İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmedik, zira o siyasi iktidarlar, yasakoyucular tarafından “bildirilen” bir metin olduğu kadar, istisnaî bedellerle ele geçirilen bir hak metnidir de.
Adalet Bakanı Bozdağ’ın “Bundan sonra kimse kravat takıp, iyi hâl indiriminden yararlanamayacak” diyerek propagandasını yaptığı kanun kadına yönelik şiddetle mücadelede önemli bir adımmış gibi lanse edilse de durum hiç de öyle değil.
2019’da yapılan araştırmaya göre hükmedilen nafakanın yüzde 66.4’ü 0-500 TL arasında olup bunların ortalama tutarı 262 TL. Mahkemeler tarafından hükmedilen nafakaların yüzde 50.7’si ise yükümlüleri tarafından hiç ödenmiyor.
şiddet, itaat ettirmenin yollarından biri, kadınlar kendi kararlarını vermekte ısrar ettikçe, eşcinseller ve translar görünürlüklerinden ve haklarından vaz geçmedikçe yükselir, mücadeleyle geriletilir.
Berfin’i suçlayarak, kadına yönelik şiddet konusunda sorumluluğu kadınlara (da) yükleyenler suça ortak olduklarının farkındalar mı?
Kürt kadınları dünyanın dört bir yanındaki kadınlar için, onlarla ortak bir cins mücadelesi yürütüyorlar.
Sadece Türk kadınların değil Kürt, Ermeni, Arap kadınların ve daha nicelerinin parçası olduğu bu çok kimlikli hareketi sadece “Türk” olarak resmetmenin kendisi de bir şiddet.
“Eskiden haklarımızın kapsamı genişlesin diye mücadele verirken artık mevcut olanları korumaya çalışıyoruz.”
Türkiye’de kadının konumunu iyileştirmek için gereken bilinç oluştu mu?
İstanbul sözleşmesi’ne neden sıkı sıkı sarılmalıyız?