Taciz haberlerini sosyal medyada paylaşırken ve özgürce "Amma da uydurmuş *gülücük*" veya "Bu olay hiç inandırıcı değil" yargılarını koştururken kendi başımıza gelen taciz olaylarının en korkunç ve kaçınılmaz sorusunun "Ya bana inanmazlarsa?" olduğunu atlıyoruz.

MEYDAN

Vicdanlar Yarışıyor: İnanılır Taciz, İnanılmaz Tacize Karşı

“Yerlerde sürüklenen AKP’li gelin” haberinin verdiği olabilecek her anlamda iğrenç his üzerimden gitmiyor bir haftadır. Medyadaki kadına şiddet haberlerinde zaten kurbanı suçlamadan hafifletici sebep bulmaya eşi zor bulunur bir rezillik skalası sergileniyorken, zaten medyaya şu kadarcık güvenimiz kaldıysa dabu son haftada tamamen buharlaşıp uçtuğundan olayın ayrıntıları her kaynakta ayrı. Her haberin ortak noktası şu: Bir grup direnişçi, gündüz gözüyle sokak ortasında bir kadına saldırıyorlar, ağza alınmayacak laflarla tartaklayıp türbanını zorla çıkarıyorlar, yanında bulunan bebeğini dahi darp ediyorlar. Çeşitli kaynaklarda haberin önemli olarak öne çıkarılan ayrıntıları farklı: Bazı haber kadının ailesinde AKP’li birilerinin olduğunu vurguluyor, bazıları zamanında nikahını Tayyip Erdoğan’ın kıydığını söylüyor, diğerleriyse ajitasyonun dibine vurup saldırıyı direnişin geneline dair küçük bir fotoğraf olarak veriyorlar. Bazı başka kaynaklar ise olayın saldırıya uğrayan kadının başlattığı bir laf dalaşının sonucu olduğunu ve abartıldığını söylüyor. Bu haberleri neye dayanarak verdiklerini, kurbanı nasıl abartmakla suçlayabildiklerini bilemiyoruz. Sundukları kanıtlar genelde ağızdan ağıza yayılmış söylentiler. Her birinin farklı şekillerde kadına zarar verdiğini inandığımdan, bu haberlerin hiçbirini burada paylaşmıyorum. Bu kadar rezil bir saldırıyı yapan insanların MOBESE görüntüleri nerede, şüpheliler bulunmuş mu, bunları da bilemiyoruz. Haber her gün üç aşağı beş yukarı başka ayrıntılarla tweet’leniyor ya da paylaşılıyor… Aldığı yorumlardan ve paylaşılma biçiminden üzüntüyle farkediyorum ki her zamanki gibi çoğumuzun unuttuğu bir şey var: Bunun ortasında çok korkunç bir şey yaşadığı söylenen bir insan duruyor.

 

Sosyal medyada paylaşırken özgürce “Amma da uydurmuş *gülücük*” veya “Bu olay hiç inandırıcı değil” yargılarını koştururken kendi başımıza gelen taciz olaylarının en korkunç ve kaçınılmaz sorusunun “Ya bana inanmazlarsa?” olduğunu atlıyoruz. Bir şiddet olayının gerçekliğini kulağa nasıl geldiğine göre değerlendirmenin ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu gözardı ediyoruz. (Oysa hangi şiddet haberi inanılır, hangisi normal ve olağan?) Bir ihtimal iki haftadır sokakta yaşanan polis şiddeti ve içimize saplanmış haksızlık hissi o kadar büyük ki, “terörist”, “marjinal” etiketinin üzerine bir de “türbanlı düşmanı” yapışmasın diye inat ve panikle hemen kadının yalancı olduğu sonucuna varıyoruz. Yeni Şafak’taki %80 katıksız ajitasyondan oluşan, “parçalı röportaj” diye bile tabir edemeyeceğimiz, çoğu haberi yapanın kişisel düşünce ve izlenimlerinden mürekkep habere bakıp saldırıya uğradığını söyleyen kadının biletini hemencecik kesiyoruz. Yaşadığını söylediği şeyin üstüne belki daha beter bir tuğla koyuyoruz: “Hayır, sen bunu yaşamadın. Uykuların boşuna kaçıyor, geçirdiğin panik atak boşuna.” Değer mi?

 

Yapmamız gereken zaten içi çıkmış gazetelerin ne yazdığına bakmadan her gün, her gün bu olaya dair somut kanıtları sorgulamak değil mi? Yasal sürecin işlemeye başlayıp başlamadığını, görüntülerin nerede olduğunu inatla soruşturmak değil mi? Bu olayın sorumlularını direnişin amaçları ve önceliklerinden uzak bir yere taşımak, iğrençliklerini ötelemek değil mi? Ama en önemlisi, bu kadının yaşadığı şeyden olabildiğince sağlıklı ve huzurlu çıkabilmesini sağlamaya çalışmak değil mi? Bu kadın ve yaşadığının üzerimizde tanımlayıcı bir söz söylemesinden korkarak sessiz kaldığımız, bu olaya sağa sola çekilebilecek “riskli bir konu” muamelesini yaptığımız, bu kadının neler yaşıyor olabileceğini tahayyül dahi etmeye çalışmadan konuştuğumuz her gün, içimizde büyüyen bir yük olmalı. Bunu hissetmiyorsak, nifakçılar zaten kazandı. Bu kadını düşünerek konuşmaktan aciz hale getirildiysek biz zaten çoktan tanımlanmışız, yanmışız. Eve dönüp vicdanımızın ayarlarının artık bayağı bayağı bozulduğu gerçeğiyle barışmaya çalışalım.

