"Benim işlerim, görebilmek için hafifçe ona doğru eğilmeyi ve yaklaşmayı gerektiriyor ki bence her canlı ve dünya o ilgili ve meraklı bakışı hak ediyor."

SANAT

Maddenin Tanıklığı, Detayların Söyledikleri: İrem Tok ile Söyleşi

“Gizemli bir evrensel politikaya ya da feragat kavramını içselleştiren bir sosyal-ekoloji ihtimaline doğru keşfe [çıkan]” 5. Mardin Bienali, Adwait Singh’in küratörlüğünde, “Çimenin Vaadi” başlığıyla 20 Mayıs-20 Haziran tarihleri arasında gerçekleşmişti. Bienali izlemek üzere bulunduğum Mardin’de, kapitalist kuşatmanın yayılımına direnen işler güçlü bir Türkiye bağlamına yerleşiyordu. Eski şehirdeki altı farklı mekâna yayılan bienalde ilk kez paralel bir etkinlik olarak Dabbakoğlu Evi’nde görülebilen “Davet Edilen/Invited” başlıklı bir sergi de gerçekleşti. Küratörün kavramsal çerçevesinden hareketle takas, cömertlik ve armağan ekonomileri gibi kavramlar ışığında ilişkilenme biçimleri üzerinde duran sergideki bir iş ve sanatçısı özellikle dikkatimi çekti. Sergide yer alan Meydan Larousse Open Air Museum [Meydan Larousse Açık Hava Müzesi] (2019) heykel-yerleştirmesinden hareketle, sanatçı İrem Tok’u ve pratiğini 5Harfliler‘in ilgisine sunmak isterim.

 

 

Sevgili İrem, öncelikle söyleşi teklifimi kabul ettiğin için teşekkürler. 5harfliler’deki sanat söyleşilerimde, sanatçının bir(kaç) işinden hareketle sanatsal kimliği ve pratiği üzerine konuşmayı önemsiyorum. Bu kapsamda, öncelikle kendinden bahseder misin?

 

İstanbul’da doğdum ve büyüdüm, Marmara Üniversitesi Resim Bölümü’nden mezun oldum ve sonrasında yurtiçi ve yurtdışı rezidans programlarına başvurmaya başladım. Sanatsal üretimim ve ilgi odaklarım bir ölçüde gittiğim yerlerde yaşadığım çeşitli karşılaşmalarla şekillendi. Yaşadığım yerden uzaklaştığımda daha özgür hissettiğimden olacak, daha iyi üretebildiğimi düşünüyorum. Kişisel sergilerimi de genellikle rezidans süreçlerinde ortaya çıkarıyorum.

 

İrem Tok

 

Kurduğum dünyayı kelimeler ve cümlelerle tasvir edilebilir hale getirmek benim için çok kolay değil. Çünkü nasıl tarif etmeye çalışırsam çalışayım, ne söylersem söyleyeyim, asıl söylemek istediğim şey cümlelerin ötesinde beliriyor. Özetlemem gerekirse, büyük söylemlerden uzak duran, küçücük bir varlığın dünyaya düştüğü yerden gözlemlediği, tanık olduğu dünyayı kendince mırıldandığı işler üretiyorum. Ya da öyle olmasını istiyorum. Minik detaylarla uğraşmayı, zihnimi olduğu kadar ellerimi de meşgul etmeyi, bir zanaatçı gibi kendimi işime vererek çalışmayı seviyorum. Üretmek benim için önemli bir eylem. Ruh sağlığım için sürekli hareket halinde olmayı, yeni şeyler denemeyi, merak etmeyi seviyorum. Sanatın yanı sıra yemek yapmak, başka şeyler üretmek, mutfakta da stüdyoda olduğu gibi deneyler yapmak benim için önemli. Bu nedenle, işlerime bakarsanız birçok farklı malzemeyle çalıştığımı görürsünüz. Benim için sanat yapmak dünyayı keşfederken biçimlerle, anlamlarla oynadığım bir mutfakta yemek yapmak gibi.

 

Farklı malzemelerle çalışmanı irdelemeden önce, “Davet Edilen”de sergilenen Meydan Larousse Açık Hava Müzesi’nden bahsedelim isterim. Bu iş, küratör Adwait Singh’in ortaya koyduğu kavramsal çerçeve doğrultusunda izleyiciye neler söylüyor?

