Koçu'nun dev İstanbul Ansiklopedisi'nden eşsiz, şahane, harikulade, matrak 8 madde...

KÜLTÜR

TARİH

Reşat Ekrem Koçu’dan İstanbul Harikaları

Ne zamandır diline, zevkine, gözüne hayran olduğumuz Reşat Ekrem Koçu’nun (1905-75) yazdıklarından örnekler paylaşmak istiyordum. Ara ara hatırlayalım, gülelim ve de tarihçilik üzerine düşünelim diye. Reşat Ekrem herhalde yepyeni tarih düşünce ve yazınının en harika örneklerinden. İstanbul Ansiklopedisi dediğimiz şey 8. cildinde ancak Diş’e kadar gelebilmiş. Bildiğim kadarıyla şu an toplamda 11 cilt var (G’de) ve hala da yayınlanmamış olanları bekliyoruz. Reşat Ekrem Koçu bu ansiklopediyi tamamına erdiremeden göçüp gitti. Hatta Sedad Hakkı Eldem, Koçu’nun ölümünün ardından Ansiklopedi’yi bitirmesi için senelerce beraber çalıştığı Sabiha Bozcalı’ya teklifte bulunuyor. Ancak Sabiha Bozcalı yazmanın ayrı iş çizmenin ayrı iş olduğunu söyleyip teklifi reddediyor. Ama üzülmeyelim, elimizdekiler zaten oku oku bitmiyor, dönüp dolaşıp bir de tekrar tekrar okuyası geliyor insanın.

 

Ana görselde İstanbul Ansiklopedisi’nin tam başlığında Reşat Ekrem işini gayet güzel tanımlıyor zaten. Buraya daha yakından çektiğim bir fotoğrafını ekliyorum:

 

künye

 

Son not: Reşat Ekrem Koçu çizimlerinde değişik sanatçılardan yararlansa da esasen Sabiha Bozcalı ile çalışmış. Aşağıdaki maddelerde bir adet çizimini göreceksiniz. Sabiha Bozcalı’nın çizimlerine odaklanan başka bir yazı da paylaşacağım sonra çünkü kendi başına övgüyü ve unutulmamayı hakediyorlar.

 

****

 

Aşağıda göreceğiniz 8 madde Koçu’nun 1966’da Koçu Yayınları’ndan basılmış olan İstanbul Ansiklopedisi 8. Cild (Çiroz-Diş)’den olduğu gibi aldığım yazılardır (bir tek inceltme işaretlerini üşengeçliğimden çoğunlukla atladım). Bu seçimleri rastgele açtığım sayfalardan yaptım.

 

 

Devrim (Devlet)

 

Aktris, sinema ve strip-tease yıldızlarından 1944’de İskenderiye’de doğdu, oranın yerlilerinden Ahmed Muhsin Bey ile Nermin Hanımın kızıdır; lise tahsili görmüş, Moda Kız enstitüsünde okumuşdur. Sinemacılık alemine Ses Mecmuasının bir kapak yıldızı müsabakasına girerek atılmışdır; sonra ‘Çiçeksiz Bahar’ isimli filmde oynayarak Türk sinema yıldızları arasında tanınmışdır. Orta boylu, vücud yapısı çok mütenasıb, yeşil gözlü, kara saçlı bir esmer güzelidir.

 

Devrim Devlet

 

Bir sinema tiyatro müzik mecmuası olan ‘Ses’ 1966 ağustosu içinde çıkan bir nüshasında ‘Devlet Devrim sinemadan ümidi kesdi, Strip-tease okuluna öğretmen oldu’ başlığı altında bir yazı, ve bu yazının yanında genç sanatkarın soyunma hareketlerini gösteren resimler yayınlamışdır. Devlet Devrim bu  konudaki fikrini şöyle anlatmışdır: ‘Soyunma bir sanat ama zor bir sanatdır; yüz güzelliği kafi değildir, çok güzel bir vücud yapısına sahib olmalıdır; ve başkalarına benzemeyen bir eda ile soyunmak lazımdır; çok iyi bir dansöz olmak da şartdır.’

