Çocuklarıyla cezaevine giren kadınlar ve çocukları ne yaşıyor?

MEYDAN

“Anne, Biz Niye Tutuklandık?”: Senin Olmayan Acılar, Sana Ne Yapıyor?

 

 

Türkiye’de çocukluğun politik inşası, sadece çocuk olmanın yettiği bir siyasal iklime dayanıyor kuşkusuz, oradan besleniyor. Yani sıradan bir evde, sıradan bir çocuk olmanın kendisi dahi bir çocuğu politik bir hedef yapabiliyor. Korunmak mümkün olmuyor çünkü siyasal iktidarın habis gücü, her bir çocuğu her daim bir devlet dersine çekiyor. “Aldırma 128! / Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır.”[1]

 

Ama devlet dersinin, aileden geçen genetik kodları olduğunu da biliyoruz değil mi? Yani devlet dersinde nasıl terbiye edildiğin, hangi evin içine doğduğunla ilgilidir. Hikayen, devlet dersinin zihninde sen doğmadan önce işlenmiştir. Örneğin, henüz 10 aylık olan İpek Kübra, yerel mahkemenin, annesi Şadinaz Yaşa Yılmaz’ı 16 Mayıs’ta 6 yıl 10 aylık hapis cezasına çarptırmasının ardından Bakırköy Cezaevine girdi.[2] Ardından 9 Haziran’da ceza ev hapsine çevrildi ama İpek Kübra’nın tekrar cezaevine girip girmeyeceği istinaf ve temyiz süreçlerinden sonra kesinleşecek. Yani devletin, çocuklara kastını yeniden düşünmenin vaktidir![3]

 

Devletin, çocuğa en çok kast ettiği yer tam da burası ama bu da hikâyenin sadece bir yüzü. Çünkü Türkiye’de anneleriyle birlikte cezaevine girmek zorunda olan çocukların hikayesi kapalı bir labirent. İstatistiki veriler, suça sürüklenen mağdur çocukların arasında kayboluyor. Devlet, aile suçluluğundan ötürü cezaevinde kalmak zorunda olan çocuklarla ilgili tek meselesinin cezaevinin fizik-imkân kapasitesi olduğunu iddia ediyor.[4] 2 Mayıs 2022 tarihli, Anadolu Ajansı haberi, çocukların adeta cezaevinde olduklarını hissetmediklerini söylüyor. Sahiden hissetmiyorlar mı?  Murat Narcı[5]anlatıyordu çocuğun kurduğu oyunun, oyununu kurarken kullandığı oyuncağın dehşet saçabilecek etkisinin nasıl da kurucu, nasıl da elzem bir role sahip olduğunu. Raporlardan sızıyor; cezaevinde anneleriyle birlikte kalan çocuklar, bir gün özgür olarak eve döndüklerinde dahi gardiyancılık oynayarak bir dünya kuruyorlar kendilerine. Çünkü dünyanın özgürlüğünü, sadece ortası dikenli tellerle çevrili bir avlu zannediyorlar. Gerçek ise her zamanki gibi imajın arkasında yatıyor. Türkiye’de 2020 yılı sonu itibariyle 800’den fazla çocuk, Mart 2021’de yayınlanan resmi rakamlara göre ise 345[6] çocuk cezaevinde anneleriyle kalıyor.

 

Bu meselenin hukuki seyri, her zamanki gibi yetersizlikler ve asgari standartlara dahi uygun olmamasıyla çizilebilir. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 65. maddesi Türkiye’de anneleri hükümlü olan çocukların 6 yaşına kadar annelerinin yanında kalmasına imkân veriyor. Kanun, 6 yaşından sonra ise çocuk yuvalarına veya yetiştirme yurtlarına yerleştirilmelerini öngörüyor. 14 Nisan 2020’de pandemi nedeniyle Ceza İnfaz Yasası’nda bu konuda düzenleme yapılmış gibi görünüyor. Hapis cezasının infazının, hamile olan veya doğurduğu tarihten itibaren bir yıl altı ay geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri bırakılacağı söyleniyor. Ama bu geçici tedbirin dahi bir istisna hükmü var: Söz konusu ceza indirimleri ve infaz ertelemelerinde örgüt üyeliği kapsamında işlenen suçlardan tutuklu ya da mahkûm olanlar kapsam dışı bırakılıyor. Yani OHAL döneminden sonra içine girdiğimiz yeni olağan OHAL döneminde, pek çok soruşturma ve kovuşturma, siyasal hak sayılması gereken birçok faaliyet örgüt kapsamına sokulduğundan pek çok kadın, bu ertelemeden yararlanamıyor.

