Ev işçilerinin mücadelesi bir “dram” değil, bir hak mücadelesi.

MEYDAN

“Gariban temizlikçi değiliz, ev işçisiyiz ve sendikalıyız”

İmece Ev İşçileri Sendikası’nın serüveni 2000’li yılların başlarına dayansa da sendikanın asıl yolculuğu 2014’te Kurtköy’deki kazayla başlıyor. Kurtköy’de temizliğe gidecek olan ev işçileri, otobüs durağında beklerken bir üniversite öğrencisi aşırı hızla durağa çarpıyor. Üç ev işçisi hayatını kaybediyor. Gazeteler ise bu olayı manşetten şöyle görüyor: “Gariban temizlikçiler öldü.” Sendikanın aktivistlerinden Sinem Atakul’un aktarımıyla sonrasında olan şu: “O slogan üzerine ev işçileri diyor ki, ‘Biz gariban temizlikçi değiliz, ev işçisiyiz ve sendikamızı kuruyoruz.’”

Ev işçilerinin sosyal güvenlik hakları, emeklilik hakları, çalışma koşullarının düzeltilmesi ve iş yasası kapsamına alınabilmeleri için mücadale ediyor İmece Ev İşçileri Sendikası. Sendikanın yolculuğunu, çalışmalarını, ev işçilerinin özellikle pandemi sürecinde iyice zorlaşan çalışma ve yaşam koşullarını, göçmen ev işçilerinin karşılaştıkları sorunları sendika aktivistlerinden Tülay Korkutan ve Sinem Atakul’dan dinliyoruz.


Sendikanızın işleyişini “Tabandan örgütlenen, katılımcı, anti-hiyerarşik” olarak tanımlıyorsunuz, bunu açabilir miyiz? Nedir İmece’nin derdi?

 

Tülay Korkutan: İmece, ev işçileri sendikası olmadan Kadın Araştırmaları ve Dayanışma Merkezi’ydi. O dönem tartışılan nasıl bir kadın örgütü olunması gerektiğiydi. Yukarıdan bir siyaset kurmadan, tabandan örgütlenen, hiyerarşinin olmadığı bir örgütlenme tahayyülü var burada. Herhangi bir kurumun, örgütün, kuruluşun, oluşumun bir şeyi, yedeği vesairesi olmadan kendimiz için kadınlar olarak, kadınlarla birlikte bir şeyler yapmak. Hatırlıyorum mesela, ben o dönem lise öğrencisiydim ve meclisler vardı. Haftada bir gün toplanıyordu İmece’nin meclisi ve kadınlar orada fikirlerini dile getiriyordu. İtirazı olan itirazlarını sunuyordu. Her türlü kararlardan bahsediyorum burada, örneğin kadınlar kişisel sorunlarını da açabiliyorlardı. Birlikte tartışılan bir yapı hakimdi. O günden bugüne de bu katılımcılığı kurmaya, korumaya çalışıyoruz. Üye olsun veya olmasın, bir kadın kendine İmeceliyim diyorsa, ben burada bir şeyler yapmak istiyorum diyorsa -ki zaten resmi üyelik şartı aramıyoruz- biz onu İmece’nin üyesi olarak görüyoruz zaten. Tabii ki derneğe ve sendikaya üye olmalarını isteriz kadınların. Özel olarak ise sizin de belirttiğiniz gibi ev işçileri için, ev işçileriyle birlikte çalışıyoruz. Sendikamızda ev işçileri ve aktivistler var. Sosyal güvenlik hakları, emeklilik hakları, çalışma koşullarının düzeltilmesi ve ev işçilerinin iş yasası kapsamına alınabilmeleri için mücadale ediyoruz.

 

Üye sayınızla ilgili bilgi verebilir misiniz?

Sinem Atakul: Kayıtlı ve kayıt dışı üye sayımız var; ancak kayıtlı olarak 300 üyemiz var diyebiliriz.

 

Sendikanızın yolculuğunun başlangıcı için neden Esenyurt’u seçtiniz?

