Niye burdasın? Bilmem. Sizin ülkedekiler birbirini öldürüp duruyormuş, ha? Bilmiyorum. Müslüman falan mısın? Bilmem. Vampir misin yoksa? Bilmiyorum. Ne zamandır burdasın? Neden burdasın?

MEYDAN

Değişimi Saymak

 

 

Ena Selimović’in* Real American Girl (RAG-Gerçek Amerikan Kızı), Boşnakça adıyla Prava Amerikanka deneme derlemesinden alınan ve 10 Ocak 2023’te Women* Write the Balkans online platformunda yayınlanan bu parça Emine Ayhan tarafından çevrildi.

 

 

 “Bir yabancı olarak, ben de yabancı kelimeler gibi anlaşılmazlığın – kendimin bir ayna imgesinin- peşindeyim.”

— Don Mee Choi, “Translation is a Mode=Translation is an Anti-neocolonial Mode” (“Çeviri bir Tavırdır = Çeviri Neokolonyalizm Karşıtı bir Tavırdır”)

 

 

Değişimi bağrına basamayınca sayılar makbul olur. On yaşına kadar dört okul. Yapılan göç sayısı? Dokuz. Ülkelerarası göç sayısı? Üç. Öğrenilen dil sayısı? Dört. Buyrun, yabancı kayıt numaranız – kimseyle paylaşmayın. Vatandaşlık başvurusuna hak kazanmak için geçen sene sayısı? Beş. Vatandaşlık sınavı için hatmedilen soru sayısı? 128. Oturum kart numaranız, buyrun. Yalnız, sabit hat edinmeniz gerekiyor – uluslararası aramalar için 011’i tuşlayın. İlk aylarda yaptırılan on aşı. On aşının hepsini oldunuz, bitti mi? Nereye gidiyorsunuz? Oturun. Doğum tarihi? Kaçıncı sınıftasınız? Pasaport numarası? Anayasada yapılan değişiklik sayısı? Yirmi yedi. Buyrun, ailenizin her ferdine ait sosyal güvenlik numaraları, bunları bilin. Otuz altı numaranın hepsini mi? Evet, hepsini. Vadesiz hesap numarası? Dokuz rakam daha. Başkan kaç yıllığına seçilir? Hangi Başkan olduğuna göre değişir. Göçmenlik sponsorunun verdiği mülteci kabul formunda asimilasyona giden yolu özetleyen kaç madde vardı? On iki:

 

  1. Aylık faturalarınızı düzenli ve eksiksiz ödeyin.
  2. Ön, arka bahçelerinizde ve koridorlarınıza (ortak alan) çöp atmayın.
  3. Yaşam alanlarınızı her zaman temiz tutun.
  4. Yemek pişirip yedikten sonra tüm yiyecekleri kaldırın.
  5. Halı ve zeminleri yağ, kir ve sudan uzak tutun.
  6. Duvarlara, pencerelere ve kapılara delik açmayın, resim yapmayın.
  7. Giderlere atık su dışında hiçbir şey atmayın. Suyu kullandıktan sonra mutlaka kapatın.
  8. Gerekli onarımlar için ev sahibinizle iletişime geçin.
  9. Çocuklarınızın trafiğe yakın yerlerde oynamasına veya yabancılarla konuşmasına izin vermeyin. Çocukların duvar, pencere, tırabzan, içinde ne olduğu belirsiz şişe ve kutulardaki vb. boyaları, sıvaları soymasına veya yemesine izin vermeyin. Zehirlenme riski olabilir.
  10. Gaz sobasını kullandıktan sonra mutlaka kapatın.
  11. Binanızda yangın çıkarsa nasıl kaçacağınızı bilin.
  12. Yardım çağırmak için telefonu nasıl kullanacağınızı bilin. 911’i sadece hayati tehlike arz eden acil durumlarda arayın.

