Brah’a göre, aidiyet duygusu her ne kadar inşa edilmiş olsa da, dışarıdan biri olmanın kırılgan konumuna işaret eder.

TARİH

Sömürgecilik ve ırkçılık karşıtı feminist tartışmalara bir bakış: Avtar Brah

Kesişimsellik terimi siyah feminizmin harekete bir katkısı. 90’larda öne çıkan bu terim ezme-ezilme, sömürü (güç) ilişkilerini örtükleştirdiği yönünde eleştirilere de konu oldu ve bir süre sonra eleştirel bir yaklaşım olarak görünümünü yitirdi. Geçtiğimiz yıllarda, kesişimsel feminizmin temel bir çözümleme/analiz yaklaşımı olarak Avrupa ve Amerika’da dirildiğine şahit olduk. Pek çok kişi gibi ben de; küresel Kuzey ülkelerinde kesişimsellik kavramının yeniden öne çıkarılmasına kuşkuyla yaklaştım. Afrika’da sürdürülen sömürgeci savaşların yol açtığı büyük göç dalgalarının sonuçlarından biri olarak gördüm.

 

Göçmen karşıtı politikaların, ırkçılığın ve polis şiddetinin tavan yaptığı bir dönemdeyiz. Böyle bir arka planda, kesişimsellik kavramına yönelik kuşkuları da dile getiren, devrimci feminizmler, Revolutionary Feminisms (Verso: 2020) kitabı yayınlandı. Kitap kabaca, sermaye, sömürgecilik ve ırkçılık karşıtı feminist yaklaşımlara dair profil çıkaran bir seçki olarak ele alınabilir. Kitaptaki üç ana bölüm, feminist teorisyenler ile gerçekleştirilen mülakatlardan oluşuyor.

 

2016 yılından beri bitimsiz bir karabasana dönüşen OHAL dönemi icraatları, benim kuşağımı büyük ölçüde iç ve dış göçe zorladı. Bizden bir önceki kuşak çalışma alanlarındaki boşluksuzluklar/adaletsizlikler ya da iş bulamama gibi birtakım ekonomik nedenlerle zaten göçmüştü. Akademi, sanat, medya, tıp, bilişim, politika başta olmak üzere, son yirmi yılda göç etmiş büyük bir Türkiyeli nüfus mevcut. Böylece AKP’li yıllar bir bakıma Türkiyelilerin çeşitli rotalarda ve konumlarda yoğunlaşma, feminist, queer diasporalar oluşturma yılları da oldu. Bu nedenle metinleştirmek istediğim ilk mülakat, diaspora kavramının tartışıldığı bölüm oldu. Feminist akademisyen Avtar Brah ile gerçekleştirilen görüşmeyi, yer yer birebir alıntı ve genel olarak okuduğumu özetleyerek ya da kolajlar halinde metinleştirme yoluna giderek serbest şekilde çevirdim.

 

Brenna Bhandar ve Rafeef Ziadah tarafından yayına hazırlanan Revolutionary Feminisms (2020, Verso yayınları) kitabının “Diaspora” üst başlıklı ilk bölümündeki Avtar Brah söyleşisinden kısmi çevirilerle metinleştirilmiştir.

 

Sosyalist feminist akademisyen, eylemci Avatar Brah[1], Hindistan’da doğdu. Beş yaşındayken Afrika’ya gitti ve Uganda’da büyüdü. Üniversite eğitimi için Amerika’ya göçtü. Master yılları ise Wisconsin’de geçti ve asker İdi Amin’in güçlendiği döneme denk geldi. İngiltere-Uganda hattında git gelli yaşarken siyasi atmosfer nedeniyle Uganda’ya dönemedi. Yaklaşık beş yıl herhangi bir ülkenin vatandaşı olmadan, devletsiz (stateless) statüde İngiltere’de yaşadıktan sonra İngiltere vatandaşlığına geçti. Dolayısıyla “diaspora” kavramı, kendi yaşamında da büyük bir yer kaplıyor Brah’ın. Brah, sömürgecilik ve kolonyalizm karşıtı bir politik eylemciliği benimser, farklı güç ekseni kesişimlerini araştırır. Akademi içinde ve dışında yürüttüğü çalışmaları, ırk, cinsiyet, sınıf, etnisite ve diaspora başlıkları altında kümelenebilir.