 

Sinem: Evet, İmece Ev İşçileri Sendikası’nın yolculuğu 2000’li yılların başında Esenyurt’ta başlıyor; ama asıl sendikanın kuruluşu 2014’te Kurtköy’deki kazayla oluyor. Kurtköy’de temizliğe gidecek olan ev işçileri, otobüs durağında beklerken bir üniversite öğrencisi aşırı hızla durağa çarpıyor. Üç ev işçisi hayatını kaybediyor. Gazetelerde de başlık şöyle çıkıyor: “Gariban temizlikçiler öldü.” O slogan üzerine ev işçileri diyor ki, “Biz gariban temizlikçi değiliz, ev işçisiyiz ve sendikamızı kuruyoruz.”

 

Tülay: Esenyurt hikâyesini açayım ben de biraz. Esenyurt özel bir yer, çoğu yoksul ve emekçi insanlardan oluşan bir yerleşime sahip. Yeni de kurulan bir ilçe aslında. Etrafında Bahçeşehir, Esenkent, Ardıçlı Evler var ve buralarda lüks siteler konumlanmış durumda. O lüks sitelerde, plazalarda çalışan kadınlar var, aynı zamanda çok ev işçisi var. 2000’lerin başına kadar ise burada kadınların kendi yaşadıkları sorunlarla ilgili çalışmalar yürüten kadın örgütleri pek yok. İmece kurucusu kadınlar Esenyurt’ta başlatalım bu çalışmayı diyorlar ve şimdiki İmecemizin yolculuğu başlıyor. Politik olarak da buna açık bir yer çünkü Esenyurt, bir şeyler yapılırsa devamı gelir diye düşünülüyor. O aşamada Kadın Araştırmaları ve Dayanışma Merkezi (KADMER) kuruluyor. 2003 yılında İmece Kadınlar Kahvesi, sonrasında da İmece Ev İşçileri Sendikası kuruluyor. Çalışmalara başlandıktan sonra şeyi hatırlıyorum, kimse kimseye “Ben ev işçisiyim,” demiyordu. Ev işçisi de denmiyordu zaten, “gündelikçi”, “temizlikçi” olarak tarif ediyorlardı iş tanımlarını. Ev işçisiyim deme serüveni başka bir mücadeleyle oluyor. Ama İmece tek başına Esenyurt’la sınırlı kalmıyor. 2006’da Emel Çelebi “Gündelikçi” filmini çekiyor ve Antalya Altın Portakal’da ve Seul Kadın Filmleri Festivali’nde birincilik ödülü alıyor. Ondan sonra aslında İmece’nin serüveni de değişiyor. Verilen mücadelenin ve kamuoyunda görünürlüğün etkisiyle kadınlar işçi olduklarının bilincine varıyorlar. Gündelikçi ya da temizlikçi olarak çağrılırken, biz işçiyiz, demeye başlıyorlar. Biz bir şey üretiyoruz ve bununla ev geçindiriyoruz, diyorlar.

 

Sinem: Ev işçisi kadınların bilincinde aslında şöyle bir şey de gelişiyor. Ben bu işi kendi evimde zaten yapıyorum ve şimdi bunun için para alıyorum, bu sorun değil. Ama zamanla işçi olduğunda ısrar etmesi, o terminolojinin değişmesi çok etkileyici bir durum. “Kadın, abla, yardımcı” da deniyordu aynı şekilde, hâlâ deniyor. Ama o maternal ilişki zaten duygusal emeği sömüren bir yere evriliyor. “Sen bu evin kızısın,” diyorlar örneğin. Böylelikle yine oradaki emeği görünmez kılıyorlar. Biz tüm bunlarla mücadele etmek için -2006’dan sonra da- 2008 yılında “Gündelikçi Kadınlar Birliği”ni kurduk. Bu birlikten sonra ev işçileri dedi ki “Biz neden sendika kurmuyoruz?” Böylelikle 2014’te de sendika süreci resmileşti ve 25 kişiyle birlikte İmece Ev İşçileri Sendikası’nı kurduk.

 

 

Ev işçilerinin şu an için öncelikli sorunları neler? Örneğin pandemi sürecinde neler yaşadılar?

