Basê’nin tanıklığındaki hatırlayışlar/hatırlatışlar sesin saklayan, yola sokulamayan, bastırılsa da geri dönen boyutuyla ilişkilidir.

SANAT

Basê ve Ses: Kürt Sinemasında Hatırlama İnadı

Editörlüğünü Umut Tümay Arslan’ın yaptığı Cuma Fragmanları bir kısmı kalıba girmiş, bir kısmı dışarıda kalmış ya da şekilsiz bir kadınlık tecrübesiyle, yarı-pişmiş bir kadınlık tanımıyla bir biçimde bağlı, herhangi bir film, roman, şiir, sanat, kültür ürünü, büyük meseleler-küçük meseleler-orta meseleler, ama en çok yazmak, yazının gücü ve güçsüzlüğü ve kadınların yazması hakkında.

 

 

 

Basê: Alo? Hasan? Sana ‘Lâlijîn’in ne anlama geldiğini

anlatayım mı? Anneler çocuklarını beşikte yalnız bıraktıklarında

çocukları ağlamasın diye ‘Lâlijîn’ derler. Bir de çocuklar köyden

göçüp gittiğinde yaşlıları yalnız bıraktığında yaşlıların ağlamasına

 derler. Bir de senin gibi gidip dönmeyenlerin annesinin ağlamasına.

(Dengê Bavê Min /Babamın Sesi, Zeynel Doğan ve Orhan Eskiköy, 2012)

 

Dengê Bavê Min filminde travmanın hem tanığı hem de belleği olan Basê ilk bakışta suskun, konuşmayan, sakladığı şeylerle varlığını sürdüren, söyleyecek sözü olmayan, bekleyişin edilgen öznesi gibi. Kocası 1970-80’li yıllarda Almanya’ya gitmiş olan Basê, çocuklarıyla Maraş’ta kalmış bir anne. Gerçekler bu cümlelerdeki kadar basit olmadığı gibi Basê karakterinin temsili de bu kadar açık ve yalın değil. Tüm hatırladıklarını tıpkı kasetlerdeki sesler gibi kendisine saklayan Basê gerçekten suskun ve edilgen bir özne mi? Kolektif kötülüğün şiddetini yaşamış olan Basê’nin konumu sustuğu için pasif mi? Basê’nin konumundaki bir özne için konuşmak ve hatırlamak neden yıkıcı olabilir? Peki varlığını gizlemek ve anadilini saklamak kolektif kötülüğün şiddetinden kaçmaya yardımcı olur mu?

 

Filmin başlangıcında ıssız bir köyde gördüğümüz Basê’nin evi dışarıdaki aydınlığı dahi içerisine almaz. Evin karanlık ruhu ve köyün ıssız atmosferi Basê’nin bekleyişindeki umutsuzluğun metaforu gibidir. Buna evdeki sıvaların dökülmesi eşlik eder. Basê’nin yerde birikmiş olan sıva döküntülerini süpürmesi ve ardından uyuduğunda bir parçanın duvardan koparak aynı yere düşmesi tekrarı, bir şeylerin tekrar ediyor oluşunu düşündürür seyirciye. Keza bu tekrarı Basê’nin tek başına dağa çıktığı sahnede de görürüz. Sonsuzlaşan bir ritüeli tekrar eden Basê, bu sefer evde dökülen sıvanın aksine yerde bulduğu taşları üst üste dizerek beklediği kişi için duaya başlar: “Allah büyüktür. İnşallah dönüp eve gelir.”

 

Bekleyiş, sessizlik, suskunluk, ıssızlık ve karanlık. Basê’yi seyirciye anlatan sözcükler. Oğlu Hasan’ı bekleyen Basê’dir. Tek başına yaşadığı eve ve geçmiş belleğine sahip çıkarak sessiz, suskun ve ıssız kalan yine Basê’dir. Giydiği siyah elbiselerde sonsuz yasını karanlığa bırakan da Basê’dir.

