"Sonra resmin içinde büyülü bir gün geçirirler."

SANAT

Eski Kumaşlar ve Masallar: Pantovola’nın Kuklaları

Görsel sanatlara meraklı biriyseniz, sayısız sanatçıya ve esere -internet ve sosyal medya sayesinde- ulaşmak artık çok kolay. Yapımı günler, haftalar belki yıllar alan eserler saniyelik hızla gözümüzün önünde bir belirip bir kayboluyor. Dünyanın dört bir ucunda yapılan bunca sanat veya ‘zanaat’ işine ve dolayısıyla birçok farklı fikre bu kadar kolay ve kısa sürede ulaşmak yaratıcılığımızı arttıran bir şey mi bilmiyorum. Bizi etkileyen güncel bir sanat eserinden ilham almak için yeterince zamanımız var mı? Yoksa zaman, keşfedilmesi gereken yığınla şeyi kaçırmamak için çok mu kısıtlı?

 

Adeta kendi yarattığı masal dünyasının içinde yaşıyormuş gibi görünen Anouk ile instagram sayesinde tanıştım. Pantovola takma adıyla internet üzerinden paylaştığı çizimlerinin ve kukla bebeklerinin kendilerine has gizemli bir havası var. Anouk, hikâye anlatmayı çok sevdiğini ve bunun sanatını besleyen yegâne şey olduğunu söylüyor. Elleriyle diktiği kuklalarında, kullanılmış giysilerden, yıllanmış dantellerden ve eski kumaşlardan bulduğu parçaları kullanıyor. Bazen elleri ve yüzleri daha ayrıntılı çalışabilmek için de kilden faydalanıyor. Eski kumaşlar bulmak için bitpazarlarını ve ikinci el dükkânlarını dolaşmayı çok seviyor. Kumaşlar ne kadar eskiyse anlatacak hikâyelerinin de bir o kadar çok olduğunu düşünüyor. Son olarak da bu bebekleri ve kuklalarını kendi özgün çizimleriyle, nakışlarıyla, kurguladığı hikâyeler eşliğinde süslüyor. Eski kumaşlardan tasarlanmış bu masalsı kahramanlar ilgimi çektiğinden onunla kısa bir söyleşi yaptım. Sanatına ilham veren şeylerden, geçmişinden ve gelecek hayallerinden söz ettik. Son iki yazımın üzerine yine tesadüfen en büyük ilham kaynağının annesi olduğunu öğrenmek ayrıca hoşuma gitti.

 

Anouk’u tanıtma amacımın bir diğer nedeni de söyleşide kendisinin de söz ettiği gibi yaptığı işin literatürde bir sanat dalı olmayışı. Dikiş, nakış, kumaş boyama gibi el işi gerektiren uğraşların tarih boyunca yalnızca ‘kadın işi zanaat’ olarak görülmesi ve sanatın bir parçası olarak kabul görmemesi günümüzde de devam eden bir tartışma konusu. Bana sorarsanız yine internet sayesinde ulaşılan sonsuz ihtimallerin getirdiği bu çok renkli ve çeşitli görsel dünyada artık sanat ile zanaat diye bir ayrımdan söz etmek çok da mümkün değil. Yıllanmış dantellerin ve kumaşların peşinde, bitmeyen bir hayal gücü eşliğinde, her birinin ardında bir hikâyesi olan bu kuklalar sanat değilse nedir?

 

 

“Burası, zihnimizde geçmiş çocukluk anılarımızı koruduğumuz yer.
Sepya renkli bir nostaljiyle kaplanmış, biraz solmuş biraz yıpranmış bir yer.
Etrafındaki basit şeylerden büyülenmiş sihirli çocuk,
Kendini büyüttüğü o gizli dünyasında.
Bozulmamış bir hayal gücünün, bizi fantezi ve düşler cennetine götürebileceği yerdeyiz.
Fare ailesinin kahvaltı masasını kurduğu, baykuşların uyku vaktinden önce bilgelik hikâyeleri paylaştığı hayali bir günü, kâğıttan bir tiyatroda ya da bebek evinde geçirelim.”

(Anouk’un kişisel web sitesinden alıntı)

 

 

Sanat yolculuğun nasıl başladı? Bir sanat okuluna gittin mi?

 

Hatırlıyorum da çocukken tüm boş zamanlarımı resim ve bez bebekler yaparak geçirirdim. Annem de bir sanatçıydı ve kardeşimle benim en büyük ilham kaynağımızdı. Evin içinde yaratıcı alanlar kurgulayıp bir şeyler üretmemiz için bizi motive ederdi. Mesela evimizin duvarlarını boyardım ve annem eve geldiğinde -pek çok ebeveynin aksine- boyanmış duvarları görüp çok sevinirdi.

