Müfide Muzaffer, 1932 yılında iş hayatının kadın tabiyatında yarattığı deformasyonu anlatıyor.

TARİH

Memuriyet Sizin Olsun!.. Yeni Kavuştuğum Evim Bana Yeter

1932 yılı Ağustos ayında, resimli aylık aile ve mektep mecmuası Muhit‘te, Müfide Muzaffer imzasıyla bir yazı yayımlanmış. Başlığı Memuriyet Sizin Olsun!.. Yeni Kavuştuğum Evim Bana Yeter. Daha yazıyı okumaya başlamadan meraklanmıştım; 1932 yılında memuriyeti, neredeyse kendisini evinden ayrı düşüren bir gurbet hayatı gibi deneyimleyen kadın kimmiş diye. İki yerde karşıma çıkan Selma Lagerlöf ve Edgar Allen Poe çevirileri haricinde hakkında bir bilgiye ulaşamadım ne yazık ki. Yazının yayınlandığı Muhit dergisinden ise, Müfide Muzaffer’in ev ve iş hayatıyla ilgili fikirlerinin ne kadarının derginin genel politikalarıyla örtüştüğüyle ilgili yalnızca birkaç ipucuna ulaşabildim. Örneğin hemen bir ay sonra, derginin başyazarı, aynı zamanda TDK’nın kurucularından ve yine Muhit dergisinde Kemalizm kelimesini ilk kullanan kişi olarak tanınan Ahmet Cevat (Emre) aşağıdaki yazıyı kaleme almış:

 

Screen Shot 2013-04-29 at 2.06.27 PM

 

Bugün de sık sık kadınların yegâne vazifesinin ülkeleri için hayırlı erkek evlatlar ve yarınki Türklerin müstakbel annelerini yetiştirmek olması gerektiğiyle ilgili imalar dinlediğimizden bu yazı çok şaşırtıcı gelmeyebilir. Öte yandan 30’ların başlarına kadar kadınların eğitim ve iş hayatına katılımıyla ilgili gelişmeleri gözden geçirdiğimizde bu yazılar gözüme daha ilginç görünmeye başlıyor. Acaba 1935’te ilk kez milletvekili seçilmelerinin ardından ”Artık bütün haklarımızı aldık, kadın mücadelesine gerek kalmadı” diyen ve sonrasında neredeyse 40 yıl boyunca ”devlet feminizmi” olarak adlandırılan garabet içinde sessizleşen ya da ancak erkeklerin diliyle konuşarak var olabilir hale gelen kadınların yenilgisinin ilk işaretleri mi bunlar? Yoksa kadınların güç kazanarak ev içinde üstlendikleri işleri bırakabilecek olmalarının toplumsal cinsiyet rollerini olduğu gibi muhafaza etmeyi tercih eden erkeklerde (ve bazı kadınlarda) yarattığı paniğin yansıması mı? Ya da belki savaş döneminde bir ihtiyaç sonucu memurelik görevlerine alınan kadınların evlerine geri gönderilip, yerlerine yeniden erkeklerin yerleştirilmesinin teşvik edilmesi içindir? Ya da yalnızca Müfide Muzaffer ev hayatını daha çekici bulmuştur?

 

Hangisi olursa olsun, Müfide Muzaffer’in yazısında ev dışında çalışmanın kadınların (fakat asla erkeklerin değil) ”tabiyatına” olan etkilerini bu derece keskin bir şekilde kutuplaştırması (şen/şuh/zarif vs. sert/ölçülü/haşin), memurelik döneminden ev hanımlığına geçişini şizofrenik bir bölünme yaşamış müstakbel kendisini terk edip, özbeöz kendisi olarak yeniden doğuş hikâyesi olarak anlatması, ev kadınlarının hayatı ve öncelikleri bu dergilerde (ve muhtemelen hayatın diğer alanlarında da) çoklukla erkekler tarafından aşağılanırken, kendisi de dahil çalışan kadınların ev kadınlarını basitlik ve sinsilikle suçlamasından yakınıp, konuyu erkeklerle kadınlar arasında bir mesele olmaktan çıkarıp, kadınlar arası bir çekişmeye dönüştürmesi, artık çalışma hayatına atılmanın değil, işten ayrılıp eve dönmenin cesurca ve vatansever bir hareket olarak görülmesi ve ev işlerinin üzerinde araştırma yapılıp öğrenilmesi gereken bir uzmanlık dalına dönüşmesi gibi çok ilginç noktalar var.

