Gırtlağıma basılırken ne ağacı, ne yaylası, ne cenneti?

SANAT

Mustang, Bir Zafer

*Filmi izlemediyseniz önceden vakıf olmak istemeyeceğiniz ayrıntılar içerebilir*

 

Mustang için yapılan artık sakıza dönmüş bir “Türkiye’nin Virgin Suicides’ı” benzetmesi var. Bu tembel teşbih ilk hangi sinema yazarından çıktıysa ona meydan okuyorum: Hayır, Virgin Suicides yeni dünyanın Gülen Gözler’idir asıl! İsmet, Fikret, Hasret, Nedret, Hikmet. Kirsten Dunst=İsmet. Tamam mı? Oldu mu?

 

mustang-gulen-gozler-5harfliler

 

Deniz Gamze Ergüven’in şahane filmi Mustang için söylenecek o kadar çok şey, birlikte düşünülecek o kadar başka filmler var ki oysa. Öncelikle Mustang’de ne olmadığıyla başlayayım. Semih Kaplanoğlu’nun Bal’ındaki ya da ilk Nuri Bilge Ceylan filmlerindeki (mesela Mayıs Sıkıntısı) taşrayı hatırlayalım. Son 15 yılda Türkiye sinemasına damgasını vuran o pür, romantize, her şeye rağmen özlem duyulan, neredeyse büyülü taşra; yarı-şehirli adamların ağaçlarındaki rüzgarı, çimenlerindeki kaplumbağaları izleyip izleyip varoluşları üzerine düşündükleri, düşünebildikleri taşra Mustang’de yok.

 

Çünkü çıkıp da o ağaçları izleyebilecekleri dışarıdaki dünya, Mustang’in ergen kızlarına baştan yasak.

 

Yozgat Blues için son yılların taşra furyasına alaycı bir kapanış diyordu Fatih Özgüven. Mahmut Fazıl Coşkun’un benim de çok sevdiğim incelikli ve komik filmi, bir akraba ziyareti sırasında o an odada olan bitenle ilgili manidar bir tebessüm paylaştığınız ya da sizi dirseğiyle dürten bir akran gibiydi. Ama asıl kapanışı Yozgat Blues’un kaderci de diyebileceğimiz o dingin alaycılığına karşın çığlıklarla odayı basan, fiskosları deviren, dantelleri yırtan Mustang yapıyor gibi geliyor bana. Neredeyse tamamı Karadeniz’in bir köyünde geçen Mustang’in en çarpıcı yanı nihayet -belki de Türk sinemasında ilk kez- büyük şehre, İstanbul’a hakkını vermesi. Sonunda biri şunu demeyi akıl edebiliyor: “benim burada gırtlağıma basılırken ne ağacı, ne yaylası, ne cenneti? Cennet özgür olduğum yerdir ve burada özgür değilim”. Bu boğuntuyu, kadın olmayı küçük yerde öğrenmekte olan küçük kadınlardan dinlememiz tesadüf değil. (Benzer hikayeleri bir eşcinsel ya da transtan dinlediğimiz filmleri, günleri de görebileceğiz umarım.)

 

Mustang kızlarının taşrayla herhangi bir gönül bağları olmaması filme müthiş bir zindelik katıyor. Kızlar sadece birbirlerine gönülden bağlılar. Bu seçimin, yani bu nostalji ve özlem eksikliğinin Türkiye’deki bazı izleyicilerce “batı gözünden çekilmiş” olarak yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Mustang’de taşra ana karakterlerin varoluşsal muhasebelerini yapıp istedikleri zaman çıkabilecekleri bir yer değil. Aksine, kızlar buraya fiziksel olarak mahkum bir haldeler. Bedenleri, davranışları, tüm seçimleri ve gelecekleri toplumda en sıkı denetime tabi tutulan genç bekar kadınların gözünden anlatıldığı için Mustang bu kadar zinde. Sosyal kodlarına esir olmadığın (ya da cinsiyetin ve/veya sınıfın sayesinde bir hayli daha az denetime tâbi tutulduğun) bir taşraya, “daha basit bir hayata” özlem duyabilmenin rahatlığı, tuzu kuruluğu olmadığı için.

 

