Kadınların deneyimlerini cinsiyetlendirilmiş bir dili benimseyerek konuşma hakkı için mücadele ederken, aynı zamanda trans kadınları insanlıktan çıkarmayı, aşağılamayı veya saygısızlık etmeyi reddedebilir, feminist analizin geri dönüşü için mücadele edebiliriz.

MEYDAN

Terfler, trans kadınlar ve feminizm

Clementine Morrigan’ın 29 Şubat 2024 tarihli kendi bloğunda yayınladığı “Terfs, trans women, and feminism” başlıklı metninin çevirisidir.

 

 

Daha önce de yazdığım gibi “sosyal adalet” kültürünün tekil, bütünlüklü bir toplumsal cinsiyet anlayışı yok. Bununla mücadele eden ve bazen huzursuz bir gerilim içinde bir arada var olan birden fazla çerçeve var. Bu dünya görüşlerinden biri, cinsiyet kimliğinin tamamen içsel bir deneyim olduğunu ve birinin cinsiyetine bakarak onu tanımanın imkânsız olduğunu savunuyor.

 

“Sosyal adalet” kavramıyla haşır neşir olduğum dönemde, birisi kendi için hangi zamirleri kullandığını bana açıkça söylemediği sürece, her zaman onlar için they/them zamirlerini kullanmak üzere kendimi eğittim. Bu, “sosyal adalet” dünyasında birçok insan tarafından en iyi uygulama kabul edilir. Ancak bunu yapmak bazı  tuhaf durumlara yol açabiliyor. Örneğin, halka açık yerlerde karşılaştığım aile içi şiddet durumlarına müdahale etme deneyimim oldu. Bunun hakkında konuşurken ve yazarken, ilgili kişilerden they/them zamirlerini kullanarak bahsetmek saçma geldi. Aile içi şiddetin queer ilişkilerde ve norm dışı toplumsal cinsiyet konfigürasyonlarında meydana gelebileceği doğru olsa da, gerçek şu ki aile içi şiddet öncelikle bir tür toplumsal cinsiyete dayalı şiddettir. Ne zaman aile içi şiddet durumlarına müdahale etsem, kadına saldırgan davranan erkek oluyordu. Bunu bilmek içinse hiçbirine zamirlerini sormadım. Cinsiyetin yalnızca içsel bir deneyim olmadığı, aynı zamanda bir güç dinamiği olmasının yanı sıra ortak kültürel göstergeleri olan toplumsal bir rol olduğunu biliyorum. Erkeklerin kadınlar üzerinde sosyal gücü vardır.

 

Kadınlara yönelik cinsiyete dayalı baskının merkezinde yer alan pek çok deneyim, “sosyal adalet” kültürü içerisinde cinsiyete dayalı bağlamlarından arındırıldı. Her kadının hamile kalamaması ve hamile kalabilecek herkesin de kadın olmaması nedeniyle hamilelik, kürtaj, doğum, emzirme ve annelik hakkındaki tüm tartışmaların cinsiyetçi dilden çıkarılması yönünde yoğun bir baskı var. İnsanların cinsiyetleri kendilerine atanan sosyal rolden daha karmaşık olduğundan, cinsiyetin toplumsal gerçekliği yokmuş ve dolayısıyla cinsiyete dayalı baskının toplumsal gerçekliği yokmuş gibi davranmaya başladık. Veya bu çeşitli deneyimler arasındaki farkları keşfetmeden cis kadınları, her cinsiyetten transları, cinsiyet bozucu[1] insanları, “kadınları” ve bazen de genel olarak queer insanları tek bir büyük kategoride eriterek cinsiyete dayalı baskıyı genelleştiriyoruz. Cinsiyetçilik ve kadın düşmanlığı artık “sosyal adalet” kültüründe nadiren konuşuluyor. İnsanların cinsiyete dayalı baskı hakkında konuştuğunu “kadın” dili yerine “femmes” dili* kullanarak duymanız çok daha olasıdır, ki bu tuhaftır da, çünkü aslında toplumsal cinsiyetle ilgili cinsiyetçi ve modası geçmiş fikirleri güçlendirmektedir. Özellikle kadınsı olmayan kadınlar da cinsiyetçiliğe maruz kalıyor. #metoo söylemi dışında feminizm artık “sosyal adalet” dünyasında pek bir şey ifade etmiyor gibi ve o zaman bile insanlar, cinsel ve aile içi şiddetin çoğunluğunun toplumsal cinsiyet gerçekliğinden bahsetmek yerine, bir kimlik olarak “hayatta kalmak”tan bahsetmeye daha yatkınlar.