 

Screen Shot 2013-04-29 at 4.20.37 PM

Yavrularımın odasını, güneşin hayat verici ışıklarına açmak için her sabah pencereye yaklaşırım. Önümde titreyerek yayılan ve Boğazın şurasında burasında daralan, adeta kaynayan, göl halini alan deniz; karşımızdaki sahilde gür yeşilliklerile gülen kıvrımlar, Göksu… Gözlerimi kendilerine çekerler; bir müddet durur, bekler ve galiba biraz da dinlenirim.

İskeleden ayrılan, evimizin önündeki sete adeta sürünerek geçen vapurun rengârenk kalabalığı, gözlerimi oyalar.. İşleri başına gittiklerini bildiğim vapurdakiler arasındaki kadınlar, bana eski iş hayatımı hatırlatır. O zaman ne garip fikirlerim varmış diye kendime hayret ederim.
 
Bir zamanlar zannederdim ki bir hanım, ne olursa olsun dışarda çalışmadıkça basitlikten ve sinsilikten kurtulamaz.. Hatta evlendikten sonra da bu fikrimi en kıymetli bir mücevher imiş gibi muhafaza ettim.
Aile hayatıma bir yavru bebeğin karıştığı senelerden evvelki vakti hep evimizin haricinde çalışmakla geçirmiştim. Ziraat Bankasında iyi, oldukça bol maaşlı bir vazifem vardı. Müessesenin itimadını ve hürmetini kazanmıştım. İşimi o kadar benimsemiştim ki tahsil gören ince ve zeki bir kızın ev idaresile, zevce ve anne olmak hevesile yaşamasını çok gülünç bulurdum.
 
Bundan iki sene evvel, bir gece eski mektep arkadaşlarımdan Fevziyeye tesadüf ettim. On seneden beri memuriyette çalışan bu arkadaşım büyük terakkiler göstermiş ve iyi bir mevkie geçmişti. Eskiden şen, şuh ve zarif olan Fevziyeyi tanımakta hayli müşkilata uğradım: Sert, haşin, ölçülü bir hanım. Neş’esini, kahkahasını, ahengini, cana yakınlığını tamamile kaybetmiş. Bütün bunlara mukabil bir fikri var: vakît, nakittir..
 
Her şeyi para ile ölçüyor. Her şeyi para arkasından görüyor. İnceliğini, zarafetini, hür yaşamak hakkını… hep para sevdasına değiştirmiş. Asıl kendisine hiç benzemeyen ikinci bambaşka bir şahs olmuş..
 
O geceden sonra düşüncelerim bir az mülâyimleşti. Müstakbel kendimin krokisi karşısında olduğumu anladım ve vaktimi paradan mada bir şey için sarfetmeğe karar verdim.
 
İşimden istifa ettim. Bu kolay olmadı, fakat kararım karardı. Bu cesur hareketten sonra.. cemiyet münasebetlerimizi genişletmiye çalışıyordum. Müsafir karşılamak, ağırlamak kolay şeyler değildir. Hele bizim gibi zengin olmayan bir aile için.
 
Sonra.. Sevgili kıraatlerime döndüm, sonra ben mektepte iken güzel eserlere müptelâ bir okuyucu idim. Tekrar Halit Ziyaya, Reşat Nuriye, Hüseyin Rahmiye kavuştum. Anna Karenin, Verter, Ladam Okamelya, Pol ve Virgini… Hepsi kütüphane içinden bana tebessümlü bir karşılama hazırlamıştı.
 
