2011 yılında Nada ismiyle müzik hayatına başlayan Miray Kurtuluş ve Selen Hünerli'yle söyleşi.

SANAT

NADA: Birbirlerine Şarkı Söyleyen Kadınlar

Selen Hünerli ve Miray Kurtuluş, çocukluğunu birlikte geçiren ve hayatları boyunca birbirlerine şarkı söyleyen iki müzisyen. Bu ikili, 2011 yılında Nada ismiyle karşımıza çıktı ve “Oda” isimli bir albüm yayımladı ki, albüm her şarkıyı simgeleyen Tarot kartlarından ve mitolojik göndermelerden, Türkiye’de neredeyse hiçbir grubun üstüne düşmediği trip hop denemelerine, yıllardır baş başa biriktirdikleri onca merakı bir anda karşımıza çıkardı. “Oda”yı 2014 yılında yayımlanan “Medusa” takip etti. Şimdi Selen Hünerli Dalyan’da, Miray Kurtuluş ise İstanbul’da yaşıyor ancak araya giren ayrılığa rağmen yeni bir albüm üzerinde çalışıyorlar. Yaptıkları müziği, “Koyu karanlık elektronik sesler ve sade melodiler. İçinde mitler, şehirler, doğa, gizli yollar, insana ait gölgeler barındıran çok katmanlı hikayeler. Müzik olmaktan çok, kendi başına bir ses ve imge dünyası. Çağrışımlarla dolu, zamansız” sözleriyle tanımlıyorlar. Nada ile zevkleri, ilgi alanları, ilham kaynakları ve bu yeni albüm üzerine konuştuk.

 

(Röportajı okurken dinlemelik playlistimiz burada)

 

 

İlk albümünüz “Oda”nın ismine de uyacak şekilde ”içe dönük, dört duvar arasında yapılmış şarkıların bütünü” olduğunu, “Medusa”da daha cesur, özgür hissettiğinizi söylemişsiniz bir röportajınızda. Yeni albümle ilgili aklınızda olan bir düşünce, duygu var mı? Nasıl bir albüm olacak?

 

Selen: Bu albüm çocuklar için olacak… O yüzden biz de dinleyenlerle birlikte göreceğiz nasıl olacak. Kalıpsız ve çok daha özgür olacak o kesin.
Miray: Bu albüm iki albümden de çok farklı bir albüm olacak. Bu kez çocukların dudaklarından dökülecek şarkılar. Bizim için bambaşka bir deneyim. O kadar sade olmak çocukların gözünden dünyaya bakmaya çalışmak heyecan verici.

 

Çocuklar için şarkı yapmaktan kastınız, çocuk şarkıları mı yazıyorsunuz?

 

Selen: Şu içinde yaşadığımız zamana bir çocuk gözünden tanık olmak nasıl olurdu? Bu soruyu sorduk ve sonrasında bir bağ kurmak istedik sanırım. Kendi çocukluğumu hatırlıyorum, daha konuşmaya yeni başlamışım, Sezen Aksu dinleyip acılar çekiyorum… Nada’nın müziği olsaydı o sıralar yanımda ne değişirdi? Ne duyardım? Hayat nasıl şekillenirdi? Bunun deneyi ve deneyimi aslında. Böyle vahşi ve karanlık bir zamanda ekilecek en güzel tohumlar şarkılar. Bir direnme yöntemi bizim için.
Miray: Bütün bu karanlık içinde biraz daha öze dönme ihtiyacından kaynaklanıyor. Biz küçükken Selen’le, bahsettiğim o doğanın içindeki yaz tatillerinde şarkılar yazardık,  ailelerimizi arkadaşlarımızı toparlayıp konserler verirdik. Bizim için en keyifli, yaz tatilini anlamlandıran en güzel anlardı.
Selen: Evet biraz kendi çocukluğumuzla da bağ kurmanın bir yolu…

 

Siz bundan bahsedince ilk akla gelen hepimizin hissettiği çocuklara mutlu bir gelecek bırakamayacağımız öngörüsü oluyor.