 

Daha sonra Hollanda’da Arnhem Güzel Sanatlar Okulu’na gittim, kukla çizimi ve animasyonu üzerine çalıştım. Sanatçı olmak dışında bir meslekle uğraşmayı hiç düşünmedim. Açıkçası sanat dışında başarılı olabileceğim herhangi bir meslek olabileceğini bile düşünmedim. Gerçi geçimimi sağlamak için yıllarca kafelerde yarı zamanlı çalıştım. Sadece üç yıldır tam zamanlı bir sanatçıyım. Okuldan mezun olduktan on ya da on bir yıl sonra ancak…

 

Cadının Ruhu –tuval üzeri akrilik-

 

Evde mi çalışıyorsun? Çalışma alanın nasıl bir yer?

 

Profesyonel olarak kukla yapmaya Londra’da küçük bir kanal teknesinde yaşarken başladım. Daha önceleri yalnızca resim ve baskı yapıyordum. Müzisyenler ve çeşitli etkinlikler için afiş tasarımı tarzı serbest işler kovalıyordum. Kukla yapmak için çok geniş bir alana ihtiyacım olmadığından yaşamak ve çalışmak için küçük bir tekne bana yetmişti. İlk kuklamı hatırlıyorum da epey korkunçtu ama yapması çok zevkliydi, çok sevdim!

 

Sonra, İskoçya Edinburgh’a taşındım ve nihayet fazladan odası olan bir evim oldu. Hayatımda ilk kez ‘stüdyo’ diyebileceğim bir yerim vardı ve bu mekân bana sanatsal çalışmalarımı geliştirip genişletme imkânı sundu. Çok geçmeden de daha büyük heykeller ve kuklalar yapmaya başladım.

 

Çevremde dikkatimi dağıtacak şeylerin olmadığı, bol ışık alan ve düzenli yerlerde çalışmayı seviyorum. Aklımdaki fikirlerin odanın içinde genleşebilmesi gerekli! Her gün düzenli çalışıyorum, aslında bu sıralar haftanın bir günü kendime izin vermem gerektiğine karar verdim. Ama zihnimde uçuşan yeni fikirlere engel olamıyorum. Evden çalışmanın da dezavantajı bu sanırım; insan hiçbir zaman tam olarak işinden kopamıyor. Her seferinde bir sonraki işimin şimdiye kadarkilerin en iyisi olacağını hayal etmekten kendimi alıkoyamıyorum (gülüyor). Yaptığım şeyden hiçbir zaman tam olarak tatmin olmuyorum, zihnimde hep bir sonraki proje var.

 

 

Tasarım sürecin tam olarak nasıl işliyor? Ruhsal ve fiziksel olarak nasıl bir ortama ihtiyacın var?

 

Dediğim gibi, aklımda hep birkaç proje olur, önce bunları zihnimde bir süre tasarlar ve ardından somutlaştırmaya çalışırım. Açıkçası eskiz yapmak için fazla sabırsız biriyim. Kafamdaki taslak fikirler, yaratma sürecimle beraber şekil alıp netleşiyor. Yaptığım işin en sevdiğim kısmı bu; bir şeyler dikmeye ya da boyamaya başladığım zaman büyülü diyarlardan zihnime uğrayan ufak fikirlerin birden gelişmeye ve bana kendilerini anlatmaya başlamaları.

 

Çalışmaların bana biraz peri masallarını hatırlatıyor, ama sanki karanlık bir tarafları da var.

 

İç dünyamın hep gerçeküstü, fantastik bir yanı vardı. Çocukluğumdan beri bu gerçeküstü dünyayı somut bir şeylere dönüştürmekse en büyük tutkumdu. Bir bebek evim vardı ve orası hayallerimin, düşüncelerimin ufalıp gerçekleşebildiği harika bir yerdi. Banyo küvetinde bir denizkızı yaşıyordu, tavan arasında ise minicik kıyafetleriyle bir fare ailesi. Bu ev için yaptığım zürafanın ayakları birinci kattaydı, boynu merdivenleri aşıyor ve böylece de kafası ikinci katta yaşıyordu. Sanatımda bu tarz eğlenceli şeylerin yanı sıra karanlık bir yan da var. Anderson’u ve Grim Kardeşleri okumayı çok severim. Belki bu tarz eski masalların sevdiğim yanı da içlerinde hep bir karanlık taraf olması. Aslında özlerinde gerçek hayattan öğretiler barındırıyorlar. Bu masalların en çarpıcı yanı da bu zaten; dünyadaki kötülükleri sihirli bir şekilde aktarmaları.