 

Bununla ilgili herhangi bir şey söylemek, konuşmacının anında “TERF” [trans exclusinary radical feminist] olarak damgalanmasına neden olur. Bu konuda “sosyal adalet” ortodoksluğundan saptığım için zaten TERF ve aynı zamanda “trans dışlayıcı” olarak adlandırıldım. Ama olay şu; ben bir TERF değilim (transları hiçbir şeyden dışlamak gibi bir arzum yok) ve kesinlikle bir trans dışlayıcı da değilim. Dünyada en çok sevdiğim insanlardan bazıları trans olduğu ve insan onuruna saygı, yaptığım ve inandığım her şeyin temelini oluşturduğu için bu şekilde anılmayı son derece saldırgan buluyorum. Translarla dayanışma içindeyim. Ancak cinsiyet hakkında şu anki konuşma şeklimizin ve cinsiyet hakkındaki polisçi söylemlerin translar veya başkaları için yararlı olduğuna inanmıyorum.

 

Trans kadınlarla ortaklaşmadığım noktalarda bazı AFAB [Assigned female at birth] translarla ortaklıklarım var. Çoğu cis kadınla ortak noktalarım var ama bazı cis kadınlarla hiçbir ortak yanım yok. Her cinsiyetten kadınla ortak noktalarım var ve her cinsiyetten kadınla ortak noktalarım yok. Cinsiyet karmaşıktır, kişiseldir, sosyaldir ve örtüşmeyen deneyimler içeren karmaşık bir Venn şeması gibidir. Ancak genel anlamda “kadın” hala anlamlı bir kategoridir.

 

Çoğu kadın hayatının bir noktasında hamile kalabilir. Bu nedenle hamilelik, kürtaj, doğum, emzirme ve annelik her zaman kadınların meselesi olacaktır; her ne kadar her kadın hamile kalamasa ve hamile kalabilen herkes kadın olmasa da. Öncelikle kadınları etkileyen ve tarih boyunca kadınların ezilmesinde temel olan deneyimlerden bahsederken artık “kadın” dilini kullanmamamız konusunda ısrar etmek saçma. Aslında saldırganca. Feminizmin, maddi ihtiyaçlardan çok dile önem veren üniversite eğitimli eşcinseller tarafından soylulaştırılmasını temsil ediyor. Sadece “rahmi olan kişi” veya “rahim ağzı olan kişi”ye geçebileceğimiz fikri hem insanlıktan çıkarıcı hem de somut olarak zararlıdır. Zararlı olmasının nedeni, hâlâ kadınların büyük çoğunluğunun cinsel eğitime erişemediği ve hatta kendi anatomilerine dair temel bir anlayışa sahip olmadığı bir dünyada yaşıyor olmamızdır. Yetişkin kadınların neden tamponla işeyebildiklerini anlamamaları alışılmadık bir durum değil; hatta vajinalarından değil üretralarından dışarı işediklerini bile bilmiyorlar. Kadınların kanser taraması için PAP smear testinin önemini bilmesini sağlayan halk sağlığı kampanyaları yapmaya çalışmak, kadınların rahim ağzının ne olduğunu bildiğini veya rahim ağzına sahip olduğunu varsayamaz. Kadınların büyük çoğunluğuna hitap eden ve onlar için anlamlı olan üreme ve cinsel sağlık hizmetlerine ihtiyacımız varken, aynı zamanda translara özgü üreme ve cinsel sağlık hizmetlerine de ihtiyacımız var. İkisine de ihtiyacımız var.