 

“Doktoramı bitirdikten sonra iş bulamadım”, “ilk kalıcı işimi 1985’ten önce bulamadım” diyen Brah’a göre; “o dönem, kim olduğundan bağımsız olarak zaten zor”dur akademiye girmek fakat beyaz olmayanlar için daha da mücadeleli bir alandır. “Her biri kendilerine has bir sorunu beraberinde getiren pek çok güvencesiz iş” yaptıktan sonra hiç ders verme imkanı bulamadan akademiden uzaklaşır. 1980’lerde Organisation of Women of African and Asian Descent’da aktiftir. British Council’de kadın biriminde, bütçe ve kaynakların yönetimi gibi etkili bir pozisyonda çalışma; farklı kadınları duyma ve finansal olarak destekleme fırsatı yakalar. Bu dönemi, “sol bir proje, deneysel bir municipal socialism [yerel yönetimsel sosyalizm]” olarak anıyor. Ancak tüm bunlardan sonra Londra Üniversitesi’nin dış uzantısı bir birimde iş bulabilecektir. Başlangıçta sertifika düzeyinde dersler veren bu birim, Birkbeck Koleji’ne bağlanır, giderek yüksek lisans düzeyinde dersler açılan bir eğitim merkezi olur: Çocuk bakımı, antisemitizm, Filistin dersleri açarlar; Karayip çalışmaları, İskoç çalışmaları, Asya çalışmaları gibi alanlarda dersler verirler. John Solomos ile birlikte İngiltere’deki ilk master düzeyinde ırk ve etnisite çalışmaları programını siyaset bölümünde açarlar ve (yine dönemin muhtemel ilklerinden) lezbiyen çalışmaları programını burada başlatırlar.

 

Althusser’in çağrılma teorisi, marksist teoriler, Stuart Hall’un “diaspora” çalışmaları Avatar Brah’ın beslendiği teorik çerçevelerdir. 80’lerde dünya çapında baskın ideoloji küreselleşmedir. Powellizm, Thatcherizm, beyaz olmayan insanlar üzerinde çarpıcı etkiler yaratır. Bilgi üretimi alanında; ulusalcılığın eleştirisi, modernizm ve postmodernizm tartışmaları döneme karakterini verir. Yine bu dönemde 1989’da Berlin Duvarı yıkılır ve sosyalist bloğun çözülüşünün de simgesi haline gelir. İngiltere’de; patolojik ve marjinalleştirici bir işlev gösteren “göçmen” [immigrants] söylemlerinin yanı sıra “etnik ilişkiler” ve “etnisite” terimi yine beyaz olmayan insanlardan bahsetmenin “kibar” bir yolu olarak kullanımdadır. Hatta İngiltere’de doğan ikinci, üçüncü kuşaktan beyaz olmayanlar için bile kullanılır “göçmen” tabiri.  Böyle bir düşünsel, politik mayalanma ortamında; “tarihleri, pek çok kıtaya değen insanları ve grupları nasıl ele almalı” sorusu etrafında diaspora terimi ırk çalışmaları bağlamına yerleştirilir. Paul Gilroy, The Black Atlantic’te diaspora kavramını ele alır. Stuart Hall de kuşaklararası melezleşme, geçişlilik ve politikada temsil edilmeyi odağına alarak “yeni etnik kökenler” terimini diaspora ile bağlı olarak öne sürer, odak noktasında tarihin, dilin, kültürün özcü olamayan bir analizini yapmak vardır:

 

Brah: Çoğumuz için bu toplulukları kavramsallaştırmanın pozitif bir yoluydu çünkü o dönemde daima bir ırkçı tarzda düşünme söz konusuydu.  (Revolutionary Feminisms, 2020, S. 91)

 

Enoch Powell, “İngiltere’de doğabilirler ama siyahlar, Asyalılar asla İngiltereli olamayacaklar” diyen; ortalığın “kan gölüne” döneceği tehditleri savuran, ırkçı, saldırgan konuşmalar yapan bir siyasi figürdür. Thatcher da söylemlerini bu temel üzerine inşa eder:

 

Brah: 1978’deki bir TV röportajında, İngiliz halkının ‘farklı kültürden insanlar tarafından yutulma’ korktuklarından bahsetti. Bu türden bir dil, ırkçılığa saygınlık atfeden pek çok problem yaratıyor. Şimdilerde unutmaya meylettiğimiz fakat sokaklarda olan pek çok ırkçı şiddet vardı. Bir sürü ırkçı saldırıda insanlar öldürüldü. Örneğin Soutball’dakini hatırlıyorum. Gurdip Chaggar, 1976’da beyaz gençler tarafından öldürülmüştü. (Revolutionary Feminisms, 2020, S. 92 – 93)