 

 

 

İktidarın geçmiş ve köken arasındaki ilişkiyi geriye dönük; hatırlanma ve gelecek arasındaki ilişkiyi de ileriye dönük hafızalaştırdığını ifade eden Assmann, iktidar ve belleğin ilişkisini analoji yaparak açıklar. Hükümdarlar ile modern iktidarların bellekle ilişkisi üzerine düşünen Assmann’a göre, hükümdarlar sadece geçmişi değil, aynı zamanda geleceği gasp ederler.[i] İktidarlar kalıcı olabilmek için katliamların, soykırımların ve savaş pratiklerinin belleğini de inşa ederler. Kazananın tarihi kolektif belleğin üreticisidir. Arslan Kat Sinema ve Etik adlı çalışmasında Türklük ethosunu “Türklüğün Türkiye’de yaşayanlara dair inşa ettiği ikamet, var olma ve yaşama biçimleri olarak tanımlarken” bu ikametin çerçevesini de “çağrılmaya içkin başarısızlıkları saklayan ve unutturan, böylelikle özneleri toplumsal iktidara döndürmeyi ve kimlikle (yeniden)-özdeşleşmeyi sağlayan duygusal ve düşünsel, bedensel ve zihinsel bağlanmalar olarak ele alır.”[ii] Buradan baktığımızda Arslan’ın “Türklük ethosu” kavramsallaştırması Assmann’ın iktidar ve bellek ilişkisindeki “geriye yönelik meşruluk ve ileriye yönelik ebedilik kazandırma” eylemini çağrıştırır.[iii] Buradaki retrospektif meşruluk ve prospektif ebedilik eylemini Maraş Katliamı’nı anlatma, anlamlandırma pratiklerinde de görebiliriz. Türklük ethosunun ikamet alanı içerisinde Maraş Katliamı’nın “olay” olarak nitelendirilmesi retrospektif meşruluğu ve prospektif ebediliği çağıran bir konum değil midir? Basê’nin Türklük ethosunun ikamet alanına karşı-tarih belleğiyle karşılık vermesi buna itiraz eden bir tanıklık olarak da düşünülebilir. Konuşmasa dahi hatırlayan ve hatırlatan özne olarak Basê’nin varlığı belleğin iktidar tarafından bütünüyle yutulup şekillendirilemeyeceğini, konuşmasalar da tanıkların bu bellek üzerinde hep bir yarık açtıklarını düşündürür.

 

Geçmişi bir an dahi unutmayan ve şimdiki an içerisinde de canlı bir şekilde yaşayan Basê’nin sakladığı kayıttaki seste ve gazete kupürlerinde filmin seyircisine bir yüzleşme çağrısı vardır. Maraş’ta Alevilere karşı gerçekleştirilmiş katliam Basê’nin hatırlama inadıyla saklı tutulur. Bu bağlamda, Basê’nin karşı-tarih aktarımının Türklük ethosunun bastıran ve unutturan ikametini sessizliğiyle sarstığı söylenebilir mi?

 

Kuşkusuz ne Maraş’la ilgili anlatılanlar ne de gazete fotoğraflarındaki katliam görüntüleri Basê’nin yaşadığı karanlığı ve korkuyu tam olarak anlamamızı sağlayabilir. Basê Maraş Katliamı’na tanık olmuş bir öznedir ve bavulunda sakladığı şey sadece gazete kupürü, ses kayıtları ya da geçmişe ait nesneler değil, aynı zamanda oğlu Mehmet’e anlatmak istemedikleridir. Mehmet’in geçmişi sorgulayıp bavulu açtığı sahne unutturulan geçmişin belgelerini bizim de önümüze çıkartır. Konuşulmayan ve hatta adı bile anılmayan katliamın bir anda bavuldan taşarak ses kayıtlarıyla buluştuğunu izleriz. Hasan’ın ses kaydındaki öfkesini, Basê’nin Hasan’ın öfkesine çaresiz bir şekilde derman olmaya çalışmasını ve yokluğun ortasında hatırlamak ve unutmak arasında kalan özneleri görürüz. Basê’nin buradaki konumu bir yandan Sevcan Sönmez’in şu ifadesini de düşündürür: “Tanıklık toplumsal travmaların yeniden hatırlanmasına, hesaplaşmaya başlamaya ve ortak bir paydada buluşarak mağdurun, tanığın ve hatta failin de, geçmişi ve travmaya sebep olan acıları ele alabilmelerine olanak tanır.” [iv] Dolayısıyla Basê, özne olarak sadece suskunluğu, maduniyeti ya da edilgen bir konumdaki bireyi temsil etmez; Basê’nin tanıklığındaki hatırlayışlar/hatırlatışlar sesin baskılayan, otoriter yönüne karşı sesin saklayan, yola sokulamayan, bastırılsa da geri dönen boyutuyla ilişkilidir.