 

Şunu bilin, bunu bilin, bilin. Uluslararası için 011, hayati tehlike için 911. Bir tercüman listedeki her maddeyi yavaşça, tane tane okuyor (kendisine saatlik ödeme yapılıyor). Derken Boşnakça konuşan bir çift, anne babana yanaşıyor ve adam şöyle diyor:  “Şikâyet edeceğim – hayatımızda hiç çamaşır makinesi görmediğimizi sanıyorlar herhalde! Gerçi geçen gün bir makine dolusu çamaşırı çektirdim.” Gülüşmeler. “Şimdi bu beni barbar mı yapar yoksa erkek mi?” Karısı cevap veriyor: “Olsa olsa aptal yapar.”

 

***

 

Kardeş sayısı? Bir. Federal hükümette kaç yetkili merci vardır? Üç. Temsilciler Meclisi’nde oy kullanan üye sayısı? 435. [Geri dönüşüm için] kaç teneke kutu kapağı toplayıp teslim ediyorsunuz? 435. Hoş, gerçi Sara bunlardan bir milyon tane toplarsam, belki ailecek sonunda onun ailesiyle yaşamayı bırakabileceğimizi, böylece kendisinin de yatağını paylaşmak zorunda kalmayacağını söylemişti ya neyse.

 

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’ne indiğimizde geceydi; ülkeye girer girmez hızla birikip tomar halini alan bütün o giriş broşürleri, el ilanları ve formların üstünde koca koca harflerle böyle yazıyor. Belki de bizi soğuktan korumak için böyle yazılmışlar. Çünkü kar yağıyor ya da ben öyle hatırlıyorum: Romantik bir dokunuş denebilir. Sara ve ailesiyle paylaşacağımız apartman dairesinin karşısındaki McDonald’s tabelası ışıl ışıl parlıyor. Benim taşıdığım UNHCR (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) bez çantasında  kurumsal sponsorumuzun logosunu taşıyan bir tişört, bir kupa, bir de Amerikan bayrağı var: Bunlar bütün o el ilanları ve broşürleri içeren aynı hayatta kalma kitinin parçası mıydı? Hepsini de Amerikan topraklarında ağzımdan dökülen ilk minnet ifadeleriyle karşılamışım: Tenk ju, tenk ju so mač. Boşnakçada mač “kılıç” anlamına geliyor; böylece minnetin iki ucu keskin bir kılıç olduğunu çabucak öğreniyorum.

 

Havaalanının bekleme salonundaki insanlar gerçek Amerikalılar olmalı. Sanki herkes aynı şeyi giymiş: şortlar, parmak arası terlikler ve koca ağır kapüşonlar – bir mevsimler potpurisi. Dışarıda bizi nasıl bir havanın beklediğini tahmin etmek imkânsız. Ergenlik yıllarımda ben de kısa bir süre aynı giyim tarzını benimsediğimde rahmetli babam “Sad si prava Amerikanka” diyerek bu ilk teorimi doğrulamıştı: Artık gerçek bir Amerikan kızısın.

 

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’ne ayak basmamızdan iki hafta sonra bir gram İngilizce bilmeden ikinci sınıfa başlıyorum: bez zrna engleskog [Boşnakça “bir gram İngilizce” – ç.n.]. Görüyorsunuz, halen yanlış konuşuyorum: Dil tartılan bir şey değildir ki. Yine de, beni harekete geçiren tek bir hedefim var: Ne olursa olsun, mümkün olduğunca çok sayıda teneke kutu kapağı toplamalıyım.

 

***

 

Bugün okulda kaç arkadaş edindin? Sıfır. Bu hafta öğle yemeğini kaç kere çaldırdın? Beş.