 

Genç sanatkar deniz sporlarını sever, iyi bir yüzücüdür. (B.: Strip Thrip-Tease)

 

****

 

Deveciyan (Karakin)

 

Milli Kütübhanemize ‘Balık ve Balıkçılık’ adında ölmez bir eser koymuş olan ermeni asıllı bir yazar. Hayatı hakkında eserinin şanına layık bilgi edinilemedi; 1868 de Harputda doğmuştur; ilk tahsilini memleketinde, orta tahsilini İstanbulda yapmış, Duyunu Umumiye İdaresine intisab ederek bu idarenin Bursa, Selanik ve Beyrutdaki şubelerinde çalışmış, İstanbul Balıkhanesi Merkez Müdürlüğüne tayin edilmiş, bu vazifede iken muhalled eserini yazmışdır.

 

‘Tesadüf’ ve ‘Gül Fidan’ isimli iki tercüme romanı vardır; taşrada geçen gençlik ‘K. Kemal’ takma adı ile edebi ve fenni makaleler gönderir idi. Karakin Deveciyan 1964 senesinde 96 yaşında İstanbul’da vefat etti, cenaze merasimi Ortaköy’de Surp Kirkor Lusavoriç Ermeni Katolik Kilisesinde icra edildi.

 

****

 

Destebaşı

 

XVII. Yüzyılın son seneleri ile XVIII Yüzyılın başında isimleri meçhul kalmış birkaç kalender tarafından İstanbul sokaklarına düşmüş haneberduş, ve bilhassa tercih ile zina veledi mürahik veya nevhat oğlanlar toplanarak ‘Layhariye’ yahud ‘Kalenderiye’ adını verebileceğimiz bir tarikat olarak kurulmuş ve tekkeleri de İstanbul çarşı hamamlarının külhanları olan, ve XIX. Yüzyılın ortalarına kadar devam etmiş eski İstanbul Külhan Beyleri teşkilatında her on nefer külhanbeyi oğlanın başında bulunan apaşın ünvanı. Tekkeleri hamam külhanı olan bu apaşlar İstanbulun büyük çifte hamamlarının külhanlarında yerleşmişlerdi. Her külhanda Külhancı’ya ‘Baba’ derlerdi, o külhan tekkenin aşcıbaşısı yerinde idi, Destebaşı da tekkenin şeyhi yerinde idi. Külhanlara 11-15 yaş arasındaki oğlanlar alınır, bu kimsesiz ve veledizina çocuklar Destebaşılar tarafından seçilir, külhana alındıkları ilk gece de, yine Destebaşı eliyle anadan doğma çırıl çıplak soyularak yine aynı şekilde soyunmuş az kabaca ve külhanın malı diğer bir oğlan ile ‘Lauharın Kefeni’ denilen bir gömlek içinde koyun koyuna yatırılırdı, bu gömlek iki kollu ve iki yakalı olup içine giren iki çıplak oğlanın başları ile dört ayağı görünür, birinin sağ ve öbürünün sol kolları gömlek içinde kalırdı.

 

Destebaşı

 

1730 hamam çıplağı bir dellak iken kanlı bir ihtilalin lideri olan Patrona Halile ayaklanmasının ilk ümidsiz saatlerinde ve ilk gecesinde en büyük yakınlığı bu Destebaşılarla onların emrindeki külhan beyi oğlanlar göstermişdi.

 

****

 

Daniyel (Turşucu)

 

1943 ile 1945 arasında Eminönü Balıkpazarının meyhanelerinde dolaşır uygunsuz güruhundan murahik bir Musevi genci idi, kocaman bir cam kavanoz içinde sözde turşu satar, aslında ise muhabbet dellalı idi, o kirli yolda, yine turşuculuk ile dolaşır Rafael adındaki babasının yamağı idi. Fakat kendisi de gayetle mahbub bir genç olduğu için babasından kat kat üstün iş görürdü; peyledikleri müşterileri biri Hasköyde diğeri Tarlabaşında iki randevu evine götürürler idi ki Hasköydeki ev zendostların hizmetinde idi, Tarlabaşındaki ev ise bir acaib yer idi, oğlan esvabı ile dolaşır, başları oğlan gibi tıraşlı kız uşakları, kız gibi uzun saçlı ve entarili hizmetkarları vardı, öylesine bir yer idi ki, kızlı oğlanlı müstahdemleri hatta Kızılderili, çinli, hindli, Meksikalı kıyafetlerine girerlerdi. Daniyelin kendisi de Tarlabaşındaki evin şıkırdımlarından idi. Fakat bu kirli gencin resim sanatına karşı büyük bir kabiliyeti vardı. Turşu satarak dolaşırken meyhanelerden birinde mola verdiği zamanlar, müşterilerinden nazı geçenlerin resimlerini çizerdi; bir meraklı çıkıp da Daniyelin eline her akşam birkaç kuruş verip yapdığı resimleri toplamış olsaydı, kendine has kıymetde bir koleksiyon sahibi olurdu. Çok düzgün türkce konuşurdu, Musevi olduğu asla anlaşılmazdı. 1945’den sonra ortalıkta görülmemişdir, babası Rafael de o yıllarda ölmüş idi, onun ölümünden sonra kendisini çirkin mezelletden kurtararak edeb yolunda bir iş tutmuş olduğu tahmin olunabilir.