 

Bu iş Meydan Larousse ansiklopedisinin içinden çıkan görsellerden etkilenerek ürettiğim bir seri; bilginin ya da bir sanat eserinin küçücük siyah beyaz bir görsele dönüştüğü yerden koparılıp benim tarafımdan tekrar biçim verilerek yeni bir varlık kazandığı bir düzlem. İşin detaylarına yakından bakarsak birçok farklı döneme ait eser ve kalıntıyla karşılaşıyoruz. Benim için burası çok tuhaf bir dünya — gerçek dünyanın sınırlarından taşan ve içinde barındırdığı izlerin aslında şu anı yaşayan bizlere ne söylediğine ya da söylemediğine dair karşılaşmalarla dolu. Aslında tarihin ve toprağın evrensel, zamansız, kimsesiz halinin ve bakışlarımız altında değişen dönüşen anlamlarının bir kurulumu. Sahip olduğun şeyi paylaşmak cömertliktir, ama sahip olduğumuzu düşündüğümüz şeyler acaba gerçekten bize mi ait? Biz bugünü yaşayan insanlar olarak o koca taş heykellerin tanıklıkları karşısında miniciğiz ve doğaya olduğu gibi geçmişe de hükmetmeye çalışıyoruz.

 

 

 

Peki, liken üzerine odaklanmandan da bahseder misin? Bir akademisyenle yolunuzun kesişmesini anlattın bize açılışta, nedir o konu?

 

Kitapları kurgularken içinde yosun, liken, taş gibi doğal materyalleri kullanıyorum. Ancak Marmara Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nde profesör olan likenolog Gülşah Çobanoğlu ile tanışmam sayesinde likenler konusunda derinleşme fırsatı buldum ve mikro canlılarla ilgilenmeye başladım. Öncesinde daha sezgisel bir yolla işlerimde kullandığım likenin doğası ve yapısı hakkında edindiğim bilgiler işlerime yeni bir boyut kazandırdı. Likenler ortakyaşar canlılardır, yarı yosun yarı mantar iki farklı türün birleşmesinden doğmuş farklı bir tür. Kayalara, ağaç gövdelerine, duvarlara tutunarak yaşarlar. Kayalara tutunduklarında bir süre sonra bulunduğu kayayı aşındırmaya başlar, böylece toprak oluşumuna katkıda bulunurlar. Ancak doğada, açık alanda bulunan heykellerin üzerine tutunduklarında bir süre sonra heykeli aşındırmaya başlarlar. Bu bana bir silme mekanizması gibi geliyor. Bazı heykellerin burunlarını, ağızlarını eritebiliyorlar. Tabii diğer doğa koşullarının da etkisini azımsamamak lazım. Arkeologlar likenli eserleri korumak için likenleri kazıyor ya da farklı yöntemlerle büyümelerini engellemeye çalışıyor. Bu konu da ayrıca ilgimi çekiyor.

 

 

Senin çalışmaların akademik ve yerleşik bilgi üretim sistemine ve tekniklerine karşılık yeni ve “gözenekli” bilme biçimlerini keşfetmeye yönelik gibi görülebilir. Kendi kavramsal çerçevenle ilgili neler söylersin? Sanatçı kimliğini oluşturma sürecinde buraya nasıl geldin?

 

Çocukken kısıtlı imkânlar çerçevesinde dünyayı keşfetmeye ve deneyimlemeye çalışırdım. Apartmanın arka bahçesi, ansiklopediler ve pullar benim dünyaya açılan kapımdı. Dedem postacıydı, emekli olmadan önce teyzeme bir sürü pul getirirmiş; o da bütün pullarını bana bırakmıştı. Çocukken onlarla uzun vakitler geçirdim. Tıpkı pullar gibi, ansiklopedilerdeki resimler de gidemediğim o yerlerin sihirli nesneleriydi benim için. Gidemediğim, göremediğim, deneyimleyemediğim dünyayı pullara dokunarak, ansiklopediden okuyarak öğrenmeye çalışırdım.

 

Sonra büyüyüp hayatın içine karışınca teoride değil de pratikte orada olmanın ve bir bilginin kendi gerçekliğine nüfuz edebilmenin önemini daha iyi anladım. Kendi varlığımla bir şeye tanık olup oradan bir bilgi ürettiğimde, kendi öznel algımla göreceğim şeyin bana gösterilenden, işaret edilenden daha eşsiz bir üretim potansiyeli taşıdığı kanısındayım. Aslında işlerimde de bu yüz yüze olma halini, öznel deneyimin önemini vurgulamaya çalışıyorum.

 

Evrensel bir dil kurduğun için işlerine baktığımda yerelden küresele erişim potansiyeli dikkatimi çekiyor. Peki seramik, animasyon, organik madde gibi farklı malzemelerle yarattığın mikro dünyalar bize ne söylüyor?

 

Yakından baktığınızda içinde doğduğunuz dünya bambaşka bir gezegene dönüşebiliyor. Hatta bazı şeyler o kadar küçük ve kırılgan ki yakınlaşmadan onları fark etmemiz imkânsız. Dünya nasıl uzaktan baktığınızda mavi bir noktacık gibi görünüyorsa, bizler de hem birbirimizle hem diğer canlılarla yakınlık kurmadan onları anlayamıyoruz. Benim işlerim, görebilmek için hafifçe ona doğru eğilmeyi ve yaklaşmayı gerektiriyor ki bence her canlı ve dünya o ilgili ve meraklı bakışı hak ediyor.

