Türkiye'nin dört bir yanında İstanbul Sözleşmesi'nin her bir maddesine sahip çıkan kadınlarla görüştük.

MEYDAN

İl İl Kadınlar İstanbul Sözleşmesi’ne Nasıl Sahip Çıkıyor?

Editörlüğünü Tuğçe Yılmaz‘ın yaptığı 5Harfliler İstanbul Sözleşmesi Dosyası kadına yönelik şiddetle mücadelede İstanbul Sözleşmesinin önemini ve sözleşmeden çekilme tartışmalarının kadınlar için anlamını araştırmakta, yazı ve röportajlarla konunun uzmanı feministlere ses ve kulak vermektedir. 

 

 


İstanbul Sözleşmesi etrafında örülen sosyal medya kampanyaları ve sokak eylemleri devam ederken 5Ağustos’ta ülke çapında sokaklara çıkan kadınlar ve Lgbti+’lar pek çok sözel ve fiziksel şiddete maruz kaldı. Şiddetin en görünür olduğu kentlerden biri İzmir’di. İstanbul Sözleşmesi için sokakları dolduran kadın ve Lgbti+’lara İzmir’de saldıran polis, Ankara’da da benzeri şekilde ilerledi. İstanbul’da ise polis baskısı örtülü bir şekilde uygulandı. Polis, kadınları eylem veya forumlardan almak yerine daha sonra takip edip oturdukları mekânlardan, evlerinin önünden, bazı eylemcileri hedef alarak gözaltına aldı.

 

Hayatlarımıza güvenli alanlarda devam etmemizi sağlayacak bir sözleşmenin etkin uygulanmadığı, her gün birkaç kadın cinayetine uyandığımız bir zamanda Sözleşme’yi daha iyi uygulama yöntemlerini konuşmak yerine, Sözleşme’den çekilme tartışmalarını izliyoruz. Kadınların, Sözleşme’den çekilmenin tartışılmasına dahi tahammülü yok! Bu sebeple, haklarımızı savunmak için İstanbul, Hatay, Mersin, Diyarbakır, Eskişehir, İzmir, Erzincan, Samsun ve Ankara’da sokaklara çıktık. Her kentte eylemlilikler farklı farklıydı ve maruz kaldığımız muameleler, polis müdahalesi, valilik baskısı o kentin dinamiklerinden beslendi. Kadınların ve Lgbti+’ların İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkma süreçlerinin farklı kentlerde nasıl ilerlediğini öğrenmek için eylem çağrısı yapan Erzincan Katre Kadın Danışma ve Dayanışma Derneği, Ankara Kadın Platformu, İzmir Barosu ve Kadınlar Birlikte Güçlü Platformu ve Dicle Amed Kadın Platformu ile konuştuk.

 

5 Ağustos 2020 Samsun eyleminden. Fotoğraf: Sözcü Gazetesi

 

 

Arzu Kepez – Erzincan Katre Kadın Danışma ve Dayanışma Derneği

 

Diğer kentlerdeki eylemleri takip ediyorduk. KATRE Kadın olarak ne yapalım diye düşündüğümüzde “İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz” temalı bir eylem dizisi planladık. Kadınların katılımını sağladığımız bir yürüyüşten sonra basın açıklaması gerçekleştirecektik. Eğitim-Sen ve Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) kadınlara da haber verdik ve platform olarak eylemi örgütledik. KATRE Kadın olarak çağrıcı olduk ve eylem için valilikten izin istedik; ancak pandemi nedeniyle bize eylem için izin verilmeyeceği söylendi. Biz diğer kentlerde herkesin yürüdüğünü, burada da asker uğurlamaları ve diğer toplu etkinliklerin, örneğin düğünlerin, devam ettiğini, bunun bir gerekçe olamayacağını söyledik. Ancak “halkın hassasiyetleri” bahanesi de eklenerek eylem talebimiz kabul edilmedi. Sınırlı sayıda bir katılım da olsa basın açıklamamızı gerçekleştirebildik. Türkiye genelinde yapılan 5 Ağustos eylemini biz de burada yaptık; ama tabii ki çok zor koşullarda yaptık. Parklardaki yerimizi aldık, sokakları asla bırakmadık. Kampanya süreci için hazırladığımız bezimizi de balkondan sarkıttık. Yürüyebilseydik daha fazla katılım olurdu; ama imkânlarımız dahilinde biz de sürece böyle dahil olduk.