 

Selen: Maalesef… Dünya mutluluk verici bir yer olmamış hiç bir zaman, gittikçe de kötüleşiyor ama insanın kendini tanıma ve anlama ihtiyacı, bu mutsuzluğu bir bilinç seviyesine taşıyabiliyor, evrimine katkı sağlıyor. Bu kadar hızlı ve tüketim odaklı bir dünyada çocuklara sessizliği dinlemeyi anlatabilmek, yavaşlamanın ve derinleşmenin yollarını aktarabilmek önemli geliyor. Ve bunu en güzel doğa yapıyor aslında
Miray: Biz de 80 darbesini yaşamış, o zamanın hayal kırıklıklarıyla büyümüş anne babaların çocuklarıyız. Onlar da bizleri aynı duygularla yetiştirmişler. Şu anda yaşadığımız her şey bu süregelen çarpıklıkların ve gittikçe daha çok yozlaşan bir kültürün sonucu. Çocukluk belki de güzel gözlerle, merakla hayata baktığın yegane an.

 

Doğadan bahsedince, şarkılarınız ve videolarınız bana diğer şehirli müzik yapan gruplara nazaran doğayla daha yakın bir ilişki kurduğunuz hissini veriyor, bilmiyorum yanlış mıyım.

 

Miray: Şehirde büyüdük ama yazlarımızı ailelerimizle birlikte doğanın içinde geçirme şansımız oldu. Doğaya olan bir hasret de söz konusu şu anda tabii ki, benim için muhtemelen daha çok :).
Selen: Müziğimizde ve videolarda temel çıkış noktamız doğa oluyor genelde. Sanırım insana ait ilkel ve içgüdüsel durumları anlatmanın sembolik de bir yolu olduğu için. Özellikle kadınları anlatmanın iyi bir yolu.
Miray: Doğada olmak sanki biraz da içinde yaşadığımız küçük dünyaların dışına çıkıp dışarıdan nasıl göründüğümüze bakmayı, düşüncelerimizi hislerimizi ifade edebilmeyi sağlıyor.

 

3

 

 

“Medusa”nın videosunu Kaz Dağları’nda çektiniz. Belki duymuşsunuzdur şimdi o bölgede, videoyu çektiğiniz suları da etkileyecek bir termik santral projesinin yapılması düşünülüyor. Ne hissediyorsunuz böyle haberler duyduğunuzda?

 

Miray: Öfke, umutsuzluk… İlk tepkiler belki de. Hemen arkasından köylülerin direnişini gördükten sonra, büyük emeklerle yetiştirdikleri o zeytin ağaçlarını, o toprağı, o suyu nasıl savunduklarını görünce o umutsuzluktan eser kalmıyor.
Selen: Kaz Dağları’na göz dikenler çok. Bu haberleri duymak bile zor. Hele orada yaşayan aileler, dostlarımız için daha da zor.

 

Sizin müziğinizde, videolarınızda hatta kıyafetlerinizde son derece bütünlüklü kurulmuş bir mitoloji, masal, fantezi stili var. Bir yandan da tüm bu öğeleri daha güncel meselelerle ilgili sözünüzü hissinizi söylemek için kullanıyorsunuz. Derdinizi daha dolaylı anlatmak alanınızı genişletiyor mu? Bunu biraz da örneğin Değer Deniz’le birlikte andığınız “Medusa”, “Alis”, “Gece Düştü” gibi şarkılarınıza istinaden de soruyorum.

 