 

Thatcher hükümeti; sendikalara ve maden grevcilerine karşı kamuoyu oluşturmak için büyük paralar harcar. Nihayetinde 1984 madenci grevlerini “ezeceğini” söyleyen Thatcher kazanır. Halihazırda işsizlik, güvencesiz ve düşük ücretli işlerde çalışan beyaz olmayanlar için büyük kayıplar olur. Irkçı şiddete yönelik birkaç olayı daha anar Avatar Brah: 1979’da Southall’da, öğretmen Blair Peach’ın polis kurşunuyla başından vurularak öldürülmesi, Faşist Ulusal Ön Cephe Southall seçim kampanyası yürüşünü protesto için bir araya gelenlerin -700’den fazla beyaz olmayan insanın- gözaltına alınması ve 345’nin yargılanması, aralarında siyah reggae grubu Misty in Roots’un menajeri Clarence Baker gibi ağır yaralanarak hastanelik edilenlerin bulunması vb. Burada greve çıkan işçilerin, Southall Slough’da, Chix sakız fabrikası grevi örneğindeki gibi çoğunluğunu işçi kadınların oluşturduğunu söyler. İşsizliğin ve ırkçı saldırıların gündelik hale geldiği böyle bir atmosferde kullanıma sokulur diaspora terimi.

 

Savaş sonrası dönemde, beyazların yapmak istemediği işlerde istihdam etmek üzere kolonilerden getirilen beyaz olmayan insanların, siyahların İngiltere’deki varlığı doğrudan kolonyalizm tarihine bağlıdır. Avatar Brah, bugün “sömürgecilik, kapitalizm ve kolonizasyon arasındaki ilişkilerin yeterince vurgulanmadığını” belirtir. Sınırları geçip gelen göçmenlerin sanki kapitalizmin, sömürgeciliğin diğer ülkelerin fakirleşmesinde hiçbir etkisi yokmuşçasına konuşulduğu vurgusunu yaparak kesişimsellik terimini eleştirir. 80’lerde, dünyanın belli bölgelerinin güçsüzleşmesi, “küresel eşitsizliklere ve adaletsizliklere odaklı” söylemler ana akım medya dahi içerilirken “bugün kaybolan budur”. Sözde “ekonomik göçmenler (İngiltere bağlamında) hakkında çok konuşuluyor”dur fakat büyük ölçüde “küresel Güney’in zengin Kuzey’e göçmesi üzerine nadiren dikkat çekiliyor”dur. (Revolutionary Feminisms, 2020, S. 119 – 121).

 

Brah, diasporayı Foucaultcu jeneolojik yöntemle ele alır. Kavram olarak diaspora, deneyimden ve söylemden nasıl ayırt edilebilir, sorusuyla yola çıkar ve verili olarak kabul etmeyen, nihai kökenlere, saf özlere ya da mevcut hakikat iddialarına dönüşmeyen bir şecere çalışması, bir inşa olarak ele alır. Paul Gilroy’un da kullandığı, “routes and roots” (rotalar ve kökler)  kavramlarını hatırlatır. Hareket ile kök salma duygusu eksenlerine dikkat çeker:

 

Bu iki ekseni bir arada tutmak çok önemli. Diasporalar tarihsel olarak spesifik oluşumlardır. Her bir diasporanın kendi tarihi vardır, kölelikten yola çıkarak ortaya çıkan diasporalar. Akabinde emek göçü ile ortaya çıkan diasporalar vardır. Şu anda neler olduğundan, savaşlarla gelen mültecilerden, savaşın parçaladığı ülkelerden ve yoksulluktan ortaya çıkan diasporalar var. (Revolutionary Feminisms, 2020, S. 104 – 105)

 

1996 yılında, Cartographies of Diaspora kitabında, kesişimsel (intersectional) kavramsallaştırmasını kullandığını fakat terime Kimberlé Crenshaw üzerinden gelmediğini, cinsiyet, sınıf ve cinselliğin ırk ile daimi ilişkilerini sorgularken kullandığını söyler:

 

Bence kesişimsellik iktidar rejimleri ve nasıl kesiştikleri ile ilgilidir. Ve farklı grupları nasıl farklı konumlandırdıkları ve her birinin birbirleriyle ilişkisinde farklı olarak kestiği ile ilgili. Eğer baskılama rejimlerini anlamak istiyorsak baskılanmış yaşamların nasıl olduğuna bakmalı. Fakat aynı zamanda hakim grupların nasıl hakimiyet altına aldığına da bakmalı. . . Ancak kesişimselliği ele alma biçimim, şimdi kıymetlenen kavramın göründüğü zamanlardaki halinden biraz farklı olabilir.(Revolutionary Feminisms, 2020, S. 105 – 106).