 

 

Biz daha çok projeler üzerinden çalışmalarımızı yürütüyoruz. Mahalle ve köylere hane ziyaretlerine gidiyoruz. Orada da kadınlara haklarımızdan, İstanbul Sözleşmesi’nden bahsediyoruz. Burada şunu söylemek istiyorum: Kadınlar korkuyor. Bize “Her gün haberlerde görüyoruz. Günde üç kadın, dört kadın öldürülüyor, biz artık daha çok korkuyoruz,” diyorlar. Şiddete uğradığımızda ne yapabiliriz, birlikte ne yapabiliriz diye soruyorlar. Hepsinde o korku ve kaygıyı görüyoruz. Haklarının korunmadığını, varolan haklarının da ellerinden alınacağını düşünüyor kadınlar.

 

Salgın nedeniyle toplantılarımızı yüz yüze gerçekleştiremiyoruz ama hane ziyaretlerinde görüşüyoruz kadınlarla. Bu ziyaretlerde bizlerle konuşurken çekiniyorlar. Yine de güven oluşturmayı başarıyoruz tüm bu zorluklara rağmen: bize güveniyorlar biz de onlara güveniyoruz. Birbirimizden öğreniyoruz. Örneğin Pınar Gültekin eyleminde de gözlerindeki “artık yeter” öfkesini gördük. Alanlara çıktık burada Pınar Gültekin ve katledilen diğer kadınlar için. Biz Erzincan’da bir kişi de olsak, iki kişi de olsak basın açıklamamızı yapmaya çalışıyoruz. Bu bize güç veriyor. Bizi yürütmek istemedikleri alanların ve sokakların da bizim olduğunu söylemek, bunda ısrar etmek bizi güçlü kılıyor. Erzincan’da kadınlar sokak eylemlerine çok fazla katılamıyorlar, haklı olarak korkuyorlar. Ama mahalle ve köylerde yaptığımız toplantılara kadınlar katılıyor. Bu toplantılarda sorunlarını dile getiriyorlar, birbirimizle dayanışarak güçleniyoruz. Kadınların mahalle ve köylerde yaptığımız toplantılara gelmeleri bizim için çok önemli.

 

Katre, Erzincan.

 

 

Betül Koca – Ankara Kadın Platformu

 

Biz Ankara Kadın Platformu olarak zaten sokaklardan vazgeçmeyen bir mücadele yürütüyoruz. Olağanüstü Hâl (OHAL) koşullarında da, baskı politikalarının en yoğun olduğu dönemlerde de kadın hareketi ve feministler sokakları terk etmedi Ankara’da. Bu süreçte de, Sözleşme’den çekilme tartışması başladığı andan itibaren bir çağrı yaptık: “Bu bizim yaşam alanlarımıza yönelik bir tehdit, gelin hep birlikte örgütleyelim bu süreci ve hayatlarımız üzerindeki kararı biz verelim,” dedik. Kurtuluş Parkı’nda geniş katılımlı bir forum gerçekleştirdik. Bu forum gerçekten 8 Mart havasında geçti ve kadınlar yoğun katılım gösterdi. Kadınlar İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunun uygulanması konusunda oldukça kararlılardı. Çoğu bu süreçte bizlerle çalışmak, mekanizmalarımızda yer almak istediklerini söylediler. İş birliği içinde eylemlerimizi sürdürdük.