 

Bu çocukların güncel sayısına, durumlarına ulaşmak maalesef sadece teker teker ve titizlikle, inatla, tüm bürokratik engelleri aşarak ve yırtarak yapılabilecek bir çalışmayla mümkün çünkü devlet bu bilgileri sağlamıyor. Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nün 14 Kasım 2018 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ile paylaştığı son veri bize 2018 yılı itibariyle ceza infaz kurumlarında 743 çocuğun annesiyle beraber kaldığını söylüyor. Bu çocukların 543’ü 0-3 yaş, 200’ü 4-6 yaş grubunda yer alıyor, 37 bebek ise o dönem henüz 6 aylıktan bile daha küçük. Ayrıntılı son rapor Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nün faaliyet raporu, 2016 yılına ait. Hiçbir bilgi içermeyen ve sadece kamuoyuna yansıyan sayıları yalanlamak için yayımlanmış basın açıklaması ise 2021’den öteye gitmiyor. 2016 tarihli bu son rapor dahi cezaevinde anneleriyle kalan 529 çocuktan 435’inin kreş, anaokulu ya da bakımevine gidemediğini söylüyor. Sadece kreş olup da gidememek değil tabii mesele, her cezaevindeki çocuğun kreşe gitme hakları olsa da bu giriş çıkışlar aramalarla, çok küçük yaştaki çocukların dahi bebek bezlerinin çıkarılması ve kontrol edilmesiyle yapılıyor. Koridora kadar bile anneleriyle çıkmalarına izin verilmiyor, tüm fiziki kontrol gardiyanlarda. Günün sonunda bazı cezaevlerindeki kreş hakkı günde 1 saatten fazla olamıyor. Bir kadın anlatıyor: “1 saat sonra çocuk geri geliyor. Kreş süresi bu kadar. Çocuk daha kreşe girip etrafına bakınıp, adapte olmaya çalışırken geri getiriyorsunuz. Yine dilekçeler yazdık, süreyi 1,5 saate çıkardılar.” (Sincan, Kapalı Kadın Cezaevi)

 

 

Sahra Atila’nın Medyascope’taki haberinden öğreniyoruz, annelere bebek bezleri bile verilmiyor, çocuklarının kıyafetlerini getirmelerine izin verilmediği için yaz sıcağında bebeklerin pantolonlarını kesip şort yapan annelerin olduğunu.[7] Bebeklerin bezleri yıkanmadığı için cezaevi müdürlüğü çamaşırhaneye talimat yolluyor: Çocuklu kadınların bebeklerinin bezlerini yıkayın! Çamaşırhaneden cevap gecikmiyor: Makineler bozuk. Çünkü danışıklı dövüş halinde birilerinin keyfine terk edilmiş bir sistemin çarkında, çocuklar eziliyor. Sahi, o çocuklara kim kast ediyor? Örneğin, gene Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü verilerinden, taşra teşkilatı dahil ceza ve infaz kurumlarındaki öğretmen kadro sayısının 1261 olmasına rağmen 609 boş kadro olduğunu biliyor musunuz? Psikolog, sosyal çalışmacı, öğretmen sayıları kanuni kadronun bile altında. Kreşlerin, her tipte cezaevinde yaşayan çocuklar için eşit birer imkan olması gerektiği yasalardan okunabiliyordu tabii ama gerçekte olan bambaşkaydı. Cezaevi tipine göre değil ama siyasi veya adli bir suçlunun çocuğu olup olmamanın ayrımcılığıydı bu. Örneğin, Sincan Kadın ve İzmir 1 Nolu Şakran hapishanelerindeki anneler, kendi çocuklarının gardiyanlar eşliğinde kreşe götürüldüğünü söylerken, adli mahpusların çocuklarını ellerinden tutup kreşe götürdüklerine tanık olduklarını anlatıyorlardı.[8] Cezaevi tipine göre değil tabii ama annenizin kim olduğuna bağlı olarak değişen bir çocukluktu mesele!