 

Sinem: Pandeminin ilk günlerinde sendika olarak telefon görüşmelerine başladık. Çünkü yoğun bir şekilde işten çıkarmalar oldu. Ulaşım aracına biniyor olmaları gibi gerekçelerle ev işçilerini doğrudan “virüsün taşıyıcısı” olarak konumlandırdı işverenler. Ya da örneğin göçmen işçileri evden çıkarmama politikası uyguladılar. Seren Serengil örneğini hatırlayalım, çünkü muhtemelen bu mevzuyu da sümenaltı ettiler. Onun evinde çalışan göçmen işçi dışarı çıkmak istediğinde “Çıkamazsın, eve virüs mü getireceksin?” diyor. O da erkek arkadaşıyla beraber ev işçisini darp ediyor. Kamera görüntüleri, ses kayıtları da vardı, hatırlıyorsunuzdur. Götürüp ormanlık bir yere atıyorlar sonrasında da. İmeceli kadınlar olarak bu duruma çok öfkelendik. Gazetelere demeç vermeye başladık bu olay üzerine ve sürekli birbirimizden haberdar olmaya çalıştık, birbirimizi aradık. Bu dertleşmeden bir çıkış yolu bulmamız gerekiyordu. Biz aynı zamanda Dünya Ev İşçileri Sendikası’na üyeyiz. Oraya ev işçilerinin haberlerini ve röportajlarını özetleyip İngilizceye çevirerek gönderiyorduk zaten. Covid döneminde de bu ilişki daha güçlü bir şekilde gelişti, bizden daha sık haberdar olmak istiyorlardı. Dünya Ev İşçileri Sendikası’nın Avrupa Sorumlusu enternasyonal bir dayanışma fonundan bahsetti bize. Yine diğer ülkelerdeki ev işçilerinin aidatlarıyla oluşturduğu bir fondu bu ve ihtiyacı olan ev işçileriyle bu fon aracılığıyla dayanışıyorlardı. İmece olarak bir ekip oluşturduk ve en acil durumdaki 76 ev işçisini belirledik. Birebir aradık hepsini ve görüştük. O süreçte evini terk edip ailesinin yanına giden oluyordu, ya da eşinin kız kardeşi şiddet görmüş ve o eve gelmiş oluyordu. Yaşamlar sürekli değişiyordu. İki gün önce tüpü komşusundan almış örneğin ama o tüpte pişirecek yemeğim yok, diyorlardı. Korkunç bir hâl alıyordu durum özetle. Çünkü baktığınızda direkt ekonomiye karışan bir gelirin varsa, demek ki sen en kırılgan gruptasın ve en ufak bir krizde ölümle burun buruna gelecek bir yoksulluk halindesin… Derinlemesine mülakatlar yaparak, ev işçilerinin bu süreci nasıl yaşadığını raporlamaya çalıştık. Basın duyurusu yaptık. Sendika kurucu üyemiz, aynı zamanda yol arkadaşımız Milletvekili Serpil Kemalbay, raporu Meclis’teki milletvekillerine dağıttı. Raporun özeti şuydu: İşçi statüsünde olmadıkları için hükümetin veya belediyenin yardım paketlerinden dahi yararlanamadı ev işçileri. Belediyeleri acil yardım talebiyle aradığımızda evrak silsilesiyle karşılaştık. Bunu aştığımız yerde ise ev işçisi arkadaşlarımızdan birinin “Sinem, yardım paketini almaya gidecek yol param yok,” dediğini hatırlıyorum. Bazı kadınların okuma-yazması yok. İnternet paketi yok. Orta sınıf sisteme dahil olma aşamalarını dayatamazlar kadınlara. Ve bu insanların nakit paraya ihtiyaçları var. Onun bebek mamasına ihtiyacı varken, bulgur veremezsiniz.