 

Betül Koca

 

Sonrasında, diğer kentlerdeki gibi biz de 5 Ağustos’ta basın açıklamamızı gerçekleştirdik ve Kolej’den Çankaya Belediyesi önüne bir yürüyüş gerçekleştirmek istedik. Öldürülen kadınların fotoğraflarını taşıyarak. Fakat her zaman olduğu gibi valiliğin engellemesiyle karşılaştık. Ankara’da her zaman karşılaşıyoruz zaten bununla, yasal olmayan bir şekilde. Tüm alanlarımız kısıtlanmışken, her gün kadınlar öldürülürken ortalıkta olmayan polisler biz yürüyüş yapmak istediğimiz an kadınların karşısına barikat kuruyorlar. Biz bunu kabul etmediğimizi ve pazarlık da yapmayacağımızı söyledik. Şunu söylemek istedik aslında “Buna AKP karar veremez; kanunları, yasaları parlamento koyar.” Bu sözleşme imzalanırken kadın örgütleri sürece dahildi, şimdi kadınlar olmadan kadınların hakları üzerine konuşuluyor. İşte biz tam da bunu söylemek istediğimiz için kadın arkadaşlarımız işkenceyle gözaltına alındılar. Polislerin tavırları zaten yeterince çirkindi. Örneğin bir kadın arkadaşımızı gözaltına alırken “Evde kocana da böyle mi yapıyorsun?” gibi son derece eril, tahrik edici söylemlerde bulundular.

 

Şimdi bizim karşımıza “kutsal aile” gibi aşina olduğumuz ya da yeniden ürettikleri kavramlarla çıkmaya çalışıyorlar. Ya da işte Lgbti+’ları gerekçe göstermeye çalışıyorlar. Ama yanılıyorlar. Biz bu mücadeleyi Lgbti+’larla birlikte yürütüyoruz. Herhangi birimizi ilgilendiren tek bir maddenin eksilmesine karşın hepimizi yine karşılarında bulacaklar. Bundan sonraki süreçte de bunun takipçisi olacağız. Sokakları boş bırakmayacağız. İstanbul Sözleşmesi etkin uygulanana kadar mücadelemize devam edeceğiz. Hem de kendi istediğimiz haliyle uygulanana dek mücadele edeceğiz. Uygulansa dahi biz biliyoruz ki kadınlar adliye salonlarından, şikâyet için gittikleri karakollardan gözleri mor şekilde çıkabiliyorlar. Çok uzun bir mücadele, farkındayız. Ama kazanılmış tek bir hakkımızdan bile vazgeçmeyeceğiz. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Şunu unutmasınlar: kadınlar birlikte hareket ediyorlar ve birlikte güçlüler.

 

5 Ağustos 2020 Ankara eylemi.

 

 

Perihan Kayadelen – İzmir Barosu Genel Sekreteri

 

Sözleşme’yle ilgili hararetle savundukları iki argüman var: Eşcinselliği özendirmesi ve birlikte yaşamanın toplumumuzda yerinin olmaması. Bambaşka bir yerden konuşursak: imam nikâhlılar da birlikte yaşıyor olmuyor mu yasaya göre? Şimdi, bir kadın evli olmadığı bir erkekle yaşadığı için öldürülmeyi hak ediyor mu diyeceğiz? Bir sabah uyandığında, birinin eşcinsel olduğunu farketmesi mümkün mü? Her şeyden önce Türkiye böyle bir ülke mi? Ötekinin de ötekisisin eşcinselsen. Diğer politikalarını üretirken yaptıkları gibi burada da bir manipülasyon ağı örüyorlar ve yalan söylüyorlar. Açıkça biliyoruz ki İstanbul Sözleşmesi’nin temelde karşı olduğu şey erk şiddeti, erkek şiddeti.