 

Bavuldaki geçmiş gazete kâğıtları kolektif kötülük ve şiddet mağduru olanların farklı dayanma, hayata devam etme ve duygulanım biçimlerini açığa çıkarır. Mehmet’in çocuk yaştaki tanıklığını Basê’nin kurduğu gelecek tahayyülü içerisinde sağaltmış olduğunu düşünmek mümkün. Diğer oğul Hasan’ın hatırladığı ve hiçbir şekilde unutamadığı geçmiş de bir başka yolu, öfkeyi, dağa kaçışı görünür kılar. Buralardaki hatırlama ve unutma konumları, farklı özneler arasında ya da aynı öznenin kendi içinde yaşadığı çatışmaları akla getirir. Mehmet’in hatırlamadığı geçmiş onu olağan hayata bağlı tutarken, Hasan’ın hatırladığı geçmiş, onu bağları sürdürmekten alıkoymuş gibidir. Basê’nin bu zıtlık içerisindeki konumu, her ikisini bir arada yaşıyor olması gibidir. Kocası Mustafa’nın Basê’ye gönderdiği kasette Hasan’a dair duyduğu endişesini ses kaydı olarak dinleriz:

 

Bak Basê, sana söylüyorum. Hasan’a dikkat et. Hatırladığı şeylerin öfkesine kapılmasın. Senin ona doğru yolu göstermen gerekir. Çocukların yanında hiçbir şeyden bahsetme. Bugün evin reisi sensin. Bir kasetle bunu yapamam. Sen bugün onlarla başa çıkmayı öğrenmezsen yarın hiç başa çıkamazsın. Çocuklar topluma ayak uydursun. Kendini belli etmesinler.

 

“Kendini belli etmeden” ve “topluma ayak uydurarak” kurulan yeni yaşam Basê’nin içerisinde bulunduğu karanlık evin de temsili gibidir; çünkü karanlıkta duvara yansıyan belirsiz şekiller gibidir Basê’nin ve Hasan’ın zorunlu yeni yaşamı. İçeriye giren her ışık yansımasında yeniden bir şekil alır ve hiçbir zaman nesnenin ne rengini ne de şeklini görebiliriz. Zorunlu bir eylemdir karanlığı tercih, tıpkı Basê’nin susmak zorunda kaldığı geçmiş gibi. Hayatta kalabilmenin ve yeni bir yaşam kurabilmenin temsilinde sadece unutmak yoktur; kendini gizleyerek (dili, sesi ve kimliğini karanlık evin içerisinde bırakmak) ve topluma ayak uydurarak (unutarak ve kolektif kötülüğün özneleriyle hiçbir zaman yüzleşmeyerek) yeni bir yaşamın varlığı söz konusudur. Burada yine bir başka zıtlık açığa çıkar: var olan ve varlığı gizlenmek zorunda olan. Basê, tüm bu zıtlıklar içerisinde hatırlama görevini de kendisine verir.