Şimdi mecmualar, hususile sevimli MUHİT bana dost sahifelerini açmıştı. Yevmi gazeteleri takip ediyordum. Ve bütün bu kraatlerde akşamları için kocamla enteresan konuşma mevzuları oluyordu.
Fakat asıl en büyük hayat değişikliği semt ve ev değiştirmekle oldu:
 
Şişliyi bırakarak boğaz içinde mütevazı bir eve taşındık. O zamana kadar benden hiç ayrılmayan hislerimi ıslah ettim. Nakış işleyen kadına, dantel ören hanıma, turşu kuran Ayşeye, bahçe belleyen Fatmaya karşı duyduğum istihlafı attım. Onları hakir görmez oldum. Eski fikirlerimin ne kadar bayağı olduğunu anladım!
 
Şimdi bir bahçem var. İçindekileri pek çok sevmeğe başladım.
 
Bahçemin ve çiçeklerimin güzelliklerini nasıl anlatabilirim. Ziraî eserleri bulup okuyorum. Büyüyen her fidanın, yetişen her meyvenin, sebzenin, çiçeğin karşısında heyecan dolu zevkler duyuyorum. Soframın üstünde gülümsiyen her mahsulümde adeta iftihar ediyorum.
 
Mutpak, bahçeden sonra, bana hayatın zevklerini tattıran ikinci amil oldu.
 
Benim şimdi mutpağıma ve bahçeme dair küçük bir kütüphanem var. Mecmuaların bazı parçalarını keserim, nazarı dikkatimi celbeden hanımlardan notlar alırım, onların bazısında öyle bilgiler vardır ki hayret etmemek elde değildir.
 
Tasavvur edelim ki ebeveynimiz hayattadır ve bizim oturduğumuz şehirde yaşıyorlar. Öyle zamanlarımız olur ki bize biraz nazaret biraz tahakküm etmek isterler ve böyle bir nazaret altına girmek hoşa gitmez.
 
Fakat şimdi anlıyorum ki ana baba en müşkül zamanlarınızda sizi terketmiyen yegâne sevgi dolu insanlardır. Onlar icap edince derhal size kucaklarını ve aile yuvasını tekrar açarlar. Söyliyebilirim ki babam ve annem üç sene evvel ölmüş olsalardı onları hiç öğrenmemiş, anlıyamamış bulunacaktım.
 
Bir kadının çocukları onun bekâsıdır, ebediyetidir. Ben, bu sevgi ikimizi birden mahvetmesin, gülünç bir vaziyete sokmasın diye kendimi idare etmeğe çalışıyorum, ama bu muhabbetin esiri olduğumu hissediyorum. Çocuğumun bana karşı gösterdiği sevgi benim için en büyük saadettir.
 
Yalnız çocuğa, kendisini o kadar alâka ve uğraşmaya değer bir şey gibi tanıtmamak güç olduğu kadar da elzemdir.
 
Çocuğu en doğru şekilde büyütmek için, nadide bir fidan yetiştirirken olduğu gibi üzerinde çalışılacak toprağı tayin etmek, kazmak, çapalamak, gübrelemek, sulamak, güneşe ve yağmura açık bulundurmak, münbit bir hale getirmek, ondan sonra da genç tohumu büyümeğe bırakmak lazım gelir. Bu, zaman alır, güç ve zor bir iştir. Fakat mesaide ebediyete değen bir zevk vardır.
 
Evimin daracık görünen muhiti mutpağile, bahçesile, çoçuklarile zannettiğimden çok daha geniş vedeğerli olduğunu ispat etti. Orada iç sıkıntısının dayer bulamıyacağına inandım.
 
Hayat ortaklarının ham ve cahil olmamaları ve birbirine uygun mizaçta bulunmaları çok lâzım olan iki şarttır. Bu iki şartın bir ailede bulunup bulunmadığını anlamak için zekâyı, sabrı, maharet ve zamanı ortaya koymak, mütekabil bir hürmetin varlığına inanarak beklemek lâzım gelir. Mütekabil hürmetin ise kadına düşen kısmının daha ağır olduğunu da inkâr etmem.
 
İnkâr eden taş olur çarpılır zaten.

 

Peki hikâyenin başı nasıldı?