 

Perihan Kayadelen

 

İzmir’de yaklaşık iki yıl önce başladı yoğun polis saldırısı. Yine bir kadın eyleminde saldırdılar. O süreçten beri “saldırmadıkları” tek eylem olan kadın eylemlerine de saldırmaya başladılar yani. Gerici tabanlarına yaslandıkça kadınların sesinin duyulmasını ve haliyle bu eylemleri de engellemeye çalışıyorlar. Pandemi koşulları gerekçesiyle yürümenize izin veremeyiz deniliyor; ama gördük ki Ayasofya açılışındaki kitle coşkuyla yürüdü ve bir araya geldi. Bunların hepsi kadınların sesinin duyulmasını engellemek, tepkilerinin görünür olmasını engellemek için yapılan müdahaleler.

 

İzmir’de Pınar Gültekin cinayetinden sonra kadınlar yürüyüş kararı aldılar ve o eyleme işkenceye varan muameleyle saldırdı polis. Basına da yansıdı, kadınların her yerinde morarmalar meydana geldi. O süreçte hastanede de başka hak ihlalleri yaşandı. Örneğin doktorların polisleri dışarı çıkarmadan, kapı açık bir şekilde kadınların muayenesini yaptığını öğrendik. Beden muayenesi dediğimiz şey vücudun bütün bölümlerinin muayenesi demek. Kıyafetlerin çıkarılarak kişinin muayene edilmesi gerekiyor. Ancak hiçbir şekilde böyle bir muayene de gerçekleşmemiş. Diğer saldırı ise 5 Ağustos’ta oldu. Kadınlar Alsancak ÖSYM’nin önüne çağrı yaptılar ve yürüyeceğiz dediler. Orada da aynı şekilde, işkenceyle kadınları gözaltına aldılar. Burada farklı dinamikler var elbette. Öncelikle hiçbir hak talebine tahammülü olmayan bir iktidar var karşımızda ve kadınlar olarak biz bu durumun farkındayız. AKP’nin kendi tabanından bir kesim kadın da sahip çıkıyor Sözleşme’ye. Sözleşme’yi savunan tüm bu kadınları görünce haliyle ikircikli bir durumun içinde buldu kendini iktidar. Bir yandan gerici tabanına sevimli görünmeye çalışıyor, diğer yandan ise burada istediği gibi esip gürleyemeyeceğini de görüyor. İşte tam da bu nedenle kadınların görünürlüğünü azaltmaya çalışıyorlar. İzmir’deki eylemleri görmüşsünüzdür, inanılmaz bir kalabalık vardı. Kadınların Sözleşme’ye nasıl sahip çıktığının göstergesiydi bu kalabalık. Bu kalabalığı dağıtmaya çalışıyorlar.

 

İzmir eyleminde gözaltı aracından selfi.

 

Diğer kentlere sorduk, biz burada yürüyüş yaptığımız için mi böyle bir saldırıya maruz kaldık diye düşündük. Bodrum’da, Kadıköy’de yürümüş kadınlar. İzmir’e özel bir saldırı söz konusu yani. İktidarın ele geçiremediği bir kent sonuçta İzmir ve feminist hareket çok güçlü ve örgütlü İzmir’de. İstanbul ve Ankara’ya göre daha küçük bir kent olduğu için de çok çabuk organize olabiliyoruz burada. İzmir Barosu avukatları olarak bizim birçok yerde numaralarımız var örneğin, kadınlar istedikleri zaman bize ulaşabiliyorlar.

 

Seher Kalkan – Kadınlar Birlikte Güçlü Platformu

 