 

Cinsiyete dayalı şiddet, cinsiyete dayalı dilin ortadan kaldırılmasının sorunun çözümünü zorlaştırdığı başka bir alandır. Elbette sadece “istismar eden insanlar” ve “istismar edilen insanlar” diyebiliriz ama bu, neden bu kadar çok erkeğin bu kadar çok kadını taciz ettiğini düşünmemize yardımcı olmuyor. Bu duruma nasıl düştüğümüzü ve onu nasıl değiştireceğimizi anlamamıza yardımcı olacak hiçbir şey yok. Kadınların hayatlarını şekillendiren yaygın cinsel şiddet korkusuna çözüm bulmak için hiçbir şey yapmıyor. Cinsiyetimiz ne olursa olsun, bizi insanlığımızı tam olarak ifade etmekten ayıran toplumsal cinsiyete dayalı sosyalleşmenin travmasına değinmek için hiçbir şey yapmıyor. Cinsiyetlendirilmiş şiddeti sadece şiddet olarak değil, cinsiyetlendirilmiş şiddet olarak konuşabilmemiz ve bunu yapabilmek için de cinsiyetlendirilmiş bir dil kullanabilmemiz gerekiyor.

 

TERF’ler, hamilelik ve cinsiyete dayalı şiddet deneyimleri için cinsiyetlendirilmiş bir dil kullanmanın sosyal bir suç haline gelmesinden ötürü hayli öfkeli. Haklı olarak, “sosyal adalet” kültürünün feminist analizden tamamen uzaklaştığını görüyorlar. Kadın olmak tek başına size herhangi bir ötekileştirilmiş kimlik puanı kazandırmaz. Tekrarlanan cinsiyetçi şiddet nedeniyle ağır travma geçiren, cinsel yaşamında üreme sorumluluğunun tüm yükünü taşıyan, saldırıdan korktuğu için yapmak istediği şeyleri asla yapamayacak, vücudundan nefret etmek ve zekasını değersizleştirmek üzere eğitilmiş bir kadın halen düzenli olarak küçümsenen, nesneleştirilen ve reddedilen biri olmasına rağmen beyaz ve heteroseksüel ise ayrıcalıklı olarak çerçeveleniyor. Kimlikçilik onun yaşadığı ezici baskıyı meşrulaştıramayacak. Hayatta kalan olarak birkaç puan alabiliyor ama bir kadın olarak değil.

 

TERF’ler bu durumun suçunu trans kadınlara yükleme eğilimindeler ve trans kadınlar hakkında konuşurken dilleri korkunç derecede zalim ve insanlıktan çıkarıcı. Bunu okuyan terflere: Bir trans kadını, sizin kadınlığınız çerçevesinde kabul edip etmemeniz gerçekten konuyla alakasız. Cinsiyetin temel olarak biyolojiden kaynaklandığını düşünme hakkına sahipsiniz, ancak aynı zamanda farklı fikirlere, inançlara ve deneyimlere sahip insanlarla dolu çoğulcu bir dünyada yaşıyorsunuz. Ben Allah’a inanmıyorum, ancak başörtülü bir kadının dini inançlarını paylaşmadığım için onun inançlarıyla dalga geçip küçümsemem. Ona saygılı davranırım ve onurunu kırmam çünkü saygı ve haysiyeti hak ediyor. Trans kadınlar da bunu hak ediyor. Kadınların deneyimlerini cinsiyetlendirilmiş bir dili benimseyerek konuşma hakkı için mücadele ederken, aynı zamanda trans kadınları insanlıktan çıkarmayı, aşağılamayı veya saygısızlık etmeyi reddedebilir, feminist analizin geri dönüşü için mücadele edebiliriz.

