Sanatımda Güney Asya diasporasından biri olarak marjinal kimlikleri ve bedenleri silen milliyetçiliğe karşı çıkmak derdindeyim.

SANAT

Katılaşmış Formlara Feminist Müdahale: Umber Majeed’in Sanatı

Umber Majeed, New York’ta yaşayan değişik disiplinleri bir araya getiren bir görsel sanatçı. Yazı, performans ve animasyon olarak geliştirdiği çalışmalarında aile arşivlerinden yola çıkarak Pakistan’ı, kentleşmeyi ve dijital altyapıları feminist bir tavırla ele alıyor.

 

 

Öncelikle merak ediyorum, pandemi sırasında günlerin nasıl geçiyor? New York’da durum nasıl? Haberlerden iyi şeyler duymuyoruz, sanatçılar bu durumla nasıl başa çıkıyorlar? Sanat dünyasında herhangi bir dayanışma var mı?

 

New York ve Amerika’da yaşayan insanlar Mart’ın ortalarında pandemi ilan edildiğinden bu yana genel olarak çok bunaldılar. Bir sürü insan eyaleti terk ettiği hâlde, hükümetin herkes için temin etmesi beklenen tıbbî malzeme, Covid-19 testi ve ekonomik destek yetersiz kaldı. Pandemi sırasında New York’taki pek çok sanatçı örgütlenmesi arasında dayanışma yaşandı. Birbirlerine bağışta bulunmaya ve hibe vermeye, yiyecek yardımında bulunmaya başladılar. Öyle görünüyor ki, müşterek yardımlaşma, Amerika’da sağlık yardımına erişemeyen ve işsiz kalan milyonlarca insan için geçerlilik kazanan bir kavram hâline geliyor.

 

En büyük ve güncel sorunlardan biri, New York valisinin birçok işletmenin ve kişinin kira kontratlarını iptal etmesi. İnsanlar resmen işsiz kaldı (Amerika’da 1.5 milyon insan işsizlik yardımı için devletten destek talep etti). Bizi korumayı reddeden bir devlete borçlu olmamanın bir yolunu bulmaya çalışıyoruz. Aklımdaki en büyük soru: ortak alanlara sahip olamazken ve birbirimizi destekleyecek kaynaklardan mahrumken birbirimize nasıl sahip çıkabiliriz? Toplumsal bakımın yeni yolu ondan uzak kalmak mı? Öyleyse birbirimizi nasıl güçlendireceğiz? Mimarî endişelerimizle  yüz yüze gelişimiz de çok tuhaf. Bu tıklım tıkış şehirde küçücük bir oda kiralamak hiç de ideal değil!

 

Farklı mecraları bir araya getirerek, özellikle de dijital araçlarla ailevi ve kültürel mirasın üzerine kuruyorsun sanat pratiğini. Bunu yaparken de feminist bir tavra dikkat çekiyorsun. Feminen ve maskülen simgesel formlar arasında şimdiye kadar ne tür farklılıklarla karşılaştın? Fiziksel dünyada olduğu kadar dijital gerçeklikte de cinsiyet ayrımları mevcut mu? Ayrıca merak ediyorum, dijital platformlar fiziksel dünyadan daha özgür bir alana izin veriyor mu?

 

Sanat pratiğimde devletin ve vatandaşın, erkeğin ve kadının arasındaki güç dinamiklerinin dengesizliğini tasvir etmek için birbirine zıt simgesel formlar kullanıyorum. Nükleer milliyetçilik ve soylulaştırma içerisindeki farklı özne konumlarını analiz etmek için Pakistan’ı, oradaki kuşaklar arası diyaloğu bir vaka olarak ele alalım. Dişil ve eril simgeler arasındaki temel fark, eril, “fallik” formların daha kolay görülmesi ve daha erişilebilir olmasıdır. Örneğin, Pakistan gibi bir ülkede fallik anıtlar kentsel mekânın tamamında yeniden yaratılıyor. Dişil simgeselliğin herhangi bir yorumu yine erkek bakışı ve perspektifiyle yaratılıyor. Dişillik, sevgi, arzu ve maneviyat bu ana akım mantıkla yönlendiriliyor. Bu mantık aynı zamanda, dünyanın dört bir yanındaki büyük teknoloji şirketlerinin teknolojik araçları yardımıyla milliyetçi, heteronormatif idealleri teşvik ettiği bir dijital alanda da tekrarlanıyor. Fakat, bu dijital gerçeklikle oynayarak bir değişikliğe gidilebilir, teknik terimlerle söyleyecek olursam, alternatif bir gerçeklik yaratmaktan bahsediyorum. Sanat pratiğimde sıklıkla kullandığım bir motif olarak hayattaki ve dijital ortamdaki gerçekliklerin yeşil ekran üzerinde birbiriyle çarpışması böyle bir projeksiyon olabilir muhtemelen. Ailemden amatör performans sanatçıları gibi davranmalarını istediğim ilk videolarımdan biri olan “Body of Water” [Suyun Bedeni], buna bir örnek. Arka plan görüntüsünü izleyici için gerçekliğe dönüştürmek adına yüzmeyi ne kadar sürdürebileceklerini görmek istedim. Bu yüzme direnci, boğuluyorlarmış gibi görünmeleriyle sonuçlanmıştı.

