Zehra Doğan’la cezaevininin duvarlarını aşıp Tate Modern’e ulaşan işlerini, kişisel hikayesini ve sanatın tanıklığını konuştuk.
De Lempicka, 1919’da kaçtıkları devrim sonrasının St. Petersburg’unda, ailesinin mücevherlerini ve kocasının servetini yitirdikten sonra, öncelikle geçimini sağlamak için resim yapmaya başladı. “Mucizeler yok,” demişti. “Ne yapıyorsan yalnızca o var.”
Dünyanın her yerinden, kimisini ezbere bildiğimiz, kimisini hiç duymadığımız otuz kadar edebi cadı var bu kitapta.
Gözde İlkin’in ağaçlarla, çiçeklerle, hayvanlarla, bulutlarla ilişkilenen bedenleri; bu yan yana duruşları, birbirlerine karışmaları, hemhal olmaları sayesinde birer direniş kümesi haline geliyor.
Çocukluğumuzu çalan dersler, sınavlar, gözde meslekler.
Artık izole ortamlarda, suyun içinde resmettiği kusursuz insanların değil de kusurlarıyla ve doğayla, yaşamla iç içe olanın peşinden gittiğini söylüyor.
Düşlerin resmi.
Rahibe-ressam Nelli, sanat tarihi yazımının bilinen ilk örneğini veren Vasari’nin Sanatçıların Hayat Hikâyeleri adlı kitabında yer alan az sayıda kadından biri.
Belki de onu tanımak sanatını kelimelerle irdelemek yerine duyularla hissetmeye ve varoluşa dair açtıkları olasılıkları takip etmeye çalışmaktan geçiyor.
Yüzyıllardır yılışayazanlar ve sanat tarihinin yılışıklıkla imtihanı