 

Burada dikkate alınması gereken önemli bir nokta var: Herhangi bir konuda konuşmak için cinsiyetlendirilmiş bir dil kullanmamamız konusunda ısrar edenler trans kadınlar değil. Cinsiyetin sosyal bir deneyimden ziyade öncelikle veya yalnızca içsel bir deneyim olduğu fikri esas olarak na-binary – yani ikili cinsiyet sistemini reddeden – kişilerden, özellikle de doğumda kadın atanmış na-binary (AFAB non-binary) insanlardan geliyor. “Sosyal adalet” dünyasında birisiyle tanıştığınızda daima zamirlerini sormanın zorunluluğunu hatırlıyorum. Hayatımdaki ve sosyal dünyamdaki bu uygulamadan en çok rahatsız olanlar trans kadınlardı. Genel kanı, tüm kadınlar gibi trans kadınların da sosyal davranışları ve görünümleri aracılığıyla cinsiyetlerini ifade ettikleri yönündeydi. Kalıplaşmış, cinsiyetçi bir şekilde değil, çeşitli toplumsal cinsiyete dayalı sosyal göstergelerin kullanıldığı bir dünyada yaşadığımız şekilde. Cinsiyete dayalı toplumsal gösterenleri ortadan kaldırmak isteyenler, bazı afab na-binary kişiler, özellikle de cinsiyet köleliği karşıtı, ikili cinsiyet rejimini reddeden kişilerdir. Trans kadınlar değil.

 

Kadınların hamilelikten “kadın” diliyle bahsetmesine kızan bir trans kadına hiç rastlamadım. Tıpkı hamile kalamayan bazı cis kadınların olduğu ve bu kadınların hamilelikten cinsiyetlendirilmiş terimlerle bahsettiğimizde cinsiyetlerine saldırıldığını hissetmemeleri gibi. Çoğu kadının hamile kalabileceğini ve hamile kalabilen kişilerin çoğunun kadın olduğunu kabul etmek, hamile kalamayan kadınların gerçekliğini veya hamile kalabilen trans erkeklerin ve na-binary kişilerin gerçekliğini inkar etmez. Ayrıca, toplu taşıma araçlarında kendisine saldırgan davranan bir adamdan bahsederken, failin cinsiyetinden arındırılmış bir dille ifade edilmesini isteyen bir trans kadınla da hiç tanışmadım.

 

“Sosyal adalet” dünyasında cinsiyetlenmiş dilin yoğun şekilde denetlenmesi trans kadınlardan kaynaklanmıyor. Ağırlıkla na-binary insanlardan kaynaklanıyor. Üzgünüm ama bu gerçek. Cinsiyetlendirilmiş bir dil kullanmanın ne zaman uygun olacağı konusunda tartışma hakkımız var. Cinsiyetlendirilmiş deneyimler hakkında konuşurken cinsiyetlendirilmiş bir dil kullandığımız için sosyal alanda baskı altına alınmaya karşı öfkelenme hakkımız var. Feminizmi yeniden canlandırmayı ve kadınların karşı karşıya olduğu özel baskılar hakkında konuşmayı isteme hakkımız var. Ancak trans kadınları bu konuda günah keçisi ilan etmeyi seçersek, hem hatalı hem de ahlak dışı oluruz.

 

Kurallara sessizce uyan, soru sormayı reddeden, eleştirel düşünmeyi reddeden, cinsiyetli deneyimler hakkında konuşmak için cinsiyetli bir dil kullanmak isteyen kadınlara saldıran “sosyal adalet” kültüründeki hepimiz, TERF’ere Nazi diyor ve sanki tüm transların deneyimleri ve düşünceleri aynıymış gibi davranarak trans kadınların günah keçisi ilan edilmesine katkıda bulunuyoruz. Cinsiyete dayalı şiddet veya hamilelik hakkında konuşurken cinsiyetlendirilmiş bir dil kullandığınız için mimlendiğimiz durumları büyük ölçüde yaratanlar na-binary afab kişiler ama ihale trans kadınlara kalıyor. Konuştuklarında kamusal alanda protesto edilen kişiler na-binary afab kişiler değil, trans kadın yazarlar ve tanınmış kişilerdir. Feminizmin silinmesine yönelik hedefi şaşmış öfkenin bir sonucu olarak insanlık onurlarına topyekün bir saldırıya maruz kalanlar da trans kadınlardır.