 

Basê’nin hatırlayışları bizim unutmalarımıza da cevap vermektedir. Basê’nin dille olan ilişkisi hatırlamak ve hatırlatmak eylemlerinin tarihsel öznellik konumlarına içkin olduğunu akla getirir. Geçmişte yaşanmış olan katliam gerçekliği aktarılırken Kürtçe’nin kullanılması, Basê’nin gerçekliğe dair konuşmalarında Kürtçe ile temas kurması ve Türkçe olan diyaloglarda gerçekliğe ilişkin olarak herhangi bir yanıt vermemesi/verememesi sadece egemenin baskısından dolayı mıdır, yoksa acının bir anlamda paylaşılabilmesini mümkün kılanın ana dil olması mıdır? Acının aktarımında ve hafızanın temsilinde dilin güçlü bir mekân olduğunu ifade etmek Basê’nin sığındığı alanları da tartışmaya açar. Basê’nin dil ve ses arasında kurduğu ilişki oğlu Hasan’ı bekleyişinde ve geçmişteki acıyı aktarımında görülebilir. Bunun için Basê’nin oğlu Hasan’ı bekleyiş anlarını hatırlayalım. Eve gelen sessiz telefonları açan Basê, karşısındakinin dağa giden oğlu Hasan olduğuna sadakatle inanır. Hasan’a ‘Lâlijîn’den, ‘Kenger’den ve Pasârî’den bahseder. Her kelimeyi anne ve oğul ilişkisi üzerinden açıklayan Basê, kelimelerin anlamlarına dair açıklamalar yapar. Pasâri için Basê’nin açıklaması şöyledir:

 

Alo? Hasan, ‘Pasârî’ ne anlama geliyor biliyor musun? İnsanlardan kaçan, onlardan uzak duranlara derler. Bir de kar kütlelerinin yanında kar suyuyla büyüyen ot var, çok güzel bir ot ona derler. Bir de annesinden kaçanlara derler.

 

Bu bağlamda Basê’nin konumu sadece katliam belleğini aktarmakla sınırlı değildir; aynı zamanda kültürel belleğin de aktarımını yapan öznedir o. Kelimelerin gündelik yaşamda kurdukları gerçekliği kendi gerçekliğiyle büken ve yorumlayan Basê, anadilindeki temsilleri ve kültürel imgeleri bu iç içe geçiş içinde dile getirir. “Alo? Karenge bar be. Kengere sormuşlar, yurdun neresidir? diye. Rüzgâr bilir demiş.” Basê’nin anlattığı Kenger’in hikâyesi de dağa giden Hasan’ın hikâyesi gibidir: Rüzgârın götürdüğü ve rüzgârın bildiği yerdedir Hasan.

 

 

Filmdeki hatırlama pratiği sadece ses ve bellek arasındaki ilişkiyi yansıtmaz. Basê yaşadığı süreç üzerine düşünen, anlam oluşturan, yorumlayan da öznedir. Aynı zamanda Basê, anlatacağı geçmişin Mehmet’in de peşine düşeceği bir gerçek olmasından korkmaktadır. Burada Basê’nin korktuğu sadece geçmişin açığa çıkması değil, aynı zamanda devlet şiddetinin onlardan hala uzaklaşmamış olmasıdır. Mehmet ve Basê arasındaki diyalog bellek ve unutturmaya dönük önemli bir izlek sunar:

Basê: Yemeğini yesene.

Mehmet: Kasetler nerede?

Basê: Ne kaseti?

Mehmet: Babamla ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum.

Basê: Attım gitti. Ne yapacaksın kasetleri? Sana faydası ne? Faydası olsa da vermem zaten.

Mehmet: İnsanın geçmişini bilmesi kötü mü?

Basê: Ne diye bunların peşine düşüyorsun Mamo? Yemeğini ye.

Mehmet: Yine sofradaydık. Sen, ben, dedem, ninem vardık. O zaman köydeydik. Babam da izindeydi.  Ne olduysa ben yemedim. Tokum dedim. Babam da kızdı. “Saçma sapan konuşma yine şımardın, yemeğini ye kalk.” dedi. Ben de duymazdan geldim. Kalkmaya yeltendim. Elinde ekmek vardı ekmekle yüzüme vurdu.