 

Turşucu Daniyel1

Turşucu Daniyel2

 

****

 

Deri Ceketli Gençler

 

İkinci Cihan Harbinden sonra bilhassa Avrupada, İngiltere, Fransa, İtalyada ve sonra Amerika Birleşik Devletlerinde bir ‘Asi Gençlik’ nesli yetişmişdir; bunların hayat felsefesi ‘Existentialisme’ olmuş, bundan ötürü kendilerine de Existentialist (Egzistansiyalist) denilmişdir; hiçbir nizam, örf, adet tanımayarak diledikleri gibi yaşamak, diledikleri kılık kıyafetde dolaşmak, dünya zevklerinin tatmini yolunda hicap ve korkuyu atmak, bu yolda hatta fuhuş, hatta cinayete varınca kaba kuvvet kullanmak kendilerince mubah olunmuş; ve kendi alemlerini teşhir ve bu yoldan karşının arzu ve ihtiraslarını tahrik de zevkleri arasına girmişdir; mürahik oğlanlar, nevhat gençler, çocuk sayılacak kızlar, buluğ çağı içinde genç kızlar, bizim eski kalenderlerin ‘göz zinası’ dedikleri tahrik yolunda, yalın ayak, yarı çıplak nümayişli kılıklara girmişlerdir.

 

Ve nihayet apaş argosu kelime ve deyimlerle ve hatta küfürlerle dolu bir dil ile konuşmuşlardı; bu arada müstehcen elfazı da sık ve yüzleri kızarmadan sarf etmişlerdir.   Resim, müzik, dans, bütün sanat telakkileri şehevi bir vahşet gazesine bürünmüş, içlerinden bu yeni anlamla hakiki sanatkarlar da yetişmiş ve onlara bu asi gençlik bir put gibi tapmışdır. Kaba taş devrinin sadece hayvan derileri ile örtülü insanları hatırlanarak deri pantolonlar, deri ceketler asi gençlik tarafından öylesine benimsenmişdir ki batıda bir isimleri de ‘Deri Ceketliler’ olmuşdur; bu isim Türk basınına ‘Meşin Ceketliler’ diye geçmiştir.

 

Deri Ceketli bir genç nesli, kızlı oğlanlı, gerek sayı gerek ise cür’et ve cesaret bakımından batı ülkelerindeki emsalinden çok az ve çok zaif olarak büyük şehir İstanbulda da mevcuddur. Bizimkilerin de alameti farikaları, güzelliği garabetde aranmış kıyafetleri, bu arada deri ceketleri ve kaba dilleridir. Üniversiteli bir genç kız umumi bir yerde hiç utanmadan matrak kelimesini rahatca söylemiş, mesela bahsi kaybettim yerinde ‘şişdim’ diyebilmiş, delikanlıların arkadaşa hitabları da oğlandan bozma ‘ulan’ olmuşdur. İstanbulda, batıdaki asi gençliğin ancak mukallidi, taslakcısı olanlar da, kızlardan çok oğlanlar arasında görülmüşdür.