 

Dijital ve fiziksel altyapılar yakından bağlantılılar. Dijital ağlar, dünya genelinde yeraltı ve sualtı kablolarının gerçek anlamda inşa edilmesi sonucu fiziksel bir özellik kazanır. Yaşanan deneyim, bir arayüzün mevcudiyetinden ve sosyal medyadaki sanal varlığımızdan son derece etkilenir.

 

Çalışmalarında geçmiş ve modernist dünyanın ulus devlet, din, militarizm, anıt gibi konularıyla boğuştuğunu görüyorum. Bu gibi katılaşmış formlara sembolik düzeyde, dijital araçlarla müdahale edip bozuyorsun ve bu garip bir mizah ve estetik doğuruyor. Ne dersin?

 

Modernist idealleri tasvir eden imajlarla olan muhataplığım, daha sonraki çalışmalarımda belirgin şekilde politik hâle geldi. Yeniden yorumlanabilmeleri için imajların anlatısal yapısını görsel araçlarla çarpıtıyordum. “In the Name of Hypersurface of the Present” [Şimdinin Hiperyüzeyi Adına] projemde, aşk, bilim, yıkım ve milliyetçilik üzerine kurgusal bir parodi yaratmak için stok görüntüleri (internet meme’leri), buluntu filmleri ve aile arşivlerini (büyükbabamın analog fotoğraf baskılarını) kullanıyorum. Pakistan askerî tarihine ve gücüne övgüler yağdırarak devlet propagandasını yayan ve sürdüren Facebook gruplarından meme’ler ve erişime açık imajlar buldum. Bu görselleri kendi animasyonlarımda ve dijital yayınlarımda başka amaçlarla kullanıyor, yeniden düzenliyor, kırpıyor, mozaikliyorum.

 

Atomi Daamaki Wali Mohabbat 2017-8

 

Kendi terminolojinde yeni özneler yarattığını görüyorum, mesela izleyici kullanıcıya (user) dönüşüyor. Acaba sanat galerisinin de işlerin için bir arayüz oluşturduğunu söyleyebilir miyiz? Sanatçı olarak kendi deneyimini nasıl tanımlıyor, kendi konumunu nasıl tarif ediyorsun?

 

Sanat galerisi çalışmalarımın tek arayüzü değil. İnternet üzerinden gerçekleşen rezidans programlarına katıldım, Akademie Schloss Solitude’un Web Residency’si (2018) ile Virtual Dream Center’ın “Bubble Orchestra”sı (2020) gibi sanal alanlarda sergiler düzenledim.

 

En son projem olan “Trans-Pakistan Zindabad (Yaşasın Trans-Pakistan)“da,  VR (sanal gerçeklik) ve AR (artırılmış gerçeklik) üzerinden spekülatif dijital hizmetler sunan, “Trans-Pakistan” isimli sözde bir turist şirketi aracılığıyla “izleyici” kavramını sanat deneyimiyle aktif olarak etkileşime giren bir “kullanıcı-beden”e doğru genişletmeye çalışıyorum.

 

Bu sanal proje bir animasyon, ders performansı ve VR yerleştirmesinden oluşuyor. Bu araştırma, Pakistan merkezli yozlaşmış bir gayrimenkul geliştirme şirketi olan Bahria Town’da bir araya gelen askerî ve devlet gözetimi, küresel sermaye ağları ve ihtişamlı kentsel enternasyonalizm arasındaki kesişimleri ana hatlarıyla ortaya koyuyor. Bir Sfenks’in, Eyfel Kulesi’nin ve Tac Mahal’in minyatür boyutundaki ve büyük ölçekli reprodüksiyonlarına ev sahipliği yapan bu küresel şirket, bir zamanlar dayımın sahibi ve işletmecisi olduğu ve bu proje için yeniden hayata geçirilen “Trans-Pakistan”ın sunduğu aldatıcı görüntü üzerinden inceleniyor.