Miray: Semboller bizim için hep daha ilham verici oldu. Hep daha şiirsel bir anlatımın peşinde olduk. Biraz kelimelerin altına bakmak gerekiyor belki çünkü kelimeler düz anlamlarıyla ne hissettiğimizi anlatmakta yetersiz kalıyor. Değer bizim arkadaşımız olmasının dışında birlikte çaldığımız müzik yaptığımız da müzisyendi. Onun da dili böyleydi. Bizi duymuştur umarım.Bizi genişleten bir tarz mı? Öyle olduğunu düşünüyorum, söylemek istediğini söylemenin bir değil binlerce yolu var. Bu ihtimallerden birini seçmek, yazdığımız melodiyle en güzel tınlayacak ve o anki hisleri an doğru şekilde anlatacak olanı seçmek zaten müzik yapmanın en keyifli yanı. Bizim için de son ana kadar gizemli bir yolculuk
Selen: Mitolojik öyküler, masallar yoluyla tarihin tekerrür olduğunu görebiliyoruz. İnsan, psikolojik kalıplar üzerinden okunabilen bir varlık. Aynı hataları binlerce yıldır yapıyor, aynı dönemeçlerden geçiyor. Elbisesi farklı, dili farklı ama hikayeler aynı. En eski çağlardan bu yana muktedirler ve mazlumlar var. Hep de olacak. Bunu kuru ve günümüzün kalıplarına uygun bir politik dille anlatmaktansa, sembolik ve renkli, daha derinlere dokunan bir yöntemle hissettirmeyi seçtik. Bunu seçmemizin sebebi ise ilgi alanımız olmalarıydı. “Gece Düştü”yü Anadolu’nun kadim kültürlerinin uyanışına duyduğumuz bir inanç üzerinden yazdık. Rüya bölündü ve ellerimiz kenetlenecek, buna şüphemiz yok. “Medusa” ise bir mitin kendini gerçekleştirmesi gibi oldu. “Medusa”yı ilk yazdığımızda göz yaşlarımızı tutamamıştık. Şarkıdan iki gün sonra Burdur’da dev bir Medusa mozaiğinin bulunduğu haberi çıkmıştı. Bu topraklar kadınlara dair çok acı barındırıyor. Değer’imizi kaybettiğimizde acı içinde mahvolduk. Sözlerimiz seslerimiz Medusa’nın laneti gibi taşa çevirsin buna göz yumanları. Lanet okumayı sevmesek de, ahımız gökleri inletiyor, yüreğimiz yanıyor..

 

 


Bu temalara merakınız nasıl başladı peki, yani söylediğiniz gibi mitolojik öyküler, masallar, büyü ya da Tarot kartları gibi?

 

Selen: Biz doğada iki kişi çok yalnız ve bolca hayal kurmaya müsait bir çocukluk geçirdik. Büyüyünce insan unutuyor ama hayat insanla sürekli konuşuyor. Kalpten bir soru sorunca, illaki bir yerden yanıtını alırsın, hepimizin başına gelmiştir. Biz de böyle büyüdük. Bisikletle gezerdik bir yılan derisiyle karşılaşırdık, bir anlamı olurdu. Söğüt ağacının altında sessiz uzun piknikler yapardık. Hep kulağımız açık, hep irtibat halindeydik. Tarot da insana kendi içinden haber veren bir yöntem… Kendinden bile sakladığını haber veren bir tür psikolojik oyun. İçine mitolojik bir hikayenin kodlanmış olduğu bir açığa çıkarma yöntemi…Hem hep ilgimiz vardı hem de ikimiz de sinema okuduk. Görsel olan her şey, hatta her hikaye bu tip mitolojik bir örgü taşıyor..Joseph Campbell çok seviyoruz, kitaplarının dışında Youtube’dan izlenebilen “Power of the Myth” diye bir röportaj serisi var.
Miray: Nasıl başladı bilmiyorum ama hepsi biraz kullandığımız dilin uzantısı oldu. Ya da biz eklendik o sembolik anlatıma. Biraz Selen’in söylediği gibi, her şey gibi o kuru anlatımın da dışına çıkma ihtiyacından doğdu muhtemelen. Sadece var olan bu işleyişin dışına çıkmak değil, dildeki ayrımcılığı da fark etmek ve aynı dili farklı şekilde kullanarak kendimize özgü bir dil yaratmaya çalışmak. Bizi şarkı sözü yazmakla ilgili heyecanlandıran şey bu. Biraz da çocukça bir şey. Çocuklara özgü o hayal gücünü canlı tutabildiğimiz ölçüde mutluyuz.

 

İkimiz de sinema okuduk dediniz. Şimdi sinema ile ilgili bir şey yapıyor musunuz?

 

Miray: Sinema ile ilgili bolca film izlemek dışında pek bir şey yapmıyorum. Görsellik bizim için müzikle bir giden bir yol. Bir şarkı yazarken aramızda mesela o şarkının nasıl bir havada geçtiğinden, tam olarak nasıl bir yerde olduğumuzdan, nasıl renkler gördüğümüze kadar konuşarak yazıyoruz. Bazen bir hikaye oluyor bazen sadece bir an.
Selen: Müziğimize görsel oluşturmayı seviyoruz. Sanırım bunu yapmaya devam edeceğiz. Hepsinin her aşamasında yetenekli dostlarımızla birlikteyiz, beraber çekiyor ve kurguluyoruz. Hikayeleri kendimiz yazıyoruz.