 

19. yüzyılın ikinci yarısında salt kadınlara hizmet vermek üzere, ebelik ve hemşirelik, kız okullarında öğretmenlik, kadın suçlular için gardiyanlık gibi kamu hizmetlerinde görev almaya başlayan kadınlar, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında boş kalan diğer kadroları da doldurmaya başlıyorlar. 1912’de İstanbul Polis Müdüriyet-i Umumiyesi’nde istihbarat memuresi, 1913 yılında telefon şirketinde santral memuresi olarak işe alınıyorlar. Hatta Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti (Kadın Haklarını Savunma Derneği) üyelerinden Bedra Osman Hanım ve dört arkadaşının memuriyet başvurusunun Fransızca ve Rumca bilmedikleri gerekçesiyle reddedilmesi, Kadınlar Dünyası Dergisi tarafından eleştirilip, yabancı şirkete boykot tehdidi ve Nafia Nezareti’ne başvuruları yoluyla kamuoyu oluşturulunca, başvuruları bir sene sonra kabul ediliyor. Yani yalnızca devlet dairelerinden gelen bir ihtiyaç değil, kadınlardan gelen bir talep de var çalışmak için.

 

Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte erkeklerin cepheye gitmesi ise kadınların Maliye Nezareti gibi üniseks dairelerde işe alınmasının önünü açıyor (Ha bir de İstanbul Belediyesi çöp toplama işi için kadın taburlarını kullanıyor. Ve Enver Paşa’nın eşi Naciye Sultan’ın 1916 yılında kurduğu Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslâmiyesi çalışmaya ihtiyaç duyan kadınlarla ordunun giyecek, kum torbası vs. gibi ihtiyaçları arasında aracılık yapıyor.)

 

Screen Shot 2013-04-29 at 4.39.01 PM

Cumhuriyet sonrası Kadınları Çalıştırma Yurtları varlığını sürdürüyor. Aksaray’daki bu yurt 1931 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası tarafından ”fakir kadınları çalıştırma maksadıyla” açılmış.

 

Maliye Nezareti verdiği gazete ilanında, silah altına alınmış olan memurların yerine, o işleri görebilecek hanımları göreve çağırdı. Bu davet Nezaretin sınavını birincilikle kazanan Nimet Günaydın tarafından “vatan hizmetine çağrılmak” olarak tanımlanıyor. Yaklaşık 20 yıl içinde vatansever bir kadının tanımı bu kadar değişebiliyormuş demek ki. Nimet Günaydın’ın 1967 yılında Hayat Tarih Mecmuası‘nda yayımlanan anılarıyla yazıyı noktalayalım:

 

Nimet Gunaydin

 

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YSMS’leriniz Google’ın Yasaklı Kelimeler Listesiyle Güvende
SMS’leriniz Google’ın Yasaklı Kelimeler Listesiyle Güvende

Android, büyük aşkım, gel birbirimizin kelimelerini tamamlayalım.

TARİH

YNezihe Muhiddin Hanım Ne Alemde?
Nezihe Muhiddin Hanım Ne Alemde?

Seçme ve seçilme hakkını kazanmamızın 79. yıldönümünde 1935 yılından bir Nezihe Muhiddin röportajı...

MEYDAN

YAraba Aldığım Gün Kadın Oldum
Araba Aldığım Gün Kadın Oldum

'Çok güzelsin yavrum' dedi. O güne kadar sadece sakattım. Araba alınca birden kadın olmuştum. Güldüm, teşekkür ettim.

MEYDAN

YKadının Adı Devletten Siliniyor: Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kapanıyor mu?
Kadının Adı Devletten Siliniyor: Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kapanıyor mu?

27 Kasım 2013 günü haber ajanslarının yayınladığı haberlere göre AKP hükümeti, Meclis'teki Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nu (KEFEK) kapatıp, Aile ve Sosyal Politikalar Komisyonu’na dönüştürmek istiyor! Eşitiz basın açıklaması:

Bir de bunlar var

Yer Altında Kırk Beş Sene: Bir Madencinin Hatıratı
Echo ve Narcissus’un İkinci Hikayesi
Çin ve Afyon

Pin It on Pinterest