 

 

Trans-Pakistan, Pakistan’daki Teröre Karşı Savaş neticesinde 2000’lerin başında kapatılmıştı. Son 20 yılda ise diasporanın soylulaştıranlar olduklarını ve ülke ekonomisi içinde önemli bir noktaya geldiklerini gösteren bir geri dönüş göçü (return migration) akını yaşandı. Turizm şirketi ve boş vakit (leisure) konsepti soylulaştırmayı, cemiyeti ve dünya-inşasının imajlarını yıkıcı bir şekilde analiz etmek maksadıyla kullandığım bir yöntem. Çok katmanlı anlatı ve görsel malzeme, turizm, aile arşivleri, beden metaforları ve bir kentsel tasarım önerisi olarak teknolojik korsanlık ile üst üste biniyor. Proje, artırılmış ve sanal teknolojiler üzerinden, gözetim altındaki simulakranın[1] kentsel tahayyüldeki alternatif işgal biçimleri üzerine spekülasyonda bulunuyor.

 

zaameen.com adlı bir VR yerleştirmesi aracılığıyla 3 boyutlu bir ortamda alternatif bir döner kavşak planı (Pakistan Bahria Town’daki temel mimarî özellik) yarattım. Devletin gözetiminde olmayan ve diğer fiziksel kamusal alanların aksine aylaklığa karşı çıkmayan bir sanal alan. VR deneyiminde, izleyicileri devlet gözetimi ve herhangi bir ekonomik ayrıcalığa ihtiyaç duymaksızın mekânda yürümeye ve keşfe davet eden sesli bir tur rehberi de var.

 

Bu ortamın başka bir versiyonu Virtual Dream Center’daki [Sanal Düş Merkezi], “Bubble Orchestra“da mevcut.

 

Şimdilerdeyse Trans-Pakistan şirketinin altında ortaya çıkan bir başka bileşeni, “Eye-Planet”i, geliştirme sürecindeyim. Bu, arttırılmış gerçeklikle hazırlanan bir telefon uygulamasıyla gerçekleşecek ve sizi sanat galerisinde izleyici olmanın ötesine geçirecek bir yürüyüş turu olacak. Uygulamanın soylulaştırmadan etkilenen kişilerle doğrudan iletişime geçebilmek adına hem İngilizce hem de Urduca olması ve Pakistan’nın tamamında erişilebilmesi planlanıyor. Pioneer Works’ün sonbaharda New York’ta başlayacak olan  Teknoloji Rezidansı’nda dijital arayüzün ilk aşaması üzerinde çalışmayı planlıyorum.

 

Eye-Planet (Trans-Pakistan Zindabad), dijital kolaj, 2019, Trinity Square Video, Kanada

 

Tükiye’de erkeklerin sevgisi her gün kadınları öldürüyor diye bir söz vardır. Atomi Daamaki Wali Mohabbat (The Atomically Explosive Love- Atomik Patlayıcı Aşk) adlı çalışmana baktığımda hep bu söz aklıma geliyor. Aslında erkeklerin sevgisi dünyayı öldürüyor diyebilir miyiz?

 

Atomi Daamaki Wali Mohabbat, yürüttüğüm “In the Name of Hypersurface of the Present” serisinin tanıtım bölümü. Projemin kalbine ulaşmanın da harika bir yolu olduğundan bu ifadeyi duymak oldukça ilginç. Video projesinde anlatıcı benim ve çoğunlukla otorite sahibi erkeklerden alıntı yapan kurgusal bir erkek şairin kimliğine bürünüyorum. Video anlatımı içerisinde birçok kez dilim sürçmüş gibi “bomba” ve “gonca” kelimelerini (bloom and boom) kullanıyorum, ne var ki diğer insanlar buna dehşete düşmüş gibi tepkiler veriyorlar. Bu tarif ettiğiniz erkek sevgisini devlet (erkeğin temsilcisi) olarak anlıyorum ve Türkiye’yle Pakistan’ın politikaları ve bu ülkelerdeki propaganda arasında birçok benzerlik görüyorum. Eylemlerini meşrulaştırmak için her türlü aracı, örneğin benim projemde olduğu gibi şiir veya bilimi kullanabilirler.

 

Karen Barad “Meşakkatli Zaman/lar ve Hiçlik Ekolojileri” adlı makalesinde From Trinity to Trinity romanından yola çıkarak, yaşlıca isimsiz bir kadının Nagasaki’den ilk atom bombası denemesinin yapıldığı yer olan New Mexico’ya seyahatini ele alır ve bunu da zaman ve adalet arasındaki ilişki üzerinden okur:

 

