuma Fragmanları’nda. Kanadı kırılan, ruhu artık geçmiş bir anda asılı kalmış kadınların olduğu filmleri. Kendime hep sorduğum soruları sorabileceğim, belki cevabını bulurum diye umarak; “Kırık kaynar mı yeniden?”, “Hiçbir şey olmamış gibi olur mu?”, “Aslında çok da acımamıştı diyecek kadar unutulur mu?”

 

Amy Tan’ın romanından uyarlama olan The Joy Luck Club (Wayne Wang, 1993) filmini, 2000’lerin başında tesadüfen bir tv kanalında izliyorum. Ondan sonra bir kez daha izliyorum. Sonra adını unutup aklımda kalanın peşine düşüyorum. Amerika’ya göç yollarında Çinli anneler, kayıp hikayeleri ve onların kızlarının payına düşenler. Aklımda dört anne, onların anneleri ve kızları derken bir sürü anne-kız düğümünün elden ele taşınıp, kuşaklar boyu aktarılışının ana hatlarını, umut ile kıymetsizlik arasında bir yerde, tam da hiç kimsenin kendini değerli hissetmediği o düğümde, annelerin el atmasıyla kızlarının hayata çözülüşünü izliyorum bir kez daha, ben de umut ediyorum, öyle olsun istiyorum. Her zaman bir telafisi vardır, acının geçtiği yerde bir ferahlık hissi, bir nefes alırsın geçer, demek istiyorum. O çok tanıdık his boğazıma oturuyor, Kars’ın bir köyünden İstanbul’a gelen anneannem ve kızları ve onların da kızları. Çok az yaş farkı olan anneannemle kızları, o kızların da kendilerinden onlu yaşlar kadar küçük çocukları… Hepimiz annelerimizin bizi taşıyamayan kırık kanatlarında tek tek kırılıyoruz. Ben de onyedi yaş küçüğü olduğum annemin kanatlarının nasıl kırıldığını gördüm diyorum, teyzemin kızına, ordaydım çünkü. Yalnız senin bildiğin bir ağlaması olur annenin, akşam çöktüğünde başlayan, bir kuş olup annesinin evine gitmeyi hayal eden haykırışının bir iniltisi olur, sen de çocuğunun yanında ilk defa ağladığında kendinden çıkan sesi hiç tanımadığını, o sesin annenin sesi olduğunu, anladığında, hatırlarsın annenin sadece annesini özleyen küçük bir kız olduğunu. Sesler karışır kendi sesinden korkarsın. Artık annenin kızkardeşi oluvermişsindir. Annesiyle en fazla kızkardeş olabilmiş olanların, sonradan seçtiği tüm kızkardeşleriyle anakucağında gibi hissetmesi, aralarında oluşan o ince bağın, annenin memesinden gelen sütün tadına yakın oluşundandır.

 

 

Evlenirken anneannem ve kızlarının “tat murat alasın” diye emaneten verdikleri umutta da, boşandığım zaman hiç şaşırmayışlarında da, “benimle başlamadı” diye sezdiğim şeyi, onların en başından beri bildiğini anladım. “Ben ne murat aldım ki sen de alasın, ben ne gün gördüm ki sen de göresin” diyen anneye hangi hesabı sorabilirsin! Sorular daha havadayken kırılır dökülür. Düğüm sen daha doğmadan önce bükülmüştür. Bu emanettir belki kızın geri verdiği, ilk tattığı mutluluğu boğazda bir yutkunma ile en kısa mesafede ağzında bir kusmuğa dönüştürmesi.

 

Filmden kareler değil, cümleler yazmak istiyorum: “annem hep bunu yapar…”, “benden utanıyorsun biliyorum”, “çok şanslısın benimki gibi kulakların yok” , “nasıl bir kız annesini tanımaz “, “ben her zaman böyle değildim”, “eski geleneğe göre en hürmetli kız, kendi etini kesip çorbaya katar annenin devasını hazırlar, annenin hayatını öyle kurtarır”, “ bu seninle başlamıyor, benim annem de kendi değerini bilemedi, onun için çok geç ama senin için…” Filmin cümleleri tanıdık, ben etmişim gibi, ben duymuşum kadar.

 

Hatırla…

 

 

Dalıp giden anneler, donup kaldıkları anlar, annenin yaptığından utanan kızlar, kendinden utanıldığını bilen anneler, o utanca kaynayan anneler ve kızlar. Memleket kadar aşina…Kızına daha güçlü bir ruh vermek için kendini öldüren bir anne, kızına verecek ruhu artık olmayan bir diğer anne. Filmin sonlarına doğru, “seni görüyorum, senin ruhun çok değerli” diyor bir başka anne kızına. Bana söylenmiş kadar ferahlıyorum, “diyebilse o da derdi” diyorum.

 

Kırılan ruhun çatlaklarından boşluk sızıyor önce, her şey olsa, tüm özürler dilense, kırık kaynasa dahi rüzgârda hatta güneşte bile sızı alıyor ara ara, hayat gene de çatlaklardan akacak bir yol buluyor. “Olan oldu” diyorum anneme “olan oldu… bir çay koyalım kendimize…”

 

 

Görseller: The Joy Luck Club

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YEvler, Odalar, Hışırdayan Yapraklar, Belki Şarkı Söyleyen Birisi…
Evler, Odalar, Hışırdayan Yapraklar, Belki Şarkı Söyleyen Birisi…

Herkes değişmiştir de sen aynı kalmış sanırsan kendini, orada onları beklemiş ve kimse gelmemiş gibi bir yalnızlık ve belki ihanete uğramışsın hissi. Bu yüzden eski arkadaşlar biraz da rahatsız ederler aslında…

SANAT

YKalıplar, Marazlar, Çizgiler, Belki Aşktan Silgiler…
Kalıplar, Marazlar, Çizgiler, Belki Aşktan Silgiler…

Oğlum öğretti bana, insan kendinden taşar, olmakta olduğu şeyden akar.

SANAT

YDuvarlar, Köşeler, Çatlaklar, Belki Aradan Sızan Birileri…
Duvarlar, Köşeler, Çatlaklar, Belki Aradan Sızan Birileri…

Kocası ve oğluyla beraber bir evde yaşayan Olive’e kocası Henry, sevgililer günü hediyesi olarak bir kart verir, Olive okur ve çöpe atar.

Bir de bunlar var

Cuma Şarkıları (32) İskandinavya’da
Son Yıldız, Fantom Erkeklik ve Fantom Yazarlık
Dorothea Lange’in Gazap Üzümleri

Pin It on Pinterest