2017’de Boşanma Komisyonu raporuyla birlikte hükümet zaten İstanbul Sözleşmesi’ni ve 6284 sayılı kanunu hedef almıştı. Bir karalama kampanyası başlamıştı bile. Rapor özetle aileyi koruyan, aileyi merkeze alan, boşanma sürecini arabulucularla zorlaştıran bir rapordu. Kadınlar Birlikte Güçlü Platformu olarak biz mütemadiyen kadın cinayetleri konusunda hükümeti sorumluluk almaya davet ettik bu süreçte ve dediğim gibi bu raporla birlikte bir hedef alma ve karalama kampanyası başlatılmış oldu. Haksız da çıkmadık. 2 Temmuz’da Numan Kurtulmuş, “İstanbul Sözleşmesi’ni nasıl imzaladıysak öyle de geri çekiliriz,” dedi ve hayatlarımız üzerinde tartışma başlamış oldu. 15 Temmuz’da TCK 103. maddenin değişikliği için görüşmeler vardı. Bu da biliyorsunuz, istismarın aklanması, kız çocuklarının evlilik yaşının düşürülmesi ve bunun meşrulaştırılması gibi detayları içeriyordu. Biz 11 Temmuz’a eylem koyduk. Akabinde bir dizi eylemlilik planlarken 21 Temmuz’da Pınar Gültekin’in haberi geldi. Biz Pınar’ın kayıp olduğu bilgisini aldığımızdan beri olumlu düşünemedik tabii, bir sürü kadın teyakkuzdaydı ve gözümüz kulağımız Pınar’dan gelecek bir haberdeydi. Sonra zaten vahşice katledildiğini öğrendik. Bu cinayet toplumda bir infial yarattı. Tıpkı Özgecan ve Şule’de olduğu gibi. Tüm bu gündemlerle birlikte bizler de İstanbul Sözleşmesi’nin salt hukuki bir metin olmadığını, söz konusu olanın hayatlarımız olduğunu anlatma planları yapmaya başladık. Bu infialle birlikte “Bu cinayetleri neden önlemiyorsunuz?” sesi hükümete kendiliğinden yönelmiş oldu. Yani kadınlar her zaman tepki gösteriyordu ama toplumdaki vicdani ses adresini bulamıyordu.

 

Yine aynı dönem bir anket sonucu paylaşıldı, biliyorsunuz, İstanbul Sözleşmesi’ni Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle karıştırıyordu çoğu insan. Biz de İstanbul Sözleşmesi’ni anlatma sürecine hız verdik. Hukuki dille yapmadık asla bunu, hayatlarımızda nasıl bir karşılığı olduğunu anlatmaya çalışarak yaptık. Sözleşme etkin uygulansaydı Pınar Gültekin öldürülmeyecekti dedik, Türkçe bilmediği için ifade veremeyen Fatma Altınmakas öldürülmeyecekti dedik. Kadınların tepkileri gittikçe yükselmeye başladık. Biz de Kadınlar Birlikte Güçlü Platformu olarak tüm kadın hareketine bir forum çağrısında bulunduk.

 

5 Ağustos 2020 İstanbul eyleminden.

 

26 Temmuz’da Abbasağa Parkı’na çağırdık kadınları Sözleşme’yi konuşmak için. Gittiğimizde müthiş bir polis direnciyle karşılaştık; ama kadınlar da inanılmaz bir irade sergiledi: “Biz bu forumu yapacağız,” dediler. O kararlılıkla Deniz Müzesi’nin orada bir forum yaptık. Çok güzel öneriler de çıktı. Sosyal medyada, sokakta, mahallede neler yapabileceğimiz üzerine konuştuk. Forumun sonuna kadar katılım hiç azalmadı ve biz son derece verimli, öğretici bir şekilde forumumuzu yaptık. Ancak sonrasında gözaltılar oldu. Biz dağıldıktan sonra Whatsapp gruplarına arkadaşlarımız “gözaltına alınıyoruz” yazmaya başladılar. Biz de ayrı gruplar olarak bir sokakta birleştik ve sıranın bize gelme ihtimalini düşünerek bir araya gelerek bir mekâna oturduk. Sonra sivil polisler geldi, rutin bir kimlik sorma işlemi gibi yaklaştılar önce; ama sonra telefonlarımızı aldık. Bir arkadaşımız “Zorlamayın, bizi gözaltına almaya çalıştığınızı biliyoruz,” dedi. Kapının önüne küçük bir gözaltı aracı getirdiler. Bu esnada sözlü şiddete maruz kaldık. “Özellikle Feride’yi alın” dediler ve gerçekten üç arkadaşımızı seçerek aldılar. Bize Abbasağa’da, “biz kadınlardan yanayız,” diyen polisler yaptı bu arada bunları. Arkadaşlarımızı forum bittikten sonra oturdukları mekânlardan, evlerinin önünden almalarını ise forum esnasında bunu yapsalardı oranın bir direniş alanına dönüşeceği ihtimaline bağladık. Kadınları oradan çekip almaya çalıştıkları görüntüyü vermek istemediler. Ama bizim oturduğumuz mekânda da gazeteci bir arkadaş çekmiş mesela bu görüntüleri, bu baskı yine görünür oldu bu sayede. İzmir’deki gibi görünür değil şu an için; ama İstanbul’da da örtülü bir şiddet var kadınlara yönelik. Hafta sonu Ankara’da da 24 arkadaşımızı aldılar örneğin.