Filmin Türkiye’de aldığı olumsuz eleştirilerde bir “inandırıcılık” sorunu öne çıkıyor anladığım kadarıyla, özellikle diyaloglarda. Yıllarca şehirde yaşayıp anne babalarının ölümüyle kasabaya gelen kızlarda şive olmamasında o kadar şaşılacak ne var? Bu şikayetleri okurken aklıma Türkiye’de Mustang’den nedense çok daha fazla övgü alan Bal filminde, janti tiyatrocu Türkçesi (ve biblo yüzüyle) Karadenizli bir orman köylüsü olduğuna inanmamız beklenen Erdal Beşikçioğlu geliyor ister istemez. Kimsenin ağzını açıp bununla ilgili bir şikayette bulunduğunu, Bal’ı bu yüzden çöpe attığını hatırlamıyorum. Tuhaf. Mustang’in oyunculuklarıyla ilgili kafamı karıştıran tek ayrıntı, ikinci evlendirilen kardeş Selma’nın evlendikten sonraki halinin tonlamasız replikleriydi. Selma karakterinin gözlerinin ferini kaybetmek, ruhunu kapatıp bir çeşit robota dönüşmek için çok sebebi vardı şüphesiz. Dolayısıyla bu konuşma seçimi bilinçli de olabilir, emin olamıyorum ama ana dilinin Türkçe olmaması ve bu yüzden bazı repliklerin kulağa sakil gelmesi daha yüksek bir ihtimal. Fakat benim Mustang’de asıl inandırıcı bulmadığım, yok artık dediğim bütün replikler o yemek masasında arka plan gürültüsü olarak duyduğumuz Recep Tayyip Erdoğan ve Bülent Arınç’tan geldi. Arınç’ın “kadınlar nasıl olmalı” söylevini ilk defa duymuyordum elbette. Ama nasıl ki temiz hava alıp döndüğünde ev Lale’ye daha da tımarhane gibi gözüküyorsa, ben de Arınç’ı beyaz perdeden dinlerken “gerçekten bu kadarını da demiş miydi” diye hafızamı ve akıl sağlığımı kontrol etme ihtiyacı duydum. Altyazı’dan Abbas Bozkurt ve Gözde Onaran’a verdiği röportajda yönetmen Ergüven, beş kız kardeşin görücüye çıkar gibi kasaba meydanında dolaştırıldıkları sahnede westernleri andıran bir ağırlık olduğunu söylüyor. Hakikaten öyle. Ve hakikaten, bu kasaba bize niye böyle düşman?

 

mustang-3

 

Mustang tabii Gülen Gözler kadar neşeli olmasa da aslında benzer bir curcunaya sahip. Sahilde deve güreşi ve akabinde babaanneden dayak filmin ilk sahnelerinden ama kızlar öyle sessiz sakin dayaklarını yiyip oturmuyor. Hepsi ciyak ciyak, iyi ki de öyleler. O itiş kakış esnasında “oralarınızı erkeklerin enselerine sürtmüşsünüz” diyen babaanneye cevaben kızlardan biri bahçeye çıkıp bir sandalye kırıyor, “bu sandalyeler de kıçımıza değdi, onlar da kirli o zaman” diye. En küçük kardeş Lale rolünde harikalar yaratan ve izleyicinin gözü, kulağı, mantığı olan Güneş Nezihe Şensoy tehlikenin boyutlarına aydıkça, o curcuna yerini tamamen bir korku-gerilim filmine bırakıyor.

 

“Nereye kaçayım?” sözünü birden fazla kez duyuyoruz diğer kız kardeşlerden, aslında o replik bizim izleyici olarak iç sesimizin yankısı. Nereye kaçsın ki bu kızlar, öksüz, yetim, genç, eğitimsiz. Büyük şehre gidip orospu mu olsunlar, bunu nasıl da içselleştirmişiz. Gülen Gözler’den sonra Mustang’in aklıma getirdiği ikinci Ertem Eğilmez filmi: Arabesk. Müjde Ar’ın gelinliğiyle İstanbul’a kaçtığı ve yolda onlarca erkek tarafından tecavüze uğradığı “komik” sahneyi hatırlar mısınız? Arabesk’in ti’ye aldığı tüm o 80’li yılların evden kaçıp kötü yola düşen genç kız trajedileri ya? Biz bunlarla büyüdük, bunlara ağlamamız, bunlara gülmemiz beklendi. Kolay mı öyle silmek? Mustang’in basitliğiyle insanı koltuğuna mıhlayan sonu, gücünü aslında o ümitsizliğimizi kendimize fark ettirmesinden alıyor. Küçük Lale tüm yaptıklarını bir nevi bizim ona olan inançsızlığımıza rağmen yapıyor. Öğretmeninin kucaklayışı bizim aklımıza gelmezken onun aklına geliyor, sıra sıra binaları ve anonimliğiyle başta türden bir cennet güzelim İstanbul’a biz hakkını vermezken Lale veriyor.

 

Film bitmiş ben koltuğumda gözlerim kurusun diye beklerken arka sıramdaki Amerikalı kadının yönetmen Deniz Gamze Ergüven için şu dedikleri çarpıyor kulağıma: “Bu adamın ismini ilk defa duyuyorum. Diğer çektiği filmleri çok merak ettim”.

 

 

(Anılan filmler: Gülen Gözler, Bal, Mayıs Sıkıntısı, Yozgat Blues, Arabesk)

(Ana görsel: link)

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YSalacak’ta İki Kız
Salacak’ta İki Kız

"Bilinmeyen" fotoğrafçı kimdi? Bu fotoğraf kaç senesinde çekildi?

KÜLTÜR

YBunca Zaman Arkadaş Olabilir Miydik Yani?
Bunca Zaman Arkadaş Olabilir Miydik Yani?

Ryan Murphy'nin yeni dizisi "Feud: Bette and Joan" üzerine

Bir de bunlar var

Kuir ve Feminist Dayanışmayla: Koli Art Space
CNNTürk’e Yaklaşmayın, Üzülürsünüz *Cam Kırılma Sesi*
Sinemanın Ophelia’yla İmtihanı

Pin It on Pinterest