 

Aidiyet, göç etme ve diaspora bağlamında ne anlamlara gelir? Brah’a göre, aidiyet duygusu her ne kadar inşa edilmiş olsa da, dışarıdan biri olmanın kırılgan konumuna işaret eder. Yalnızca fiziken değil duygusal ve psişik olarak da, hiçbir aidiyet hissetmezsek “dağınık varlıklar oluruz”. “Bütünlük duygusu, psişik tutarlılığa sahip olmak”, “kardeşlerimize, arkadaşlarımıza, siyasi müttefiklerimize, “hayali cemaatlerimize” ve yaşam dünyamızı oluşturan diğerlerine aidiyet duygusu geliştirmemiz gerektiği” anlamına gelir. Ve sonuç olarak aidiyet yalnızca bir “dışlama” varsa anlamlıdır. Örneğin; ırkçılığın tarihi, sınıf hiyerarşisi ve heteronormativite bize hangi grupların içerildiğini hangilerinin dışlandığını gösterir. Onaylanma ve aidiyet duyguları oluşmaması yabancılaştırır. Bunun yanı sıra “evdelik hissi” aidiyet oluşumu kadar, “burası benim de” diyebilme gücüne, mental güce sahip olma ile de ilişkilidir. Tüm bu serimden sonra Avatar Brah “ırkçılığın hiçbir zaman tek tip” olmadığına dikkat çeker. 11 Eylül İkiz Kulelerden sonra yükseltilen güvenlikçi söylem, İslam Devleti gibi tarihsel ortaya çıkışların “dünyayı muazzam ölçekte” değiştirdiğine vurgu yapar. Buradan özel bir ırkçılık, Müslümanlara yönelik bir ırkçılık ve Yahudi karşıtlığı yükselir.

 

Avatar Brah’a göre hâlâ seküler bir mücadele etrafında bir araya gelmek önemlidir. Sekülerizmin fanatizm boyutuna varan versiyonlarının eleştirilerek yeniden ele alınması gerekir; “günümüzde insanların dini azınlık veya inançlara göre kendilerini ifade ettikleri” doğrudur, fakat dinin “artık jeopolitik ayrımları belirlemediği bir dönemdeyiz”dir:

 

Ortak politik dertler üzerine daha geniş platformlarda bir araya gelmeye hâlâ ihtiyacımız var diyebilirim. Şahsen inanç temelli bir baskılanmaya maruz kalmadıkça din etrafında örgütlenmezdim. Temel sorun baskı ve sömürüdür. (Revolutionary Feminisms, 2020, S. 126).

 

Irkçılık ve sömürü konusunda, çare olarak öne sürülen bir diğer kavram olan çok kültürlülük (multiculturalism) argümanları Brah’a göre, mücadeleler sonucu ortaya atılan talepler ile şekillendiği için bunların iyi yönlerini tutmak; örneğin eğitim sisteminde kolonyalist tarihin okutulması, sömürgecilik, yoksulluğun yol açtığı sorunlara yönelik özel tasarımlara gidilmesi, farklı ihtiyaçtaki toplulukların sorunlarının önemsenmesi vd. gerekir. Kültürel çeşitliliğe sığınarak ırkçılığın ciddiye alınmaması ya da ırkçılığa değinmeyen bir çok kültürlülük söylemi ise sorunludur. Öne sürülen bir diğer terim kültürlerarasılık (interculturalism) da temelde, aynı şeye, beyaz kültürün tekilleşmesine itiraz ediyordur. Brah’a göre; tekil bir İngiliz kültürü ve özünün olamayacağına, “İngiliz yaşam tarzı”, “İngiliz değerleri” söylemlerine karşı çıkabilmek için de kültürel çeşitlilik etrafında politika ve söylemlerin oluşmasına da ihtiyaç vardır (Revolutionary Feminisms, 2020, S. 130 – 131).

 

Özetle Avatar Brah’ın çizdiği feministi güzergahta, sömürgeci savaşım ve ekonomik ilişkileri temel alan bir feminist perspektif bugün eksik olan parçalardır. Bu aynı zamanda sekülerizmin yeniden ele alındığı, kültür politikalarının değerlendirildiği bir hat olmalıdır. Irkçılık ile cinsiyetçiliğin, kapitalizm ve sömürgeciliğin birlikte eleştirisi yapılmalı ve ortak bir sorun etrafında, geniş kesimlerle birlikte mücadele edilmelidir.