 

 

 

Son olarak seni bu aralar meşgul eden, üretime dönüştürmeyi planladığın kavramlardan ve yakın zamanda izleyiciyle buluşacak olan çalışmalarından bahsetmek ister misin?

 

Birkaç ay önce, Mardin Bienali sonrası, İtalya’nın Lucca şehrinde SAHA’nın ve S.O.F.A’nın desteği ile İrene Panzani küratörlüğünde gerçekleşen bir sergide yer aldım. Bir süre Botanik Müzesi’nde çalışma ve üretme fırsatı buldum. Orada çeşitli kitaplarla, müzenin bahçesindeki göletten aldığım su örneklerinin video çekimleriyle, bir kısmını İstanbul’da, bir kısmını ise Lucca’da ürettiğim seramik heykellerle, bahçeden topladığım liken, yosun, taş ve minik figürlerle diyorama benzeri bir platform yaptım. Bu iş yeni eklediğim parçalarla birlikte Çanakkale Bienali’nde gösteriliyor. Daha önce kitapların içinde ürettiğim dünyaların tersine bu defa yeni bir düzlemde kitapların kendilerini de birer anıt, heykel gibi yontarak onları da kendileri dışındaki dünyanın bir parçası haline getirdim. Yer yer kemik benzeri formlar oluşurken, bazıları mağaralar gibi yeryüzü şekillerine benzedi. Daire şeklindeki platformun ortasında krater benzeri yapıların içindeki çamurlu su birikintileriyle dünyanın insansız zamanlarından başlayan ve bugüne doğru gelen zamanlar arası bir kurgu oluşturmaya çalıştım. Son günlerde de yeni açılacak olan Cendere Su Müzesi’nde yer alacak yeni işim üzerine çalışıyorum.

 

Çok teşekkürler, sevgili İrem.

 

Ben teşekkür ederim.

 

Ana görsel: İrem Tok, Meydan Larousse Açık Hava Müzesi‘nden detay (2019)

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YBedenin Çoğunlukla Sonralığı: Teyel, Uzuv, İlizarov Sergisi vesilesiyle Çınar Eslek ve Ceren Erdem ile Söyleşi
Bedenin Çoğunlukla Sonralığı: Teyel, Uzuv, İlizarov Sergisi vesilesiyle Çınar Eslek ve Ceren Erdem ile Söyleşi

“Hem bir tek elmadan hem süpürülen topraktan/hem zindandan dönen insan ruhundan” söz eden Teyel, Uzuv, İlizarov sergisi 4 Kasım’a kadar Tütün Deposu’nda görülebilir. Sanatçı Çınar Eslek ve küratör Ceren Erdem'le sergi üzerine söyleştik.

KÜLTÜR

YÇok Renkli Şiirsel Queer bir Bahçe, Kadın+ Açık Mikrofon: Arzu Bulut ve İlke İmer ile Söyleşi
Çok Renkli Şiirsel Queer bir Bahçe, Kadın+ Açık Mikrofon: Arzu Bulut ve İlke İmer ile Söyleşi

Şiir buluşmalarımıza devam edip poetik bir zemin kazandırmak istiyoruz bu adaletin olmadığı, umudun yaralandığı, neşenin kaybedildiği zamana ve bu coğrafyaya.

SANAT

Y“Resimlerimin Deşifresi Meşakkatli, Bazen de Gereksiz:”  Müveddet Nisan Yıldırım ile Söyleşi
“Resimlerimin Deşifresi Meşakkatli, Bazen de Gereksiz:” Müveddet Nisan Yıldırım ile Söyleşi

Müveddet Nisan Yıldırım’ın işleri için seçtiği “Gidişini çizdim” ve “Çocukken nasılsa şimdi de öyle” gibi poetik isimler edebi bir hissiyat yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda güçlü bir dayanışma hissi veriyor. Kâğıt üzerinde pastel bir yara açar gibi, diye düşünerek galeriden ayrıldım, ama yara neden iyi hissettiriyor?

SANAT

YDaireler Çizerek Sürekli Uçuyorlardı: Çağla Köseoğulları ve Kevser Güler ile Söyleşi
Daireler Çizerek Sürekli Uçuyorlardı: Çağla Köseoğulları ve Kevser Güler ile Söyleşi

Daireler Çizerek Sürekli Uçuyorlardı sergisi dilsiz bir harita: Kelimelerde radikal bir tasarrufa gidildiği için meramını hemen anlatmıyor ancak hatları net çizilmiş. Sanatçı ve küratör sezisel veya rasyonel düzlemde yolu az çok bilenlere eşlik ediyor ve yine görmeye talip gözler için örtük bir manzara sunuyor.

Bir de bunlar var

İnsanın yurdu neresidir?
Ezhel: Bizden Başka Kimsemiz Yok!
Röportaj: Çiçek Kahraman ile Yeşilçam, Kurguculuk ve “Bütün Mahalleli Duysun”

Pin It on Pinterest