 

Dinleyici için de çok atmosferik bir etkisi var müziğinizin. Bunda da büyük ölçüde enstrüman seçimlerinizin etkili olduğunu düşünüyorum. Çok fazla grup sizin gibi farklı sesleri bir araya getirmiyor. Şarkıyı yazarken düzenlemesi yahut kullandığınız elektronik sesler üzerine de düşünüyor musunuz?

 

Miray: Elektronik müziği de akustik kadar çok seviyoruz sanırım :). Şehirde yaşamayı büyümeyi en iyi anlatan şey o ses evreni gibi geliyor. Mükemmellikten uzak karanlıklar müziğimizin bir parçası oldu. Şarkıları yazarken son haline gelmemiş de olsa düzenlemeye dair fikirleri de kaydetmiş oluyoruz. Bir de birlikte müzik yaptığımız dostların katkıları çok değiştiriyor müziği. Yasemin Özler, Rammy Roo, Tan Tunçağ, Feryin Kaya, Değer Deniz bütün o fikirlerin içinde kendilerine en yakın yolları seçip müziği bizimle birlikte şekillendiriyorlar.

 

Beraber çalıştığınız insanlar deyince, ikinizin de ayrı ayrı grupları var. Miray, Mira uzun bir zamandır faaliyet göstermiyor sanırım, değil mi? Var mı yakında bir planınız?

 

Miray: Evet. Uzunca bir aradan sonra tekrar müzik yapmaya başladık. Tan Tunçağ ile birlikte yeni bir müzik üzerine çalışıyoruz. Muhtemelen adı Mira olmayacak çünkü Mira’dan çok farklı daha elektronik bir müzik. Henüz adımız bile yok ama şarkılarımız var :)

 

Selen sen de Norrda ile geçtiğimiz sene bir albüm yaptın ancak bu bir sene içinde öyle bir gündemle karşı karşıya kaldık ki, albümün tadını yeterince çıkarabildiniz mi merak ediyorum. Bu ortamda yeni bir albüm yapmak, konser vermek mümkün olabiliyor mu? Nasıl bir süreç yaşadınız?

 

Selen: Evet geçen sene Mart ayında Norrda’nın ikinci albümü “Sonu Yok” dijital olarak çıktı. Geçen sene One Love’da çalma fırsatımız oldu. Ancak henüz tam bir Norrda konseri verebilmiş değiliz. Üç ayrı ülkede yaşayan bir grup olarak, bir araya gelip müzik yapmaya bayılsak da, devamlılık sağlamakta zorlanıyoruz. Uçak biletleri için konser tarihlerini çok önceden belirlemeli, ancak ezici gündem ve sıkça iptaller bunu çok riskli hale getiriyor. Bu albümü yapmış olmaktan çok mutluyum, bir de çalsak uçarım herhalde :).

 

Bu konser ve genel olarak piyasada yer sahibi olma meselesini aslında Nada için de sormak istiyorum. Siz alternatif müzik yapan bir grupsunuz, Türkiye’de de bu stile ait bir dünya var; ancak belli dönemler belli şeyler çok popülerleşiyor, benzer tarzda gruplar patlak veriyor ve onlara büyük bir ilgi oluyor. Sizin müziğiniz ise bu ortamda biraz daha benzersiz bir yere düşüyor. Dinleyicilere ulaşma ya da konser verme konusunda sıkıntı yaşıyor musunuz?

 

Miray: En son okuduğum bir röportaja göre yabancı gruplar İstanbul’u çok da güvenli bulmadıkları ve gelmedikleri için yerel grupların daha çok sahne alabilme şansları oluyormuş. Bu ne kadar üzücü bir haber. Bu bir şans mı bizler için sorgulamalı.
Selen: Eskiden daha sıkıntı verici bir şeydi bu. Hem çok istediğimiz hem içinde olamadığımız bir durumdu. Konser vermek için, hatta dinlenmek için bile sürekli görünür olmak çok önemli. İkimiz de yeni dönemin gereklerine uyum sağlayamadık. Her uyumsuz gibi bundan keyif almaya başladık :). Hep biraz dışarlak kalacağız sanırım… Bu da yeni alanlar, daha samimi mecralar açacaktır diye düşünüyorum.