 

 

Çeviri notları:

diaspora: Terimin tarihsel orijinal kökeni Yahudiler’in kutsal topraklardan göçü vardır. Dünya savaşlarından sonra sürgün edilen Ermeniler için kullanımına doğru terim genişler. 80’ler boyunca siyahlar terimi tekrar ele alarak ırk tartışmaları bağlamına oturtur. Bugün dini ya da ırki atıfları bulunmayan sınıfsal saiklerle yapılan göçler, savaş göçleri sonucu oluşan cemaatler için de kullanımına doğru daha da genişlemiştir.

non-white people ve people of color: Türkçeye ağırlıklı olarak beyaz olmayan insanlar olarak çevriliyor. Diğer tarihsel kullanımlar ve öneriler;  siyahlar ve renkli insanlar. Siyahlar, Asyalıları zorunlu olarak içermediğinden; beyaz olmayanlar da beyazlığın olumsuzlaması üzerinden anlayış geliştirildiği için eleştirilse de henüz bunlar dışında bir öneri mevcut değil. Avatar Brah, İngiltere bağlamında ırkçı söylemlere değiyor olsa da; Amerika’da topluluğun kendi ürettiği bir kavram olduğu için beyaz olmayan insanlar (people of color) kavramına sahip çıktığını söylüyor.

abolition feminism: lağveden, ortadan kaldıran anlamlarıyla; kapatma/hapis karşıtı olan, hapsetme/kapatma pratiklerini ortadan kaldırmayı hedefleyen feminist akım. Abolition feminism’in karşı çıktığı şeylerden biri yapısal eşitsizliklerden kaynaklanan çok boyutlu meseleleri ceza hukuku ile çözmeyi öneren beyaz, burjuva, “kapatma yanlısı feminizm”dir(carceral feminism). Bu konuda, yakın zamanda Cemile Gizem Dinçer’in bir çevirisi Çatlak Zemin’de yayınlandı fakat genel olarak, beyaz olmayan feminist literatüre dair Türkçede büyük boşluklar söz konusu. https://www.catlakzemin.com/hapis-kapatma-yanlisi-feminizme-karsi/ 

[1] Cartographies of Diaspora: Contesting Identities (1996) kitabı, diaspora çalışmalarına, yeni kavramsal ve edimsel perspektifler kazandırdı. Annie Coombe ile birlikte Hybridity and Its Discontents: Politics, Science, Culture (2000) kitabını yayına hazırladı. Ve yine ortaklı bir çalışma olarak iki volümlük Thinking Identities: Racism, Ethnicity and Culture (1999), and Global Futures: Migration, Environment and Globalization (1999) kitaplarını hazırladı.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZI

Ynon-binary teorisyen lauren berlant’ın anısına
non-binary teorisyen lauren berlant’ın anısına

disiplinlerarası dolaşan bir zihin, bitimsiz bir merak, paylaşmayı seven, kolektif çalışmadan zevk alan, şakacı, yetenekli ve parlak bir akıl, bir kedi âşığı, yaratıcılığa teşvik ve kuir değerler..

ECİNNİLİK

YSâmiye Cahid Morkaya ya da “Bir kadın da otomobil yarışlarına katılabilir ve birinci gelebilir.”
Sâmiye Cahid Morkaya ya da “Bir kadın da otomobil yarışlarına katılabilir ve birinci gelebilir.”

Sâmiye Cahid Turing Otomobil Kulübü’nün düzenlediği yarışlarda dereceye girer. Fakat esas, ralli şampiyonluğuyla ses getirecektir.

ECİNNİLİK

Ypembe marmara’yı tanıyorum (1. bölüm)
pembe marmara’yı tanıyorum (1. bölüm)

pembe marmara. şiiri; alaycı, keskin, karanlık ve yaşam dolu. üslubu bir kozmos. 

ECİNNİLİK

Ybir işsiz prenses: tante rosa
bir işsiz prenses: tante rosa

tante rosa’nın içinde bir türlü susturmayı başaramadığı bir prenses ve doludizgin koşmak isteyen atlar var; dünyaya açılan bir beden ve cinsellik. kuşak kuşak rosa.

Bir de bunlar var

Atlı Kadın Kütüphaneciler
Müzeyyen’in Saç Kesikleri
1830’larda Kadınların Kalbi

Pin It on Pinterest