 

Nihayetinde katılım bizi aşan bir sürece evrildi ve İstanbul Sözleşmesi’ni Uygula Kampanya Grubu olarak eylemlerimize devam ettik.. İnanılmaz bir kalabalık vardı Kadıköy İskelesi’nde. Ancak o gün yapılması planlanan AKP MYK toplantısı 13 Ağustos’a ertelendi. Onunla ilgili de bir sosyal medya eylemi başlattık, İstanbul Sözleşmesi’nin maddelerini okuyoruz dedik. Bu çeşitli meslek gruplarından, etki alanları daha geniş olan ünlülere dek yayıldı ve hâlâ da devam ediyor. Bastırdığımız broşürleri nöbet sistemiyle, zincir sistemiyle kadınlara ulaştırmaya devam ediyoruz. Avcılar’dan Tuzla’ya kadar, kapı kapı, mahalle mahalle dolaşarak kadınlara ulaştırmaya çalışıyoruz bu broşürleri. Pankart eylemi var bir de. Mahallelerde balkonlara, apartmanlara pankartlarını asıyor kadınlar ve gerçekten çok yaratıcılar. Instagram’da süren siyah-beyaz fotoğraf paylaşılmasını da unutmamak lazım. Özellikle bu eylem çok hızlı yayıldı, çünkü kadınlar pamuk ipliğine bağlı yaşıyoruz hissiyle, nereden geleceği belli olmayan bir şiddetle yaşamlarının ellerinden alınabileceği hissiyle yaşıyorlar. Tam da bu yüzden Sözleşme’nin etkin uygulanması için bu kadar ısrarcılar. Şimdi biri fotoğraf paylaşırken, diğeri Sözleşme’nin maddelerini okuyor, öbürü bezine nakşediyor: “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır.” Çünkü söz konusu olan hayatlarımız.

 

Rozerin Çatak (Dicle Amed Kadın Platformu)

Amed’de neredeyse her hafta kadınlarla birlikte Ofis alt geçit çıkışında İstanbul Sözleşmesi için basın açıklaması düzenledik. İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırıların sürdüğü, Sözleşme’den çekilmenin konuşulduğu ilk hafta Amed’de bir kadın eşi tarafından bıçaklı, bir diğer kadın ise silahlı saldırıya uğradı. Bağlar’da bir kadın aylarca bir evin odasına kapatılmış halde bulundu. Kadın aylarca kapatılarak aç ve susuz bırakılmış; taciz ve tecavüze uğramıştı. 30 kiloya düşmüş halde Dicle Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırıldı ve kendisine TBC (tüberküloz) teşhisi konuldu. Kadın hâlâ Dicle Üniversitesi Göğüs Hastalıkları bölümünde yatıyor ve mamayla beslenerek hayatta kalmaya çalışıyor. Ama tabii bu saldırılar sürerken, kadınların mücadelesi de kesintisiz bir şekilde sürdü. Amed’deki tüm sivil kurumlar balkonlarına veya camlarına “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” pankartı astı. Aynı şekilde, kent genelinde balkonlara mor kurdele veya flama asılarak “mor balkon” eylemleri yapıldı. En son büyük bir yürüyüş organize etmek isteyen Dicle Amed Kadın Platformu’nun yürüyüşüne izin verilmedi. Yürüyüşün yapılacağı alan ablukaya alındı. Dicle Amed Kadın Platformu olarak Diclekent Dünya kavşağında basın açıklamasından sonra oturma eylemi gerçekleştirildi.