 

Bu büyük sosyal konunun salahiyetde tedkiki, tahlili ve üzerinde kiymet hükümlerine varılması İstanbul Ansiklopedisinin sınırı dışındadır; yukardaki satırlar, zamanımızda Deri Ceketlilerin bir takım gençler arasında moda olarak yayılması dolayısı ile kaydedilmişdir.   Büyük kalender halk şairi asır dîde Bitlisli Ali Çamiç Ağa (B: Çamiç Ağa, Bitlisli Ali, cild 7 sayfa 3700; Çıplak, cild 7, sayfa 3925) deri ceketli bir delikanlıyı şöyle tasvir ediyor ki bugün için bel ki bir hicviye, ilerisi için, bir devir üzerinde hüküm verdirtecek bir vesikadır:

 

Üç otuzu aşdın gönlümüz taze

Vuruldum Şilede bir servi naze

 

Zemane çıplağı derya çapkını

Plajda oynattı Çamiç aklını

 

Pırpırılar şahı kayıkcı sandım

Beyzade dediler billah utandım

 

Dilinde türkcenin küfrü küspesi

Firengin itine taklid kisvesi

 

Atmış da hicabın o ruyi taze

Bir turfa kılıkla olmuş kepaze

 

Memeyi göbeği misali köçek

Teşhiri marifet bilmiş o çiçek

 

Saçları görmemiş mikrası berber

Hizanı zamana numune dilber

 

 

Topuk vurup geçdi yanımdan güm güm

Nigahım perçemle oldu kördüğüm

 

Ne lazım aşıka ismi soy adı

Yetmez mi Çamiçe gözünün tadı

 

 

Denizde kapkara yanmış da civan

Şanında en uygun isim Demirhan

 

Kârı kisbin dahi söylerim size

Alıcı göz ile çekdim dikize

 

 

Çıplak ten üstünde deri ceketi

Bir kartviziti ya etiketi

 

 

Kapak yıldızıdır âtisi parlak

Ama benim halim bak allak bullak

 

 

Yüz yılın tortusu hey koca Çamiç

Bırak ayranı da artık viski iç

 

 

Unutmamalıdır ki deri ceketler, derisi kaba ve kesimi, dikiş kaba olarak memleketimizde, dolayısı ile bilhassa İstanbulda balıkcılar, gemiciler, araba sürücüleri tarafından, soğuklara, yağmurlara, deniz serpintilerine karşı koruyucu ve dayanıklı bir üstlük olarak geçen asır ortalarından beri giyilegelmişdir, o deri ceketler aynı boyndan kimseler tarafından zamanımızda da giyilegelmektedir. Kibardan, ricalden, ava meraklı kimseler tarafındanda, bilhassa ördek avına gidilirken giyilmişdir. Asi gençliğin şehir giyiminde deri ceketleri bunlarla karışdırmamalıdır.

 

****

 

Dernek Sokağı

 

Taksimde Şehit Muhtarbey Mahallesi sokaklarından; Tarlabaşı Caddesi ile Keresteci Recep Sokağı arasında uzanır bir dirsekli bir sokak (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 19/147)

 

Tarlabaşı Caddesi tarafından gelindiğine göre iki araba geçecek genişlikde ve paket taşı döşelidir; keskin bir dirsekle kırılan sokağın ikinci hem daralır, hem de bir yokuş yol olur, bu kısmın zemini de Kabatş döşelidir. 3-4 katlı kagir eski apartmanlar arasından geçer, binaların alt katları dükkan, mağaza atöliyedir; sokak bir çarşı boyudur: 2 berber, 4 muhtelif eşya tamiri atöliyesi, 1 hallaç, 1 nikel kaplamacı, 1 kaynak-torna-tesviye atöliyesi, 1 emlak bürosu vardır. Kapu numaraları 1-21 ve 2-18 dir (Ekim 1966).

 

****

 

Reşat Ekrem Koçu

Reşat Ekrem Koçu

 

****

 

Denizde Yürüyen Otomobil

 