 

Kırılgan kadınlara benzeyen kuklaların da var. Senden ya da kültüründen izler taşıyor mu bu kadınlar?

 

Yaptığım kukla bebeklerde ve resimlerde birkaç farklı kadın temsili var ve benim en sevdiğimse Cadı olan. Çünkü cadı, ateşli ve bilge bir pagan yaratığı. Herhangi bir kültüre ya da medeniyete ait değil. Doğaya ait ve hatta doğanın ta kendisi. O, herkesin ve her şeyin annesi. Ama doğa her zaman iyi olmaz, kötülük yapma gücü de vardır. Tek bir nefesiyle her şeyi yok edebilir. İşte bu yüzden doğanın içinde barındırdığı tüm bu tehlikeyi ve gücü cadılarımın gözlerinden yansıtmak istiyorum.

 

Bazen de kadınların kırılgan bir çiçek gibi davranmak zorunda kaldığı dönemlerden ilham alıyorum. Ama aslında bu kadınların birçoğu kendi iç dünyalarında bambaşka hayatlar yaşadılar. Bu farklı yaşamların izlerini yazdıkları yazılardan anlayabiliriz. Mesela Brontë Kardeşler… Dışardan dönemine uygun yaşayan kadınlar gibi görünmüş olabilirler ama fikirleri daima ait oldukları zamanın çok ötesindeydi.
Bir de tabii ki hayvanlar var! Her zaman hikâyelerimin bir parçası olan kurtlara ve kuşlara benzer hayvanlar yaratmaya bayılıyorum. Çocukken okuduğum peri masalları ya da fabllarda olduğu gibi ben de hayvanlarıma insan karakterleri katmaya çalışıyorum, böylece daha katmanlı ve özgün hale geldiklerini düşünüyorum.

 

Sence kadın olmanın sanatını etkileyen bir yönü var mı? Ya da sanatına etki eden şeyler ne?

 

Şimdiye dek hep kadındım. Erkek olmanın, yaptığım şeyleri erkek olarak yapmanın nasıl olacağını hayal etmem zor. Bu dünyaya bir erkek olarak gelseydim aynı mı olurdum? Bilmiyorum, belki. Ama şunu biliyorum ki sanat okulunda okurken dikiş dikmek ve kukla bebekler yapmak asla bir sanat konusu olmadı! Sanırım tarih boyunca bunları yapmak hep bir kadın işi olarak görüldü ve bu yüzden de bir sanat türünden ziyade zanaat olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla kendimi sanat sahnesine(!) dâhil olmayan bir hikâye yaratıcısı olarak görüyorum. Ama sanat okullarının ya da benzer kurumların bu tür sanat dallarına hak ettiği önemi vermesini isterdim. Bir sanat okulunda dikiş dikmenin veya nakış işlemenin nasıl yapılacağını öğrenmek, en az ahşap oymacılığı ya da metal heykellerle uğraşmak kadar güzel olurdu.

 

 

Peki, işinle ya da hayatınla ilgili gerçekleşmesini dilediğin en büyük hayalin nedir?

 

Bir gün, kurguladığım hayal dünyasına ait bir karakter olmak isteyecek kadar güzel ve yeterince şey tasarladığımı hissetmek! Tıpkı Mary Poppins’in çocuklarıyla, arkadaşı Bert’in yaptığı sokak resminin içine dalmaları gibi! Sonra resmin içinde büyülü bir gün geçirirler. İşte benim de en büyük hayalim bir gün buna benzer bir an yakalayabilmek.

 
 
 

Sanatçının web-sitesi ve Instagram hesabı.

 
 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ECİNNİLİK

YUna Aramızda
Una Aramızda

Kadına yönelik şiddetin hem kişisel hem de toplumsal bakış açılarında nasıl bir yol katettiğini anlatan bir manifesto onunkisi.

KÜLTÜR

YSalgında Değişen Mekansal Algılarımız
Salgında Değişen Mekansal Algılarımız

İnsanın yokluğu mimari algılarımızı etkiliyor mu?

SANAT

YEdebiyatın Cadıları
Edebiyatın Cadıları

Dünyanın her yerinden, kimisini ezbere bildiğimiz, kimisini hiç duymadığımız otuz kadar edebi cadı var bu kitapta.

Bir de bunlar var

Hayatın yarım yamalaklığı ya da dünya üzerine birkaç dikiş: Gözde İlkin’in ucubeleri
Teresa Pągowska’nın Astarsız Tuvallerindeki Kadın Bedenleri
Korumalı: Ben Fadik

Pin It on Pinterest