 

Çocukların emekleme hakkı diye bir şey söylersek, bu epey komik bir laf olur değil mi? Çünkü öylesine doğal bir şeyin hakkı mı olur? Dinleyelim: “Koğuşlar o kadar kalabalık ki çocukları yerde emekletmek bile mümkün değil, çocuklar ya kucağımızda ya da yatağın üzerinde bütün gün. Şimdi yaz geldiği için belki havalandırmada yere bir şeyler serip çocukları üzerinde emekletebiliriz. Ama battaniye cezaevine aitse yere de seremiyoruz.”[9]

 

Kendilerine ait yatakları, kendilerine ait yemekleri, eğitim imkanları, oyun alanları olmayan çocukların dünyayla kurduğu tek ilişki gardiyanlar ve yetişkin mahpuslar. Bir anne anlatıyordu, cezaevinden çıktıktan uzun bir süre sonra dahi çocuğunun yetişkinlerle çok iyi iletişim kurmasına rağmen hiçbir yaşıtıyla tek kelime konuşamadığını ve eve girdiklerinde, evin kapısı kapandığında hıçkırarak bağırmaya başladığını. Çünkü zannediyordu ki kapı kapandığında, gardiyanlar onu açana kadar içeride hapis!

 

 

Kadınların, anneliklerini nasıl yaşadığına bakan tek tük çalışmalardan ve raporlamalardan birisi Yaşam Hakları Derneği’ne ait. Bu raporda 6 yaşından küçük çocuklarıyla birlikte hapishanede kalan 13 kadın ve tutuklandığında hamile olup o süreçte düşük yapan 1 kadın konuşmuş. Aileye ve anneliğe verdiği önemle dünyaya ders veren ve aileyi ve çocukları korumak için İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan devletin, hapishanedeki annelerle imtihanını okuyorsunuz aslında. Gözaltına alınırken saatlerce aç bırakılan bebekleri umursamayan kolluk görevlilerinden geçiyorsunuz rapor boyunca, emzirmek isteyen kadınların bebeklerini yanlarına alma taleplerinin nasıl reddedildiğini, annenin memesinde biriken sütün gözaltı sürecinde yarattığı ağrıları dinliyorsunuz. Yüksek siyasetin iki yüzlü dehlizlerinde dolaşırken, anneliğin ve çocukluğun da ancak belli tür bir annelik ve çocukluk biçimi için korunabileceğini görüyorsunuz. Çünkü yeri geldiğinde o annenin de çocuğun da devlet nezdinde ne kadar da yok hükmünde olduğunu anlatıyor size olanlar.

 

Örneğin, 30 yaşındaki bir kadın, 5 aylık hamileyken gözaltına alınmış, sabah 9:00’da başlayıp akşam 8:30’a kadar devam eden sorgusu sırasında, kanaması olduğunu, düşük tehlikesi bulunduğunu defalarca söylemiş, kimse duymamış. Hem gözaltında hem de 1 gün sonra götürüldüğü hapishanede kimse ilaçlarını kullanmasına izin vermemiş, revirdeki doktor bakmamış ve tutuklu kadın bebeğini kaybetmiş. [10]

 

4 yaşındaki kızıyla birlikte 10 ay boyunca Sincan Kadın Hapishanesi’nde kalan anne şöyle anlatıyor: “Kızım bir gün bana ‘anne biz niye tutuklandık’ diye sordu. Halbuki ben, burası benim iş yerim, burada öğretmenlik yapıyorum diyordum. Ama çocuk anlıyor tabi. Biz kızımla 3 mahkeme gördük, her seferinde ‘tutukluluğun devamına’ kararı veriliyordu.”[11]

 

Çelişkilerin kendi kurallarını yarattığı Türkiye’nin hapishane sisteminde Birleşmiş Milletler Bangkok Kuralları’nı da hatırlatabilirdik tabii: Çocuklara, mahkûm muamelesi yapılamaz. 6 aylık bebeğiyle 1 ay boyunca hücrede tutulan kadın şöyle diyordu: “Tahammül değil, tahayyül edilemeyecek kadar korkunçtu.” Çocukların annelerine getirilirken silahlı, üniformalı ve gürültülü postallı gardiyanlara teslim edilmesi, başlı başına bir mahkûmiyet meselesi. Hapishaneye giriş ve çıkışlarda, açık ya da kapalı görüşlerde bebek bezlerinin dahi arandığından ve bu yüzden minicik bebeklerin babalarını görmeye gitmek istemediklerinden nasıl bahsedebilirsiniz eğer çocukluğun politik inşası olmasa?