 

Kai Cheng Thom, uçurumun ötesine geçmenin ve TERF’lerle ortak bir zemin bulmanın bir yolunu bulmamız gerektiğini açıkça söyleyen gördüğüm ilk kişi. İlkelerini bu şekilde somutlaştırmaya cesaret ettiği için “sosyal adalet” ortodoksları tarafından saldırıya uğradı. AFAB queer, na-binary ve trans kişiler “TERF’lere Hayır / SWERF’lere Hayır / Nazilere Hayır” yazan bir tabela asıp sabırlarının sınırlarına ulaştıklarını söylerken, Thom bundan öteye geçip TERF’lerin trans kadınları bu şekilde günah keçisi ilan etmelerine hangi acının sebep olduğunu sorma cesaretine sahip. Thom geçtiğimiz günlerde Montreal’deki 6 Aralık 1989 katliamını anan bir etkinlikte konuştu. Kadına yönelik şiddetle ilgili bir etkinlikte konuştuğu için büyük tacize maruz kaldı. “Sosyal adalet” dünyasındaki bizler için Thom’u günah keçisi ilan eden TERF’leri günah keçisi ilan etmek kolaydır. Ama bundan çok daha büyük bir sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum.

 

Trans kadınlar tarafından yaratılmamış bir dil polisliği kültürünün ihalesinin trans kadınlara kalmasına izin vermemeliyiz. Trans kadınlarla gerçek bir dayanışma içinde olmak istiyorsak, TERF’lerin rahatsızlıklarının sebebini anlamaya çalışmalı ve trans kadınları insanlıktan çıkarmadan bu durumun nasıl konuşulabileceğini düşünmeye çabalamalıyız. Thom, TERF’ler ve trans kadınların aslında pek çok ortak noktaya sahip olduğunu söylerken haklı çünkü bunlar tüm kadınların ortaklaştığı noktalar. Hayatımızı derinden şekillendiren cinsiyetçilik, kadın düşmanlığı ve cinsiyete dayalı şiddet deneyimlerini paylaşıyoruz. “Sosyal adalet” doktrininin kadınlığı dilden silmekte ısrar ettiği post-feminist bir bağlamda yaşıyoruz. Ama biz kadınız. Trans kadınlar ve cis kadınlar, dört sokak boyunca bizi takip eden erkeği cinsiyetinden arındırmanın hiçbir anlam ifade etmediğini biliyorlar.

 

Toplumsal cinsiyet söyleminin toplumsal cinsiyetin toplumsal bir deneyim olmaktan ziyade tamamen içsel bir deneyim olduğuna inananlar tarafından kontrol edilmesinden bıktım. Cinsiyet hakkında bu şekilde düşünmek ve özellikle bunun linç kültürü yoluyla uygulanması kadınlar için oldukça zararlı. Trans kadınlar dahil tüm kadınlar için zararlı. Cinsiyetli dili tümüyle silmeden, bir durumun cinsiyetçi dinamikleri hakkında mevcut herkese zamirlerini sormadan konuşamayacağımız konusunda ısrar etmeden de toplumsal cinsiyete dayalı kategorilerin kusurlu, geçirgen, akışkan, örtüşen ve birbirinden farklı olduğunu kabul etmenin kesinlikle bir yolu vardır.

 

Cinsiyetlendirilmiş dilin elzem olduğu feminizmin geri dönmesini istiyorum. Cinsiyetli dinamikleri ve deneyimleri adlandırmak için cinsiyetli bir dile ihtiyacımız var. Trans kadınlar feminizmin düşmanı olmadığı gibi feminizm de trans kadınların düşmanı değildir. Trans kadınların da her kadın gibi feminizme ihtiyacı vardır. Feminizmin tüm kadınlara olduğu gibi trans kadınlara da ihtiyacı var. Ve trans kadınlara “TERF’lere hayır” tabelasından çok daha fazlasını borçluyuz.