‘Amphicar’ (Anfikar) denizlen ve hem karada hem denizde yürüyen otomobillerden ilk araba İstanbula 13 Ağustos 1963 salı günü iki turist tarafından getirilmişdir. Fransada Parisde ticaretle meşgul bu turistlerden biri arabanın sahibi 28 yaşında Lübnanlı Sami Kamuh, diğeri de onun yakın dostu İtalyan asıllı Christian Christiani idi, arabaya ‘L’etoile de la Mediterranee’ (Akdeniz Yıldızı)’ adı verilmiş ve bu isim arabanın ön tarafı üstüne yazılmış bulunuyordu; araba ‘405 Z – 1143’ plaka numarasını taşımakda idi. Marsilyadan İstanbula Denizcilik Bankasının Karadeniz Vapuru ile geldiler. Bu araba denizde saatde 15-20 kilometre sür’at temin edilmekde ve saatde 15 litre benzin yakmakta idi, karada ise 100 kilometrede 10 litre benzin yakıyordu. Bu iki turistin niyetleri ‘Akdeniz Yıldızı’ ile İstanbuldan Beyruta kıyı kıyı denizden gitmekdi; bu suretle Beyruta kadar tahminen 1700 kilometrelik bir yol katedeceklerdi. Bu macaralı yolculuğa Türkiye sularında izin verildiğini zanetmiyoruz; teşebbüsün sonu günlük gazetelerde izlenemedi.

 

İstanbula ikinci anfikar şöhretli sinema yıldızlarından Hülya Koçyiğit tarafından 1965 yılında getirildi (B. Koçyiğit, Hülya); bu araba Alman malı olup ‘686 Z – 7530’ yabancı plaka numarasını taşıyan ‘Amphican Own’ marka bir spor araba idi. Özellikleri şunlardır: 4 kişilik, 4 silindirli, denizdeki sür’ati saate 10 kilometredir. Karada tekerleklerinin üstünde yerden haylice yüksekdir; arkasında deniz için plastik iki pervanesi vardır. Genç ve güzel sanatkar ‘Ses’ mecmuası muharririne bu araba için şunları söylemişdir; ‘Daha benim sayılmaz, permisi gelip devir muamelesi tamamlanınca benim olacak, kabul ettim, Türk artistleri arasında bu tip bir otomobilin sahibi olmak inşallah bana kısmet olacak’ Aşağıdaki satırları da aynı mecmuadan alıyoruz:

 

‘Yeniköyde deniz kıyısında gitmek üzere bir toprak yola saptık. Kıyı bir hayli kalabalıktı. Çevremiz bir anda sarıldı. Hayranları Hülya Koçyiğit’i tanımışlardı. Arabadan indik. Hülya pantolunu çıkarıp, şortuyla kaldı. Çevresini saranlar onun denize gireceğini sanıyorlardı. Oysa Hülya, tekrar direksiyona geçip, arabayı denize doğru sürünce, şaşırdılar. Hayret dolu bakışlar arasında otomobil, sulara girdi ve denizde ilerlemeye başladı. Biz de resim çekebilmek için kıyıda bulunan motorlardan birine atlayıp peşinden takibe başladık. Otomobil ardından beyaz köpük yığınları bırakarak ağır ağır ilerliyordu. Bir süre kıyıyı takip etti. Bu arada bütün kıyı villaları balkonları Yeniköylülerle dolmuştu. Boğaziçinde ilk defa denizde bir otomobilin yürüdüğü görülüyordu. Hülya Koçyiğit otomobilin burnunu açtı. Eliyle de :

— Karşı kıyıya! diye işaret etti.

Yeniköy’ün karşı kıyılarında Çubuklu ile Kanlıca. Biz de motoru çevirip sulara yarı yarıya gömülmüş otomobilin peşine düştük. Yakınımızdan gelip geçen bütün motorlar yavaşlayıp Hülya’ya yol veriyorlardı.’ (Agah Özgüç, Ses Mecmuası, Temmuz 1965)

 

****

 

Dişbudak Ağacı

 

(Nebatler ilminde adı Fraxinus) İstanbulun bazı ormanlarını, yollarını, parklarını, çayırlarını, meydanlarını sğsliyen koyu gölgeli, iri gövdeli, yeşil ve diş diş yapraklı bir ağaçdır.

 

Türkce sözlük dişbudak kelimesine, ‘diş + budak’ kelimelerinden teşekkül etmiş bir isim olarak kaydediyor. Fakat bu adın ağaca hangi yanından ve yönünden verildiğini açıklamıyor. Dişbudak etimolojisi hakkında şimdiye dek bir incelem de görmedik. 1545 de yazılan Ahteri’de lisanül asfür, lisanül asafir denilen agaç türkceye kuşdili diye çevrilmiş. Büyük Türk Lugatı’da bunun dişbudak olduğunu belirtiyor. Buna göre Kadıköyündeki ‘Kuşdili’ mesiresinin adını dişbudak ağacından almış olduğu akla gelmektedir. Evliya Çelebi Seyahatnamesinin birinci cildinin 165 sayfasında lisanül asfür ağacından bahsetmektedir; 6. cildin 374. sayfasında da dişbudak ağacı diye yazmaktadır. Şu hale göre 300 yıldan daha eski bir zamandanberi dişbudak sözü dilimizde yaşamaktadır. 1857 de kurulan Türk Ormancılık Literatüründe de ağacın adı dişbudak olarak geçmektedir.