 

Cezaevinde anneleriyle kalan çocuklara ayrı bir yatak verilmediği için demir ranzalarda anneleriyle yatan, o demir ranzalardan düşen, ayrı bir yemek çıkarılmadığı için aynı yemekleri yiyen, miadı geçmiş bisküvilerin hediye olarak verildiği, oyuncaklarının içeri girmesine izin verilmeyen çocukların, çocuk olma haklarından bahsedemiyoruz tabii burada. Çünkü olan biten tam bir çocuk düşmanlığı.[12] Bunun aynı cinsiyetçilik, ırkçılık, antisemitizm gibi bir ayrımcılık olduğunu, siyasal yaşamın içine işlediğini Elisabet Young-Bruehl yazmıştı. “Çocuklara karşı önyargıyı bir önyargı olarak görmeyi neden reddediyoruz: bu önyargıyı tıpkı başka önyargıları adlandırdığımız gibi, ırkçılık, cinsiyetçilik ve yaş ayrımcılığı gibi adlandırmaktan neden kaçıyoruz?”[13] Yani çocuklara neden kast ediyoruz?

 

Bütün bunların hepsi bir psikolojik harp, sadece anneler için değil, çocuklar için de. Bu psikolojik harptan olabildiğince az hasarla çıkabilmenin kendisi bir maharet. Bunun için cezaevinin psikoloğuna başvuran bir anne, bir anda terörist bir anne oluverdiğini öğreniyor mesela:

 

“Oğlum gelmeden psikologla görüşmek istedim, psikoloğa gittiğimde kendisi bana değişik değişik bakıyordu, ne yapacağını bilmiyordu, ‘ilk defa kadın terörist görüyorum’ dedi. Ben de güldüm, ‘siz psikolog olduğunuzdan emin misiniz, ben de zaten terörist değilim’ dedim.”[14]

 

 

 

 

Cezaevinde kadın olmak diye bir mesele elbet vardı, bir de cezaevinde çocuğuyla yaşayan anne olmak yükleniyordu meseleye. Bu mesele de bir kadınlık meselesiydi haliyle!  Koğuştaki diğer kadın arkadaşlarını rahatsız etme endişesi, bu endişeden utanarak çocuğuna daha sert, daha acımasız davranma, yok yere susturma! Kadınlık yüklü bir eylemdi tabii. Ama kadın dayanışması da bir yandan yaşatıyordu. Çünkü koğuşta kalan diğer kadınlar çocuğun gece ağlamalarından uyuyamayınca, nöbetleşe uyuma sistemini icat etmişlerdi. Tabii tüm bu hayatta kalma stratejileri arasından sarih bir endişe de kendisini gösteriyordu “İnsanı en çok üzen, çocuğun orada huzursuz olması değil, o ortama alışması, normalleşmesiydi.” (İzmir Kapalı Kadın Hapishanesi) Her şey itinayla normalleşiyordu!

 

Bu anlatının sadece bugünle ilgili olduğunu söylemek değil niyetim. Bir orduya kafa tutan Mamak Kadınları’ndan, susuz da yaşayan kaktüslere, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nun kadınlarına dek Türkiye’de annelik politikanın da imtihan meselesi. Mamak Kitabı’nda Meral Akbaş anlatır. Mamak Cezaevi’nde askerler, yatakların içindeki kıtıkları koğuşun orta yerine boşalttığında, kadınlar kumaş parçalarını çıkarıp onlardan palyaçolar örerlermiş.[15] Sonra da bu palyaçoları, dışardaki çocuklarına gönderirlermiş.