‘’Hayashi’nin hikayesinde mesele (sanki mümkünmüş gibi) zamanı düzeltmek değildir; daha ziyade zamanı, evrensel zamanı, anların zamanda tek tek var olduğu, her yerde aynı olduğu ve sırayla birbirinin yerini aldığı (tıpkı Fordist montaj hatlarının düzenli aralıkları olan ritimleriyle gelip geçen, eskisinin yerini almak üzere yenisini üretilen birbirinin aynı mevcudiyetler gibi) nosyonunu fesh etmektedir; aynı zamanda Modernitenin benliğe ve insan olmanın anlamına dair birleştirilmiş nosyonunu fesheden zaman – varlığın hikayesidir. Seyahat eden – seken kendi benlik duygusunu riske atmalıdır ki benlik asla tek olmayacak ya da kendisi olmayacaktır. Seyahat-sekme – mekanzamanmaddeleşme dolaşıklıklarını takip etmek- kişisel ya da kolektif tarih meselesi olarak doğrusal bir kronoloji yazmakla aynı şey değildir. Seyahat-sekme , özegül maddi dolaşıklıklar halindeki sömürgeciliğin dile dökülmez şiddet edimleriyle uzlaşma çabası içindeyken sömürgeci düşünceyi kesen/fesheden cisimleşmiş maddi emektir. Yoksa bir ışık patlamasıyla zamanı ortadan kaldıran bu anında kitle imha silahının sonsuz insaniyetsizliğine yaklaşmaya nasıl başlayabilirdi ki?’’[2]

 

Buradan yola çıkarak kendi Pakistan-New York yolculuğunu nasıl yorumlarsın?

 

Referansınızı çok güzel ve etkileyici buldum. Modern tarihin kalıplaşmış kavramlarını karmaşıklaştıran tutarsız zamanı ve benlik duygusunu özetliyor. İşimde, ailem ve cinsiyetçi özne konumları aracılığıyla deneyimin farklı kuşakları ve tarih arasında salınıyorum. Örneğin ben, milli bir gururla dolup taşan, üst orta sınıf heteroseksüel bir aile babası olan dedem Pirzada A. Waheed’in malzemelerini inceleyen Pakistanlı-Amerikalı bir kadınım. Güney Asya diasporasından biri olarak marjinal kimlikleri ve bedenleri silen milliyetçiliğe karşı çıkmak gayem var. 2013-14 yıllarında büyükbabamın fotoğraflarını toplarken önümde bu konuda bir kapı açılmış oldu. Bu öncelikle, New York’taki anneme götürmek üzere dedemin fotoğraflarını topladığım kişisel ve duygusal bir proje olarak başlamıştı. Dedem o sıralarda bunamanın son evrelerindeydi ve Alzheimer hastasıydı. Deneyimlerinden yola çıkarak kurduğu tüm tüm anlatılar ve çektiği fotoğrafların kompozisyonu hayatının son 10 yılında kopuk ve doğrusal olmayan bir hâl almıştı. Demansı ilerledikçe fotoğrafı da giderek daha çok bir iletişim aracı olarak kullanmaya başladı. Aynı konularda çektiği yüzlerce analog baskı mevcuttu ve fotoğraf onun parçalanmış zaman duygusunu yakalıyordu. İşim sayesinde, araştırma yapma ve bu parçaları, onların mevcut koşullarla olan bağlantısını anlamlandırma fırsatı buldum.

 

 

 

[1] Orjinali olmayan veya artık orjinali olmayan şeyleri tasvir eden kopya.

[2] Alıntı: Cogito sayı:95-96, Kış 2019, s.181, İngilizce’den çeviren: Bülent O. Doğan

 

 

Ana försel: Body of Water [Suyun Bedeni], tek kanal video, 2015.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YBir Marul, İki Lahana: Bilginin Haritasını İstiflemek
Bir Marul, İki Lahana: Bilginin Haritasını İstiflemek

Tarla yapacağım, lahana koyuyorum, marul koyuyorum... Resim yapmıyorum dediğim de o bu arada; resim önümde, kalkmıyorum oradan, bir lahana yapıyorum iki lahana yapıyorum günde. 3 hafta boyunca lahana yaptım o tarlaya.

SANAT

YBir Bir İki Bir İki Üç: Ses, Ritim ve Tekrarlanamayan Tekrar
Bir Bir İki Bir İki Üç: Ses, Ritim ve Tekrarlanamayan Tekrar

Bir tane materyal var, sürekli değişiyor ve o değişimi izliyoruz.

SANAT

YYumuşakça Dayanışması ve Ellerinden Doğuran Cadılar
Yumuşakça Dayanışması ve Ellerinden Doğuran Cadılar

Hepimiz titreşen halkalarız, biz birbirimize değiyoruz ve bu değdiğimiz noktalar teğet noktaları ve biz bundan daha çok üretmeliyiz.

Bir de bunlar var

Chantal Akerman’ın Ardından: Kimin Can Sıkıntısı?
Fotoğraftaki Kız Şimdi Nerede?
Fotoğraflı “Öz”geçmiş

Pin It on Pinterest