 

 

 

 

[1] “Geniş anlamıyla “gender non-conforming,” cinsiyet ifadesi geleneksel cinsiyet normlarına uyum göstermeyen insanları tanımlar.[3] Tıpkı “non-binary” ve “genderkuir” gibi, “gender non-conforming” de çoğunlukla bir şemsiye terim olarak kullanılmakla birlikte, kimileri bu sözcüğü kendisini cis olarak tanımlayan, ancak giyim tarzı ya da başka çeşitli davranışlar yoluyla cinsiyet kalıplarına başkaldıran insanları anlatmak için kullanmaktadır. … [Türkçeye cinsiyet bozucu olarak çevirmeyi deneyebiliriz. –çev.]” Deniz Gedizlioğlu, “Üç şemsiye terim; “Non-binary,” “Genderkuir,” ve “Gender Non-Conforming” hakkında bir derleme…” Kaos Gl\ 25.02.2021 https://kaosgl.org/haber/non-binary-olmak-ne-demektir-1.  Ed. n.

 

* Kadın toplumsal cinsiyet kimliği kabul edilirken, femmes toplumsal cinsiyet ifadesi olarak tanımlanıyor. İkili cinsiyet kimliğini reddeden anlayışta femmes dili cinsiyet ifadesini öne çıkarıyor.

 

Ana görsel: Natascha Sadr Haghighian ve Zeynab Izadyar, Now that I can hear you my eyes hurt [Seni duyabildiğimden beri gözlerim acıyor], 2023.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YTecavüzü Silah Olarak Kullanmak
Tecavüzü Silah Olarak Kullanmak

Gazze'ye yönelik soykırım saldırısının 7 Ekim'den bu yana hız kazandığını ama bundan önce de onlarca yıldır devam ettiğini göz önüne alırsak, Filistin halkına yönelik cinsiyete dayalı şiddetin onlarca yıldır devam ettiğini ve buna rağmen tamamen yok sayıldığını söyleyebiliriz. Filistinli feministler bunun sayısız kanıtını sunuyor.

SANAT

YKatalin Ladik’in Beden Sanatı, Doğu Avrupalı Kadınların İtaatkâr Maskesini Yırtıp Attı
Katalin Ladik’in Beden Sanatı, Doğu Avrupalı Kadınların İtaatkâr Maskesini Yırtıp Attı

Katalin Ladik onlarca yıllık kariyeri boyunca kolaj, deneysel müzik, performanslar, fotoğrafçılık, beden sanatı, posta sanatı ve ses oyunlarını kapsayan yoğun ama odaklı bir disiplinlerarası pratik geliştirdi. Kâğıtla, sesle ve kendi bedeniyle çalışan Ladik, üretimlerinin çeşitliliğine rağmen her şeyden önce bir şair olmaya devam ediyor.

SANAT

YGürcü Sinema Hanedanlığının Merkezindeki Feminist Yönetmen: Lana Gogoberidze
Gürcü Sinema Hanedanlığının Merkezindeki Feminist Yönetmen: Lana Gogoberidze

Gogoberidze çoğu filminde kendi hayatından ve Stalinizmin gadrine uğramış, kendisi gibi bir film yönetmeni olan annesinin yaşam deneyimlerini yeniden kurar. Şimdilerde 93 yaşında olan Gogoberidze, bayrağı kendi kızının da içinde bulunduğu yeni nesil Gürcü yönetmenlere devretmiş bulunuyor.

SANAT

YTeresa Pągowska’nın Astarsız Tuvallerindeki Kadın Bedenleri
Teresa Pągowska’nın Astarsız Tuvallerindeki Kadın Bedenleri

Pągowska'nın stilinin en karakteristik unsurlarından biri, ham tuvali sık sık göz önüne sermesidir.

Bir de bunlar var

Bir Akademisyenin Baskıya Karşı Nasıl Direnmesi Gerekiyor?
Suç ve Kadın II: Hapishane Erkeğin, “İmam Evi” Kadının
Korona Şoku ve Patriyarka – 3. Bölüm

Pin It on Pinterest