 

Bir başka Mamak Cezaevi kadını, Nesrin Özkan, Kaktüsler Susuz da Yaşar’da anlatıyordu. 10 günlük bir açlık grevinden sonra ıslak zeminin kurumasını beklerken dizlerini karınlarına çeker, tıpkı ana rahmindeki bir cenin gibi içlerine çekilip dururlarmış da, yüzbaşı Pörtlek (kadınlar, ona Pörtlek lakabını taktıklarından Pörtlek beye Pörtlek diyorum) şöyle bağırırmış: “Hiçbirinizin çocuğu olmayacak.” Bunun bir uyarı mı, yoksa bir temenni mi olduğundan emin değilim. Bana sorarsanız, kindar ve dindar nesiller tasavvurunu, çocukluğun devlet dersindeki terbiyesini, iktidar koalisyonlarının anne ve çocuk deyince akıllarına gelen o garip şeyi düşününce, bunun kendisi sahiden de uzun yıllar önce uygulamaya sokulmuş bir stratejik temennidir belki de.

 

“Senin olmayan kurallar seni acıtabilir, aşağılamaz ama.” diyordu cezaevindeki bir başka anne, Sevgi Soysal, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda. Onunla konuşabilmek isterdim. Belki de mesele, senin olmayan kuralların sana ne yaptığı değil de, cezaevindeki bir çocuksun diyelim, senin olmayan acıların, sana ne yaptığıyla ilgilidir demek isterdim. Çünkü belki tam orada bir çocuksundur da senin olmayan acılar, dünyayı senin üstüne kilitliyordur. Ona bu kilidi nasıl açabileceğimizi sormak isterdim.

 

 

 

 

[1] Ece Ayhan, “Meçhul Öğrenci Anıtı”, Devlet ve Tabiat ya da Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler, e Yayınları, 1973.

[2] http://platform24.org/yazarlar/5988/cezaevinden-cikan-sadinaz-yilmaz–bebekler-cezaevinde-olmamali

[3] https://www.5harfliler.com/cocuklar-korkunc-allahim/

[4] https://journo.com.tr/cezaevlerinde-kalan-cocuklar-haber

[5] https://www.5harfliler.com/cocuklar-korkunc-allahim/

[6] https://cte.adalet.gov.tr/Home/SayfaDetay/basin-aciklamasi09032021045708

[7] https://medyascope.tv/2021/04/01/cezaevinde-buyuyen-cocuk-olmak-mahkum-anneler-anlatiyor-1-bebegimin-bezine-kadar-acip-ariyorlardi/

[8] Anneleriyle Birlikte Yaşayan Mahpus Çocuklar

[9] Çengelköylü, C., Bademci, Ö., Çelik D. ve Karadayı F. (2022). Anneleri ile ceza infaz kurumlarında kalan 0-6 yaş çocukların yaşam koşullarının ve deneyimlerinin annelerinin bakış açısıyla araştırılması. Toplum ve Sosyal Hizmet, 33(4), 1161-1182. DOI: 10.33417/ tsh.1081422

[10] Yaşam Hakları Derneği, Anneleriyle Birlikte Mahpus Çocuklar Raporu

[11] Yaşam Hakları Derneği, Anneleriyle Birlikte Mahpus Çocuklar Raporu

[12] Elisabeth Young-Bruehl, Çocuk Düşmanlığı, İletişim Yay., Çev. Aksu Bora

[13] Çocuk Düşmanlığı, s. 14.

[14] Anneleriyle Birlikte Mahpus Çocuklar Raporu

[15] Mamak Kitabı, Ayizi Yay., 2011, s.119.

 

 

Fotoğraflar: Füsun Tirman, Harika Kora ve Serap Borucu, Umutları Ertelenen Çocuklar, 2011-12.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YHukukun Fazlalık Payı Nereye Sığar?
Hukukun Fazlalık Payı Nereye Sığar?

Devletin nasıl ki nefret suçunu cezasız bırakmamak gibi bir pozitif yükümlülüğü varsa, nefret söyleminin kamusallaşmasını engellemek gibi bir negatif yükümlülüğü de var.

Bir de bunlar var

Kimyasal Hadım: Cinsel Saldırı Cinsel Saldırıya Karşı
İhsan Hala’nın Köyü
Bize Musallat Olan Hayaletler: Gündelik Arşivlerde (Anti)Kolonyal Tortu ve Feminist Dayanışma

Pin It on Pinterest