 

Hadi diyelim bu kadın yalan söylüyor. Haberlerde “gelin”liğinden, “anne”liğinden ve  “AKP”liliğinden malesef kurtarılamayan, insan muamelesini zor gören bu kadın, diyelim uydurdu. Peki ya diğerleri? Bu hafta boyunca bir kısmı kişisel olarak tanıdığım, bildiğim insanlardan, diğeriyse sosyal medyadan gördüğüm taciz haberleriyle karşılaştım. Okuduğum ve duyduğum tacizlerin çoğu türbanlı kadınlara ağza alınmayacak laflar, savaşılan ve bir türlü ölmek bilmeyen bir hastalık gibi davranan garip ifadelerden oluşuyordu, bir tanesinde ise türbanlı bir kadın başka bir kadına vapurda yaklaşıp sessizce hakaret etmişti. Herhalde beni en çok yaralayan tarafı, hiçbirinin anlatılış biçiminde de öyle yaygara havası filan yoktu, acı verici bir hayret, “Hakikaten de oldu bu” havası vardı. Sanki canavar hikayeleri sonunda gerçekten hayatı taklit etmiş gibi, inanmak istemediğimiz bir şeyin kendisiyle çat diye en olmadık anda karşılaşmışız gibi.

 

Bir şiddet olayı, türban üzerine kişisel fikirlerimizi tekrar ifade etmek için bir fırsat değildir. Bir tarafın kaybedip diğerinin kazanacağı bir savaş değildir. Bir kadına şahsen saldırma alçaklığına girişmediyseniz zaten suçlusu siz değilsiniz. Kendi mücadelenize mal edilmesinden endişe duyuyorsanız yapabileceğiniz en iyi şey bu olayın çözülmesini sağlamak ve sorumlularıyla aranızdaki farkın altını olabildiğince kalın biçimde çizmek, aksi kesin biçimde ispatlanmadıkça kadının beyanını esas almak ve dahası fantazi ya da uydurma muamelesi yapmamak. Bu şiddet olaylarında devşirme Sherlock Holmes kurallarını, CSI mantığını bir kenara bırakın ve aklınıza kendi başınıza gelmiş bir tacizi getirin: Her düşünceden her insan bu olayı olası ve inanılır bulur muydu? Genel mantık kuralları, onlar her neyse, bu olaylar yokmuş, daha kötüsü, olamazmış gibi davranmak için geçerli sebep değil. Çare bir tane: Tacize şahit olursanız açıkça ve herkesin duyabileceği şekilde lanetleyin, peşini bırakmayın. En önce kendi vicdanınız ve huzurunuz, sonra bin tane çatlak ve iğrenç sesin ortasında kalakalmış, yaşadığıyla nası boğuşacağını bilemeyen bir kadının bir gün huzurlu uyuyabilmesi için yapın. Birbirimizin sesi olmadan yemiş kabuğunda rüzgar kadar bir şeyiz, hiçbir şeyiz. Ses çıkaralım ki -yarışma programlarında diyorlardı ya- dostluk kazansın, insanlık kazansın.

 

 

 

 

(Görsel: Gertrude Abercrombie)

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YBu Resim Gitmeli Mi?
Bu Resim Gitmeli Mi?

Sanatçı Hannah Black'in siyah bir çocuk cesedini tasvir eden sanat eserinin var oluşunu ve sergilenmesini eleştirdiği açık mektubundan hareketle: "onurlandırmak" ve "lafı ağzına tıkmak" arasındaki ince çizgi nerede durur?

KÜLTÜR

YMary Beard: Gücün İçinde, Üzerinde, Peşinde Kadınlar
Mary Beard: Gücün İçinde, Üzerinde, Peşinde Kadınlar

Cambridge Üniversitesi Klasikler Profesörü Mary Beard'ın konuşması: Kadınlar Antik Yunan'dan bugüne güçle nasıl ilişkilendi?

SANAT

YÖlüm Kadar Ciddi, Küfürlü bir Şaka: Renate Bertlmann
Ölüm Kadar Ciddi, Küfürlü bir Şaka: Renate Bertlmann

Renate Bertlmann, 1970’lerde bir çok çağdaşı gibi 1968’in devrimci atmosferi ve ikinci dalga feminizmin gücüyle kadın bedenini bir kutlama ve devrim aracı olarak yeniden kurgulayan eserler üretmiş.

SANAT

YGüncel Kızlar (1977)
Güncel Kızlar (1977)

Vintage sarısı, yalnızca çözülmüş meselelere, başarıyla alınmış haklara mı değer?

Bir de bunlar var

Sara Ahmed: “Üzerimizde Tahakküm Kuruyorsunuz”
Kadınlara Yönelik Şiddetin Azal(tıl)(a)mayışı
Onur Haftası Doludizgin Devam Ediyor!

Pin It on Pinterest