 

En iyi arkadaşını Sakarya, Türkiye’de bırakmışsın. Yazmayı kesmeden önce sana kaç mektup gönderdi? Dört. Canım arkadaşım, diyor mektubunda. Nasılsın iyimisin inşallah iyisindir. Beni soracak olursan ben çok iyiyim. Tek uzuntum seni özlemek sen buradayken çok güzel günlerimi özlüyorum. Okuldaki arkadaşlarım seni özlüyorlar. Hep seni soruyorlar. Bende bilmiyorum bende özledim haber alamıyorum diyorum. Arkadaşım Ena sen öğretmenimize mektup yazsışın. Çok sevindik. Öğretmenimiz bize okulda. Hepimiz çok sevindik. Bizde sana mektup yazmaya karar verdik. Sende bizim gibi sevin diye bu mektubu gönderiyorum. Mektubunu bekliyorum. [Özgün metinde imla aynen böyle – ç.n.]

 

Cevap yazacak duruma gelesiye kadar, bir bakmışsın, Türkçeyi unutmuşsun gitmiş.

 

***

 

1998’de, ailenin St. Louis, Missouri’ye gelip, ailecek nasıl asimile olacağınıza dair on iki maddelik bir tebliğle karşılanmasından beş ay sonra Bosnalı bir kız öldürülüyor. Kız on bir yaşında. Sizinkinden iki mil ötede bir apartmanda yaşıyormuş. Senin doğduğunuz bölgede, senden üç yıl önce dünyaya gelmiş. Onun ailesi de seninkiyle aynı savaştan kaçmış. Adında senin adındakiyle ortak iki harf var.

 

O zamanlar, yani bir çocuk olarak, olup biteni böyle görüyordum. Selma’yı hatırlıyorum.

 

Amerikan rüyası çok geçmeden kâbusvari bir sistematik şiddet gerçekliğine dönüşürken, gittiğim okulun/okulların koridorlarında hayalet gibi dolanan başka bir hikâye bekliyor beni.

 

Nerelisin sen? Rusyalı mı? Yugoslavyalı. Artık öyle sayılmaz ya neyse… Uzaylı mısın? Rusya’dan mı geldin? Hayır, İtalya’nın karşı kıyısından. Niye burdasın? Bilmem. Sizin ülkedekiler birbirini öldürüp duruyormuş, ha? Bilmem. Müslüman falan mısın? Bilmem. Vampir misin yoksa? Bilmiyorum. Ne zamandır burdasın? Neden burdasın?

 

***

 

Kaç saat çalışıyorsun? Üniversite yıllarında Whole Foods’un kapanış vardiyasında çalışırken müşterinin biri Hazır Gıda reyonundan kaç kilo ton balığı sipariş etti? 40 kilo. Annen onu tam zamanlı işe alan, sokağın aşağısındaki kilisede kaç tuvalet temizliyordu? Altmış sekiz. Peki ya onun bitişiğindeki, yarı zamanlı çalıştığı kilisede? Elli iki. Ya onun da bitişiğindeki ofis binasında? On beş. Ona “Sorumlu” (İng. “custodian” – ç.n.) derlerdi. Tuvalet sorumlusu. Ah anne, bütün o bokun tek hakimiydin sen!

 

Annemin ilk işi bir ödül kupası yapım fabrikasındaydı. Softbol turnuvaları, golf, dünyanın en iyi ustabaşı. Epey zaman o kupaların hayalini kurup durdum; benim gözümde vatandaşlık gibi bir anlamları vardı. Kazanmaya pek alışık biri sayılmazdım ama bazı Amerikan okullarında katılım başlı başına bir ödüllendirilme nedenidir: Belki bir geleceğinizin olmayacağı gün gibi aşikârdı da bunu bildikleri için, tüm o kurdele ve fiyonklarla gözünüzü boyuyorlardı. Hayatımda metali hiç o zamanki kadar sık gördüğümü hatırlamıyorum, derken bir anım canlanıyor: Annemin çalıştığı kiliselerden birinin yerlerini cilalıyorum; kilisede bir anaokulu mezuniyeti var ve küçük çocukların hepsine kupa veriliyor. Anaokulunu bitirdikleri için. Ben yerleri parlatıyorum, onlar kupalarını parlatacak.