 

Sizinle ilgili en son duyduğum haber, Ayşegül Aldinç’in geçen sene yayımladığı albüme verdiğiniz şarkıydı, “Gör Beni”. Ayşegül Hanım sizden röportajlarında hep sevgiyle bahsediyor ama ben bir de süreci sizden duymak istiyorum. Bir merakınız var mıydı Ayşegül Aldinç’e? Tanışma fırsatı buldunuz mu?

 

Selen: Küçükken baya beğeniyorduk :). Sonrasında yıllar girdi tabii, açıkçası aklımızın ucundan bile geçmezdi bir gün böyle bir şey olacağı. Kendisiyle tanıştık ve çok sevdik. Sıcacık, samimi ve çok güzel bir insan. Sayesinde başkaları için beste yapmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu da deneyimlemiş olduk. Gerçekten şarkıyı yaparken çok eğlendik ve çok tatmin edici, mutluluk veren bir süreç yaşadık.
Miray: Ayşegül Aldinç’le daha bu albümü hatta bir önceki albümünü yayımlamadan önce bir arkadaşımız vesilesiyle tanıştık. Onun için bir şarkı yazdık. Ona yakışacak, onun dudaklarından dökülecek bir şarkı olmasını istedik. Bu ilk kez yaptığımız bir şey. Bir kaç kere bir araya geldik. Çok tatlı biri. Çok güzel bir sesi var. Onun sesinden yazdığımız bir şarkıyı duymak bizim için de değişik güzel bir deneyim oldu.

 

“Onun dudaklarından dökülecek bir şarkı”, başka insanlar için de hayal ettiniz mi bunu hiç?

 

Selen: Biz bir araya gelip hiç yoktan bir şarkı çıkarmayı çok seviyoruz. Bunu genelde kendimiz için yapıyoruz. Bir başkasının dudaklarından dökülecek bir şey yaratmak, birinin üstüne göre bir elbise tasarlamak gibi, çok yaratıcı ama sınırlayan da bir şey… Ayşegül Aldinç’ten bu kadar keyif almamızın nedeni biraz da çocukluğumuza ait bir figür olması bence… Sen bu soruyu sorunca hemen aklıma Ajda Pekkan, Sezen Aksu filan geliyor, onlarla büyüdük. Bir de Birsen Tezer’i çok seviyoruz…

 

2

 

Peki şimdi bu yeni albümün ilham kaynakları kimler olacak. Kimi dinliyorsunuz son zamanlarda?

 

Selen: Ben en çok baykuş ve kurbağa dinliyorum :). Bir de komşumuzun kızı var onunla şarkılar uyduruyoruz birlikte çok ilham verici oluyor çocukların dilinden dünya.
Miray: Ben ne dinliyorum acaba? Bir sürü şey dinliyorum. Agnes Obel, Nils Frahm, Max Richter bu aralar en çok dinlediklerimden bir kaçı. Aklıma gelmeyen daha çok dinlediklerim de vardır kesin, yarın aklıma gelir.
Selen: Atmosferik müzikler dinliyorum bu aralar Nils Frahm, Ólafur Arnalds, Agnes Obel buralardan ise kalbimi dağlayan gündeme şifa niyetine tahir Palalı, Ahmet Aslan, Aşık Veysel…
Miray: Birbirimizden habersiz benzer müzikler dinliyormuşuz meğer.
Selen: Evet bu röportaj sayesinde öğrendik :).

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ENGLISH

YEthos: Don’t ever call it fate
Ethos: Don’t ever call it fate

We have seen this film before, but it was never shot this well. 

KÜLTÜR

YBir Başkadır: Sakın kader deme
Bir Başkadır: Sakın kader deme

Biz bu filmi daha önce gördük, sadece bu kadar iyi çekilmemişti.

Bir de bunlar var

Kazuo Ishiguro’yla Hatıralar Geçidi
Şifacı, Tecavüzcü Ve Kült
Lars von Trier’in 11 Yaşında Yaptığı Tavşanlı Animasyon: Kaosun Hüküm Süreceği Çarşambadan Belliydi

Pin It on Pinterest