Basê: Ekmekle yüzüne vurmuşmuş. Yalan söyleme baban sizi dövmezdi. Ne zaman seni dövdü? Dövmüşmüş.

Mehmet: Anne? Niye kızdın? Aklıma geldi, anlattım. Ne var bunda?

 

Basê’nin hatırlatmak istemediği travmatik geçmiş ile Mehmet’in hatırlamak istediği var olma sebebi olan geçmişin, anne oğul arasındaki çatışmanın ses kayıtları üzerinden ortaya çıkması önemlidir. Meliha Tatlı film hakkında yazdığı yazıda bu anlamda filme dair önemli bir tespit yapar:

“Sevdiklerimizden gelen her sesin güvenle ruhumuzu okşayan bir tarafı vardır fakat Mehmet’in babasının sesi sürekli sert ve suçlayıcı bir tonla kasetlerden gelir. Ona göre Hasan’ın siyasi olaylara karışmasının ve evden ayrılmasının sebebi Basê’dir. ‘Çocuklara saygıyı öğretememişsin Basê derken, iktidar olma konumunu ses kayıtları aracılığıyla devam ettirmeye çalışır. Hasan çocukken kendisine yapılan haksızlıkları unutamadığı için dağa çıkarken, Mehmet unutamadıkları adına babasıyla ve geçmişle yüzleşmeyi seçer. Hatırlamak, kasetlerden çıkıp gelen o sestir. Sinemanın görmek kadar dinlemek, duymak ve ses olduğunun başarılı bir örneğidir Babamın Sesi. Beden ve ses uyumu bu filmde kurulamaz, çünkü Mustafa’nın sadece sesi vardır.”[v]

 

Mustafa filmde sadece ses kaydı olarak vardır. Filmde bir bedene yerleştirilmez. Baskılayan, bastırma ve unutmaya zorlayan bir sesten ibarettir:

Basê? Nasılsın iyi misin? Hasan nasıl? Mehmet nasıl? Sizi çok özlüyorum. Kar yağıyor mu? Ev çok soğuk mu? Paranız var mı? Paranız yoksa bankadan çekip harcayın. Anneme, babama, çocuklara çok iyi bak. Seninle Kürtçe konuşmak istemiyorum. Türkçe konuşunca dediklerimi anlıyor musun? Basê? Çocukları böyle yetiştiremezsin. Okuma-yazma öğren. Çocuklar hastalansa doktora götüremeyeceksin. Neyse sen dediklerime de kırılırsın. Sen bana aldırma Basê beni yerimden yurdumdan ettiler. Buraya geldiğimden beri moralim çok bozuk. Başımıza gelenleri hatırladıkça gözlerim doluyor. Ama sen çocuklara hiçbir şeyden bahsetme tamam mı?

 

Filmin iki dilli olması Basê ve Mustafa arasındaki saklama/hatırlama inadı ve bastırma/unutmaya razı olma ayrımıyla da üst üste düşer: Basê’nin ve çocuklarının öğrenmek zorunda olduğu Türkçe ve unutmak zorunda oldukları anadilleri olan Kürtçe. Babanın öğrenmeye zorladığı dil, babanın sesi ve annenin hatırlama inadıyla sakladığı dil, annenin sesi. Mustafa yaşanan katliamdan sonra aile üyelerinden herhangi birisinin kimliğinden dolayı dışlanmasına ya da öldürülmesine karşı anadilleri yerine Türkçeyi konuşmalarının önemli olduğunu düşünür. Basê:

Bir gün yine böyle yağmur yağıyordu. Hasan okuldan gelmemişti. Bekledim, dışarı çıktım. Bir baktım koşa koşa geliyor. Beni geçti. Kitaplarını arkasına aldı. “Ne oldu Hasan?” dedim. Merdivenlerden aşağı indi hızla. Tüfeği almış. “Hasan ne yapacaksın tüfeği?” dedim. “Köpekleri öldüreceğim,” dedi. Yalvardım yakardım. “Bırak ne oldu?” dedim. “Öğretmen herkesin anne-babasının ismini soruyordu. Sıra bana geldiğinde ben de annemin adı Basê, babamın adı Mustafa dedim.  Bütün sınıf güldü, öğretmen güldü. Gidip onları öldüreceğim,” dedi. Ben de “Hasan gülsünler, bir şey olmaz. Gel yavrum etme eyleme,” dedim.  “Sonra bana kimliğini ver,” dedi. Kimliği verip tüfeği elinden aldım. Kimliği alıp gitti. “Gel gideceğiz,” dedi. Resmi bir daireye gittik. Memur bana “Parmağını boyaya bas,” dedi. Sonra “Kâğıda bas,” dedi. Ben de basıp kimliğimi aldım. Aradan zaman geçti. Bir gün hastaneye gidip kimliğimi verdim. İsmi okunan hastalar içeri girdiler. Benden sonra gelenler de içeri girdi. Ben de hemşireye sinirlendim. “Niye benden sonra gelenler muayene oldu, benim adımı okumadınız. Onlar torpilli mi?” dedim. Bu arada doktor masanın üstündeki kimliği kaldırıp dedi ki: “Senin değil mi? Sabahtan beri Asiye Doğan diye çağırıyoruz. Bu senin kimliğin,” dedi. Utandım, çekip eve geldim. Hasan bana hep Asiye Hanım diyordu. Meğerse adımı değiştirmiş. Okuma-yazma bilmiyorum ki adımı okuyup ne olduğunu bileyim. İşte bu da geçti, gitti.

 

Bütün bu anlattıklarımdan yola çıkarak Basê’nin suskun ve geçmişin travmasıyla edilgen bir konuma itilmiş bir kadın karakter olarak yorumlanamayacağını düşünüyorum. Alevi-Kürt bir kadın temsili olarak Basê gerilla olan oğlundan dolayı devletle sürekli karşılaşma yaşayan politik bir öznedir. Basê’yi suskunluğu ve anneliği nedeniyle edilgen bir figür olarak ele alırsak hata etmiş oluruz kanımca. Basê, devlet mefhumuyla sürekli yüz yüze gelen, kolektif kötülüğün özneleriyle yüzleşememişliğiyle ama hatırlama ve yaşatma inadıyla politik öznedir.

 

 

 

Basê’nin sesle kurduğu ilişki sadece geçmişi hatırlama inadı da değil, aynı zamanda belleğin bir sığınak olmasıyla da ilişkili olsa gerek. Mustafa, Hasan ve Mehmet’in yer aldığı kısa mutluluk anları Basê için güvenle sığınabileceği bir zaman-mekân. Kasetteki seslerin yarattığı çatlakta geçmişin var ettiği kısa mutlu anlar Basê’nin sığındığı koruyucu, kuşatıcı alanı, yani belleğidir. Babanın sesince kuşatılamayan.

 

 

 

[i] Assmann, J. (2018). Kültürel Bellek: Eski Yüksek Kültürlerde Yazı, Hatırlama ve Politik Kimlik, Çev. A. Tekin, İstanbul: Ayrıntı, s.79.

 

[ii] Arslan, U. T. (2020). Kat ve Etik, İstanbul: Metis, s. 298-299.

 

[iii] Assmann, A.g.y., s. 79.

 

[iv] Sönmez, S. (2015). Filmlerle Hatırlamak Toplumsal Travmaların Sinemada Temsil Edilişi, İstanbul: Metis, s.34.

 

[v] Tatlı, M. (2021). “Eğer Bir Gün Hatırlayacak Olursak: Babamın Sesi (Dengê Bavê Min)”, Online Erişim: https://wannart.com/icerik/29987-eger-bir-gun-hatirlayacak-olursak-babamin-sesi-denge-bave-min. 30.07.2021.

 

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

“Meşakkatli bir Nişan Taşlama”: Şefkat Nişanı Sergisi vesilesiyle Nergis Abıyeva ve Gülçin Aksoy ile Söyleşi
Dünyanın İlk Vajina Müzesi Yolda
Dick Dale

Pin It on Pinterest