 

Belki de o kupaları annem yapmıştı. #yapmak

 

Annem bir gün okul müdürüm ve öğretmenimle (tercüman eşliğinde yapılacak) bir toplantı için iş kıyafetiyle okula gelmişti. Üniforması koyu maviydi, ona büyük geliyordu ve sağ cebinde tuhaf bir imlayla adı yazıyordu. Adlarımızın nasıl yorumlanacağı konusunda hepimizin fırsat eşitliğine sahip olduğu kesindi. Sara’nın adı “Macan” (mah-tsan) olan kedisi için bile geçerliydi bu. “Macan” Boşnakça’da“kitty” (İng. kedicik, pisipisi) gibi bir şeye karşılık geliyor ama veteriner onun adını “bacon”ı “m” ile söyler gibi “macon” diye telaffuz ederdi. Bu yüzden, Macan doktora gittiği zaman doktor tüm dikkatiyle ona yönelip “Bugün nasılsın bakalım, Macon?” deyince kedi hiç oralı olmazdı. Ama doktor buna pek takılmazdı, ne de olsa kedilerin pislik yapması normaldir.

 

Kendisi de vaktiyle öğretmen olan annem o gün orada, o okulda öyle dururken nasıl hissetmişti?

 

***

 

Değişimi için almayınca dilleri basarsın bağrına; bir dereceye kadar öğrendiğim, hatta unuttuğum tüm dillerde sayılar ortak. “Bir” sözcüğünün sayısal ifadesi Boşnakçada da, Hırvatçada da, Karadağcada da ve Sırpçada da 1; Türkçede 1, İngilizcede 1, Fransızcada 1, hatta Japoncada da muhtemelen 1. Teyzem diyor ki, “Sadece 1 hayatın var. Onu yaşa. Değerini bil.” Halbuki kedilerin dokuz canı var. Sosyal güvenlik numarası dokuz haneden oluşuyor. “Custodian” (sorumlu) sözcüğünde dokuz harf var. Dokuzdan bir harf çıkarınca “paradise” (cennet) sözcüğünü elde ediyorsunuz; Boşnakçada paradajz diye söyleniyor ve “domates” anlamına geliyor. Hayalet gibi, görünmesiyle kaybolması bir olan sayısız Amerikan rüyasının yerine koyduğum yenebilir alternatif bu.

 

 

 

Ana görsel/illüstrasyon: Ena Selimović

 

 

* Ena Selimović Boşnakça, Hırvatça, Karadağca ve Sırpçadan İngilizceye çeviriler yapan bir yazar ve çevirmen. Çalışmaları PMLASlavic and East European Journal, World Literature Today, Reading in Translation gibi dergilerde yayımlandı. 2022’de kendi bünyesinde bir çeviri dergisi çıkarmaya başlayan Turkoslavia çevirmenler kolektifinin kurucularındandır.

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YTrans Haklarından Bahsederken Nelerden Konuşuyoruz? : Masha Gessen’le Söyleşi
Trans Haklarından Bahsederken Nelerden Konuşuyoruz? : Masha Gessen’le Söyleşi

Şu anda dünyanın dört bir yanında gördüğümüz otokrat politikaların hepsi de yüzü geçmişe dönük politikalar. Putin’in geçmişteki “büyük Rusya”ya dönüş çağrısı böyle sözgelimi. Onun Ukrayna’daki savaşının aşırı LGBT-karşıtı retoriğiyle nasıl ayrılmaz biçimde el ele gittiğine dikkat edin.

Bir de bunlar var

8 Mart’ta Her Yerdeyiz
Ya Depremden Sonra?: Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu’ndan Prof. Dr. Mehmet Zencir ile Röportaj
Ya Basta!

Pin It on Pinterest