 

Tülay: Ölümle yaşam tercihi arasında gidip geldiler açıkçası. Ev işçileri pandemi sürecinde tamamen kendi hallerine bırakıldılar. Biz de ulaşabildiğimiz ev işçilerine ulaştık, baktığımızda 2 milyon ev işçisi var çünkü. Kısa çalışma ödeneği ya da yardım paketleri gibi başlıklar altındaki göreli desteklerden ev işçileri hiç yararlanamadı. Pandemiden önce de bu sömürü silsilesi hakimdi; ama pandemi sürecinde bu durum daha çok derinleşti. Ev işçisi kadınların güvenceleri yok. Çoğunun işi azaldı, eskisi gibi düzenli işlere gidememeye başladılar. Buradaki esas problem ise şu: Ev işçisinin işe gidip/gitmeme durumunun işverenin inisiyatifine bırakılması. İşverenin iş akdi çerçevesine, iki dudağının arasına hapsedilmemeli ev işçisinin geleceği. “Covid var eve gelme,” gibi bir şey bizim açımızdan kabul edilebilir değil. Burada eğer profesyonel bir iş ilişkisi olsaydı, ev işçileri bu süreçte, diğer bazı işçiler gibi ücretli izne ayrılabilirdi. Ya da sigortalı çalıştırılsa işsiz kaldıklarında en azından işsizlik maaşı alabilirlerdi. Şöyle bir durum da var şu an ne yazık ki: Pandemi nedeniyle iki kat bir hijyen dayatması var ev işçilerine yönelik. Sürekli temizlik, sürekli bir dezenfekte etme hali hüküm sürüyor. Dolayısıyla iki kat daha fazla emek harcıyor ev işçileri.

 

Temizliğe gidilen evlerin sahipleri gibi, temizlik şirketlerinin patronlarını da haberlerde görüyoruz. Burada nasıl bir sömürü var?

 

Tülay: Bazı uygulamalar var, ev işçileriyle çalışan firmalara ulaşıp onlardan teklif alıyorsunuz. Şirketler hiçbir şey yapmıyor aslında, o ev işçisinin emeğini zahmetsiz bir şekilde kiralıyor. Belki ofisleri dahi yok, bunu bile bilmiyoruz. Android uygulaması üzerinden görünürlükleri var sadece. Önceden tanıdıklar üzerinden ilerliyordu ev işçilerinin işleri. Bu sayede neredeyse herkes başka birinin önerisiyle işe gittiği için o evlerin nasıl olduğunu, içlerinde kimlerin yaşadığını biliyordu ev işçileri. Ya da işverenler yine başka bir işverene öneriyordu. Buradaysa çok ciddi bir istismar ve taciz olduğunu biliyoruz. Nereye gönderdikleri belli değil, evlerde kimlerin yaşadıkları belli değil. Zaten uygulamada 300 liraya anlaşıyorsa insanlar, o paranın yarısı bile ev işçisine gitmiyor. Vermiyorlar yani. Emek tacirliği yapılıyor alenen. Devlet de bu alanı sonuna kadar açıyor ve kiralık işçi bürosu gibi çalışıyor bu şirketler.

 

 

 

Şu an Türkiye’deki ev işçilerinin çoğunlukla göçmen kadınlar olduğunu söylemek hatalı bir gözlem mi olur?

 

Sinem: Bunu tespit edemeyiz. Bu tarz verileri tespit edememek zaten bir kez daha sistemin çürümüşlüğünü gösteriyor bize. Kayıtlı, kayıt dışı çalışan ev işçisi sayısı bile belirlenemiyor şu an. Buradaki belirsizlikler çok can yakıcı ve en ağır hak ihlallerinin yaşandığı bir işkolu bu. Örneğin benim birlikte çalıştığım bir usta var, eşi Özbek. Şu an bir evde hem bebek bakıyor, hem yemek yapıyor, hem de evi temizliyor. Üç işkolunu bir insana yüklüyorsunuz ve bu insanlara günlük 50-70 lira gibi bir ücret ödüyorsunuz.