 

(…)

 

İstanbulun en ulu en gösterişli dişbudağı Beykoz Parkındadır. Önemli bir tabiat anıdıdır, gövdesi üç insan kucaklayacak kadar iridir. Boyunu uzun dalları daha da büyük gösteriyor. Bu ağaç çevrenin göze çarpan en büyük varlığıdır. Altında balıkcılar, balık ağlarıü şöförler, otomobilleriü arabacılar, arabaları taplanır, dinlenir, gölgelenirler. Bu ağacın toprağın derinliklerine dalan kökleri, İshakağa Çeşmesinin denize dökülen yeraltı suyu ile beslenir.

 

30 metre kadar boy yapan dişbudak ağacının kerestesi de İstanbul marangozları, mobilyacıları, ağaç işçileri tarafından aranır. Hele günümüzde dişbudaktan yapılan salon, ev eşyaları son derece modadır. Ak, parıltılı kerestesi, kaplaması cilalanınca daha da göz okşayıcıdır. Esnek, dayanıklı olan dişbudak, silahların ağaç aksamının yapımında önde gelir. Bu ağaçtan yapılan kazma kürek gibi alet sapları makbuldur. Yaprakları da iyi bir hayvan yemidir.

 

Dişbudak halk hekimliğinde, eczacılıkta hastalara şifalı ilaçlar da verir. Bu ağacın yaprakları kaynatılıp içilirse pekliği giderir, bağarsakları yumuşatır, ateşi düşürür. Dişbudak yaprağının kaynatılmış suyu, romatizmaya, nikrise iyi gelir; bu suyu çocuklu kadınlar içerse südü artar. Dişbudak yaprağı yiyen inek, koyun gibi hayvanların da südünün arttığı bilinmektedir. Dişbudak tohumu suda kaynatılıp içilirse idrarı söktürür.

 

Dişbudak her toprakta yetişirse de, sulak, batak, derin topraklı yerleri çok sever, bu yerlerde boylandıkca boylanır.  Terkos Gölü dolayının 308 hektarının içinde dişbudak yetişen bir bataklık olduğu İstanbul Orman Başmüdürlüğünce yaptırılan bir rapordan anlaşılmıştır. …

 

 

*****

 

(Ben Hülya Koçyiğit’in Anfikarı fotoğrafını aradım bayağı ama bulamadım. Elinde olan varsa nooolur paylaşsın!!!)

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YHer Gün Yeniden Kurduğumuz Bir Şehrin, Bir Dünyanın Yerlisi Olmak
Her Gün Yeniden Kurduğumuz Bir Şehrin, Bir Dünyanın Yerlisi Olmak

Bu 25 Kasım’da hatıramıza, buluşmalarımızın ve hür bir geleceğin hayaline sarılıyorum.

TARİH

YJames Baldwin’le Tanıştığım O Gün
James Baldwin’le Tanıştığım O Gün

Beni geri çektiği o yer ve zaman, makulen umabileceğim tek şeyin aldığım her davette ancak hizmet etmek için orada olabileceğimi söylüyordu.

MEYDAN

YEvet, Polisi Lağvedelim
Evet, Polisi Lağvedelim

Çünkü reformlar işe yaramayacak.

MEYDAN

YBiraz Sakinleşebilir Miyiz?
Biraz Sakinleşebilir Miyiz?

İnsanlar genelde beni felaket tellalı gibi görüyor, bana kızıyorlar. Felaket tellalı değilim ben. Eğer bakmazsan, değiştiremezsin. Gözünün içine bakacaksın.

Bir de bunlar var

Zuhal Olcay “Sarı, Sıcak ve Erotik”
Şekerpare Setinden Kareler
Yasaksa Yasak!:* Mabel Matiz’in “Karakol” Klibi

Pin It on Pinterest