 

Rozerin Çatak

 

Tüm bunlar yaşanırken kadınlar her zaman alanlarda oldu ve direndi. Amed’in tarihi zaten direnişlerle dolu. Eylemlere ilgi haliyle oldukça yoğundu. Zaten biliyorsunuzdur, İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırıların sürdüğü dönemde Amed’de kadınlara yönelik kapsamlı operasyonlar da hız kesmeden devam etti. Kadınlar gözaltına alındı, tutuklandı ve bu durum hâlâ devam ediyor. Ben de çocuk istismarı affının Meclis’te görüşüleceği hafta evime düzenlenen operasyonla gözaltına alınmıştım.

 

 

Kadın mücadelesi yürüten kadınlar, sözde gizli tanık ifadeleri ile tutuklanarak sindirilmeye çalışılıyor. Ama biz sinmiyoruz, direnmeye devam ediyoruz. Bu direnişimiz, hayatlarımızı doğrudan ilgilendiren İstanbul Sözleşmesi’nin her bir maddesini kapsıyor. Bunu kimse unutmasın!

 

 

5 Ağustos 2020 Eskişehir eyleminden. Fotoğraf: Sözcü Gazetesi

 

 

Ana görsel: 5 Ağustos 2020 Hatay eyleminden. Fotoğraf: Sözcü Gazetesi

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YGazze için 8 Mart’ta Küresel Grev Çağrısı: Gazzesiz Bir Feminist Mücadele Yok!
Gazze için 8 Mart’ta Küresel Grev Çağrısı: Gazzesiz Bir Feminist Mücadele Yok!

'8 Mart'ta bize katılın ve ataerkil ve sömürgeci sistemlerin tahtlarını sarsacak küresel bir grev için bizimle birlikte örgütlenin!'

MEYDAN

YTrans Onur Haftası (Pride) Komitesi: “Dönmeyiz, Buradayız, Bir Aradayız”
Trans Onur Haftası (Pride) Komitesi: “Dönmeyiz, Buradayız, Bir Aradayız”

Yıllardır süregelen düzene bir darbe niteliğindeki söylemlerimizle, “Dönmeyiz, Buradayız” diyerek 18 Haziran Translarla Eşitlik Günü’nde sokaklara çıkıyoruz.

MEYDAN

YYazarak Kuirleştirmek Atölyesi
Yazarak Kuirleştirmek Atölyesi

Avrupa Birliği tarafından finanse edilen CultureCIVIC Kültür Sanat Destek Programı’nın desteğiyle hayata geçen Yazarak Kuirleştirmek adlı atölye ve konuşma programı Mayıs-Eylül ayları arasında çevrimiçi olarak devam edecek. 31 Mayıs’ta başlayan program kültür ve sanat nesnelerini, otoriter kurum ve bireylerce onlara dayatılan ayrımcı anlatılardan özgürleştirmeyi hedefliyor.

MEYDAN

YBir Garip 8 Mart
Bir Garip 8 Mart

Dün okunan basın açıklamasında da dendiği gibi evet yastayız, evet öfkeliyiz ama bu enkazı birlikte kaldıracağımıza inanan milyonlarca insanız da.

Bir de bunlar var

Bahisdışı Kız Kardeş Üzerine: “Kendi Sesini Dünyayla İlişkilendirmek” (2. Kısım)
Geçen Hafta ve Türk Medyası
İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası İçin İki Çağrı

Pin It on Pinterest