 

Tülay: Daha az ücret ödemek işverenin işine geliyor. Bir gün normal saatte çalıştırsa bile diğer hafta diyor ki, haftaya şu saate kadar çıkma, ben o gün yoğunum. O zaman tüm gün çalışıyor ev işçisi ve kalmadığında ihbar edilme tehdidi dahi alabiliyor. Bizim bu alanlara dair politika üretmemiz gerekiyor. Sadece İmece olarak bizim değil, genel olarak sömürüsüz bir dünya düşleyen herkesin bu alana bakması gerekiyor. Göçmen işçiler üzerinde kâğıtsız çalışmanın baskısı büyük. Diğer ev işçileri için de sendikalı olmak bir tedirginlik yaratıyor. Göçmen ev işçisi bir kadın, Türkiyeli bir ev işçisi kadının yaşadığı sorunların iki katını yaşıyor. Bir kere pasaportu doğrudan düzenli çalıştığı ev sahibi tarafından alınabiliyor. Bu ne demek? Sadece emeğini değil, tüm haklarını satın alabilirim demek. Ya da izinlerini işveren kafasına göre düzenleyebiliyor. Çünkü elinde onu sınırdışı ettirebilme “kozu” var. Hakkını dile getirebilme imkânları yok. Tacize, tecavüze daha açık hâle geldiklerini de biliyoruz göçmen ev işçilerinin. Nadira Kadirova’yı hatırlayalım. Nadira öldürülene kadar neler yaşadı, bu alana yeteri kadar bakmadığımız için bizler de onun itirazlarını duyamadık.

 

Ev işçilerinin yaşadıkları sorunlar, basında gördüğümüz kadarıyla sürekli ev işçilerinin “çıkardığı” sorunlar olarak aktarılıyor. Sosyal medyada da sıkça denk geliyoruz, örneğin elektrikli süpürgesi bozulan biri ev işçisini sorumlu kılıyor. Bunun temel nedeni nedir?


Sinem:
Yakın bir zamanda Antalya’daki bir ev işçisi arkadaşımız aradı. İşverenlerden birine dava açacaklarmış. Çünkü ev sahibi, ev işçisinin 1000 liralık parfümünü çaldığını iddia ediyor. Karakola gidip şikâyetçi oluyor. Ev işçisi 15 yıldır o evde çalışıyor ve bu iftira nedeniyle işinden oluyor. Şikâyet üzerine ev işçisi arkadaşımız bir avukatla görüşüyor ve karşı dava açıyor. Ya da biri arıyor “Kocamın boxerlarını sen mi çaldın?” diyor ev işçisine. Profesyonel bir ilişki olmadığı için aklına direkt onun yaptığı, onun yapabileceği geliyor. Dizilerde filan da kapıyı dinler ya ev işçileri, hep öyle temsil edilirler. Dedikodu yapan, laf taşıyan, hırsızlık yapan. Medya da bundan azade değil ne yazık ki. Ama bu çalma, çalmama/güven tartışmaları çok da bizim mücadelemizin gündemi değil. Çünkü o kısım toplumun vicdanına, acıma duygusuna seslenen kısım. Ama bizim sorumluluğumuzda değil. Bizim sorunumuz da değil.

 

Sizin deyiminizle “yoksul emekçi kadınların örgütü”sünüz. Peki sizinle dayanışmak isteyen ama ev işlerinde de yardıma ihtiyacı olanların nelere dikkat etmesini isterseniz?

 

Sinem: Biz böyle tanımlamıyoruz aslında kendimizi, sistem tarafından bilinçli bir şekilde yoksul bırakılmış kadınların örgütüyüz diyoruz kendimize. Kadınlara ait bir iş kolu da değil aslında bu, profesyonel bir alan olsa erkekler de çalışacak muhakkak. Ki zaten profesyonel bir işkolu olsa devlet de kârlı çıkacak buradan. Yani dertleri o olduğu için söylüyorum bunu. Ama devlet, ev içi alanı kadına ait bir alan olarak tanımlamakta, buraya hapsetmekte ısrarcı. Ev içi emek kadın emeği olarak kalsın istiyor. Erkek yemek yapıp, yaşlıya baksın istemiyor.

 

Tülay: Bu hepimizin sorunu aslında. Pandemiyle daha da görünür hale gelen ev içi emek süreçlerinin, toplumsal cinsiyet kodlarıyla kadınlara nasıl yüklendiğini yakıcı bir şekilde yeniden görüyoruz. Beyaz yakalı bir çalışan olmanız da sizi bundan kurtarmıyor. Kadınsanız kendi işlerinizle birlikte evin işlerini de, evdeki diğer üyelerin işlerini de üstlenmek zorunda bırakılıyorsunuz. Online bir toplantıdan da çıksanız, fabrikadan da çıksanız akşam yemek yapmak, çamaşırları yıkamak, varsa çocuğunuza bakmak zorundasınız. Bunu yine ne evin diğer üyeleri görüyor ne de bunun için size bir ücret ödüyorlar. Ekonomik durumu iyi olanlar ev işçilerini çalıştırabiliyorlar; ama genellikle tüm bu yeniden üretim süreci kadınlar üzerinden örülüyor. Burada asıl sömürü başlıyor. Biz “Benim Güvenli Evim” diye işverenlere yönelik de bir çalışma yapmıştık; ama bu tabii ki tek başına işverenlerin değil, asıl olarak devletin sorumlu kılınması gerekilen bir işkolu. Ev işçilerinin mücadelesi bir “dram” değil, bir hak mücadelesi. İşverenler ise bireysel olarak şunları yapabilir: Evlerinde bir ev işçisi çalışıyorsa İmece’yle iletişim halinde olsunlar. İş ve işçi güvenliğine önem versinler. Örneğin camı sildirmek için ev işçisini cama çıkartmasınlar, o ağır deterjanları kullanmalarında ısrarcı olmasınlar. İş standardını aşmamaları gerekiyor. Ev işçisine ekstra olarak yemek yaptırmasın örneğin, elbisesini ütületmesin. Köpeğini de ona gezdirtmesin, bunların hepsi farklı işkolu sonuçta. Sigortalı çalıştırabilirler ev işçilerini; ama mutlaka paralarını zamanında ödesinler. Bizim en sık karşılaştığımız sorunlardan biri ev işçilerinin paralarının geç ödenmesi ya da ödenmemesi için çaba gösterilmesi. Sendika olarak burada da devreye giriyoruz. İşvereni arayıp ev işçilerinin yalnız olmadıklarını söylüyoruz, ücretlerini talep ediyoruz. Ev işçilerinin paralarını ödemeleri için illa şirketlerinin, iş yerlerinin önünde basın açıklaması mı yapalım?

 

Sinem: Sigortalı çalışmadan bahsediyoruz ama örneğin bir ev işçisi kolunu kırmıştı ve işveren, o gün işi tamamlamadığı için 10 lirasını kesmişti ev işçisinin. Sürekli bir pazarlık hâli hakim zaten. Kayıt dışı bir işkolunda pazarlık imkânı da ortadan kalkıyor ne yazık ki. “200 lira çok, 150 versem olur mu?” diyorlar. Ya da gün boyu aç kalıyor o ev işçisi mesela, bir öğün yemeğini karşılamıyor işveren. Burada işverenlerin vicdanına seslenmekten ziyade bu hakların yasal güvence altına alınması için mücadele etmemiz gerekiyor. İşveren kadını ve ev işçisi kadını karşı karşıya getiren bir sistem de var, onu da özellikle belirtmek istiyorum. Örneğin açılan bir davada işveren kadının eşini de dahil ettik biz davaya. O da o evin temizliğinden faydalanıyor çünkü, sadece işveren kadının sorumluluğunda değil ev. Asıl mesele ev işçilerinin haklarının tanınması ve bu hakların yasal güvence altına alınması. Çünkü işverenler şöyle şeyler de yapıyor: En ucuz deterjanları alıyor, iki farklı deterjanı karıştırıp kullanmasını istiyor, ev işçisinin sağlığını o deterjanlarla bile çekinmeden tehlikeye atabiliyorlar. Kendi ellerini değdirmedikleri yerleri ev işçisi pirüpak yapsın istiyorlar.

 

 

Sendikalı olmasa da yaşadıkları hak ihlallerini, sömürüyü anlatmak için size ulaşanlar oluyor mu? Sendikalı olmayan ev işçileri size ulaşmak için ne yapabilirler?

 

Tülay: Biz üye olsunlar isteriz ama ev işçisinin sigortası olmadığı için olamıyorlar. Sendikalar kanununa göre bir işçinin sendikalı olabilmesi için sigorta sicil numarası olması gerekiyor. Bu da bizim handikapımız. Ancak yine de E-devlet üzerinden üye olmalarını istiyoruz. Üyelikler Çalışma Bakanlığı’ndan kabul edilmiyor bu da aslında bir ihbar sayılabilir. Çünkü burada şöyle bir sorunla karşı karşıyayız: Ev işçileri işçi statüsünde olmadıkları için sendikaya üye olmaları da sorun. Sigortalı çalışan ev işçisi oranı da zaten çok az.

 

Sinem: Bir de o sigorta sistemine geçmesi için eşinin sigortasından feragât etmesi gerekiyor. Eşinin sigortasından feragât etmesi demek, sağlık hizmetlerinden faydalanamaması ve prim usulüne geçmesi anlamına geliyor. Direkt çalışmayla da herhalde bir elli yılda ancak emekli olabilir ev işçileri. İşverenlerin vicdanına bırakılıyor şu anki yasalarla ev işçilerinin kaderi. Dilerse 10 gün çalıştırır, 90 gün çalıştırmaz örneğin işveren.

 

Tülay: Tüm bunlara rağmen dediğimiz gibi ev işçileri E-devlet’e girip sendikaya üye olabilirler. Sendika üyeliği seçeneğine tıklayıp, 20. İşkolu (Genel İşler) olarak geçen yere tıklayacaklar ve böylelikle İmece Ev İşçileri Sendikası’na üye olabilecekler. Resmi olarak üyemiz görünmeyecek; ama bize iletişim bilgileri ulaşmış olacak. Bir sorun yaşadığında direkt bizi arayabilecek veya biz pandemi sürecinde olduğu gibi onları arayıp dayanışabileceğiz.

 


İmece Ev İşçileri Sendikası İletişim Bilgileri:
Kervangeçmez Sokak, İnci Apt. No:10, Daire:7
Şişli-İstanbul
Telefon: 0212 596 81 59, 0506 253 6897, 0553 883 5785
E-mail:
info@kadinlarinimecesi.org
Twitter: https://twitter.com/imeceSendika

 

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

Y“Kırılganlık güçtür, filmin kahramanlarından bunu öğrendim”
“Kırılganlık güçtür, filmin kahramanlarından bunu öğrendim”

"The Last Year of Darkness" (Karanlığın Son Yılı) belgeselinin yönetmeni Benjamin Mullinkosson ile belgeselin ortaya çıkışını, “Funkytown”ın ve müdavimi arkadaşlarının onun için önemini konuştuk.

MEYDAN

Y“Çocuğa yönelik cinsel istismar davalarının çoğu cezasızlık politikası ile örülüyor”
“Çocuğa yönelik cinsel istismar davalarının çoğu cezasızlık politikası ile örülüyor”

Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nin avukatı Burcu Uçuran, “G.U. vs TÜRKİYE” davasını ve derneğin bu dava üzerinden AİHM’e yaptığı başvuruyu anlattı.

MEYDAN

Y“Bayram Sokak, trans kadınların barınma ve hafıza mekânıdır, tarihimizdir.”
“Bayram Sokak, trans kadınların barınma ve hafıza mekânıdır, tarihimizdir.”

Bayram Sokak 12 Platformu, İstanbul Bayram Sokak’ta trans kadınların evlerinin mühürlenmesiyle ilgili İHD’de düzenledikleri basın açıklamasında, uygulamanın hukuksuzluğuna ve keyfiliğine dikkat çekti.

MEYDAN

Yİliç’te ne oldu?
İliç’te ne oldu?

İliç'te yaşanan kaymanın öncesinde, 21 Haziran 2022'de, aynı maden sahasında bir siyanür sızıntısı yaşandı. Siyanür sızıntısının ardından, çevre örgütleri İliç'te yaşanan çevre sorunlarını vurgulamak için protestolar düzenledi ve suç duyuruları yaptı. Ancak, mahkemeler, ÇED raporunun onaylanmasına ve kapasite artışının devam etmesine izin verdi.

Bir de bunlar var

Ekofeminizm Nedir?
Film İzlemek De Mi Yasak?
Yunanistan: Embros Yeniden Özgür

Pin It on Pinterest