Menopoz üzerine neden doğru düzgün bilgi yok?

KÜLTÜR

Menopoz Vakti Geldiğinde

 

Bedenim 42 yaşından beri bir tuhaf. Dönüşüyor, sertleşiyor, büzüşüyor, genişliyor. Bu duruma yönelik anlamlı bulabileceğim bir açıklamadan o kadar yoksunum ki, en sonunda “Bir Otostopçunun Galaksi Rehberi”nde hayatın anlamını bulma iddiasındaki mega bilgisayarın yıllarca düşünüp verebildiği tek yanıta sığındım; “42” Vardır bir hikmeti. Derken 3 sene daha geçti ve 45’i devirmeye niyet eden yeni yılıma girdim, bir dizi problemi peşimden sürükleyerek.

 

Genelde fiziksel bir sorun yaşadığımda ve baş edemediğimde bir doktora gider, teşhis tavsiyesi alır sonra yapabileceklerime bakarım. Teşhis aklıma yatarsa tabii; çoğu kez yatmaz. Yine gittim. Hatta doktor yolu su yolu oldu, o derece baş edemedim, o derece gittim. Aklım dalgalanıyor, bedenim dalgalanıyor, beynimde bir takım elle tutulur, anlayan birinin kimyasal bir dile çevirebileceğinden emin olduğum tepkimeler yaşanıyor. Bir hücrenin kafasına göre bölünüp büyümeye karar verdiğine hükmediyorum ama beynim temiz çıkıyor. Benimle bir başka hastanın MR’larının karıştırıldığını düşünüyorum haliyle. Oturduğu koltuğun arkasında asılı duran mantar panoya iliştirilmiş, A4’e fotokopi edilen bir Mona Lisa resminin altına “Çok mu biliyon!” mesajı yazan doktor köfteyi çakmadı ama ben eminim sevgili tümörümün varlığından. Beni yatakta fırdolayı döndürüyor, uyutmuyor, düşüncelerimi ve duygularımı değiştirmeye çalışıyor. Yok canım tümör değildir dememe sebep olan tek şey, yaklaşık 1 senedir hiç ilerleme kaydetmemiş olması. Yani tümör olsa şimdiye motor faaliyetlerimde bir abukluk olurdu değil mi sevgili Mona Lisa? Halbuki uykusuzluktan jant üzeri gitsem de, 10 kaplan gücünde olamasam da, gidiyorum. Ayrıca yaşım itibariyle bir de menopoz öncesi sorunları yaşıyorum. Hiç aklıma gelmiyor ki yaşadığım tek bir sorun varmış adı da “dönemeç” miş. Tabii benim aklıma gelmeyen doktorların hiiiiiiç aklına gelmiyor. Neden gelsin ki onlar kadınların yaşadıkları kimi sorunları görmemeye yazgılı bir eğitimden geçti. Sonuç olarak; âdet düzensizlikleri, uykusuzluk, ateş basması, duygu ve düşünce dalgalanmaları, uykuya dalarken birinin seni hayata bağlayan iplikçileri elindeki makasla kestiğini hissetme…

 

Şikayetlerimi anlattığım bir jinekolog ve bir nöroloğun odasından anksiyete teşhisiyle ayrılıyorum. Böyle bir sorun yaşamama sebep olacak bir ortamın içinde olmadığımı söylediğimde de “birikim” cevabını alıyorum. Biliyorum, biliyorum, biriktirmemek en iyisi. Ne eşyayı, ne derdi. Ki her ikisi de aynı yere çıkarıyor insanı.

 

Elbette bu git geller ve ne yaparsan yap derdini anlatamama durumu sayesinde nurtopu gibi bir anksiyete sahibi de olmuşumdur, kim bilir. Eğer herhangi bir doktorun odasına girdiğimde 5 dakikadan daha fazla zamanım olsaydı veya karşımdaki uzman henüz yeni gördüğü birini bu 5 dakikada anlayabilecek dehaya sahip olsaydı şu soruları da dizmek isterdim: Ateş herkesi böyle mi basıyor acaba; çorapla tanınır bilinirim, tanıdık ortamlarda hiç çıkarmam, yabancı ortamlarda istemeye istemeye sıyırırım ayaklarımdan. Önce çoraplar gitti. Sonra memelerim ve yüzümü yoklayarak ilerleyen sıcaklık beynimi pişirir oldu. Boğazlı kazaklar ve kalın hırkalar yerini en incesinden giysilere bırakırken, bir de atlet buyurup geldi. Duruma göre çok katlı lahana gibi geziyorum ortalıkta. Soyunup tekrar giyiniyorum, giyinip tekrar soyunuyorum.

 

Bugüne kadar, beslenme biçimimi değiştirerek, çıkmayı sevdiğim yürüyüşleri uzatarak, kendimi telkin ve teskin ederek atlatmayı ummuştum. Tamam beceremedim ama durumumun anksiyete ile alakası olmadığını kestirebilecek kadar yaşadım ve bilgisayarın başına oturup “menopoz” konusunda bildiklerime yeni bir şeyler katmaya çalışıyorum. Keşke çalışmasaymışım. Korkunç başlıklar, korkunç fotoğraflar ve boktan bilgilerle dolu. Şu tatlıya bağlayalım diye yazdıkları son cümlelerle birlikte sinirlerim beynimde ateş yakıp savaş dansı ederken, bilgisayar ekranına tekme tokat girişmek istiyorum.

 

Annemle konuşmaya karar veriyorum. Annem bize hep “menopoz olunca görürsünüz” derdi. Biz de, niye derdi acaba, diye düşünmeden “menopoz hayat boyu sürmüyor ki” diye avunurduk. O vakitler kimden duymuş da ciddiye almışsam aklımda “en fazla 2 sene sürer, çok abartılıyor” açıklaması dönüyordu. Kimi diyor 5 sene sürer, kimi diyor bir tire beş sene sürer. Bu sürecin içindeyken hepsi bana işkembeden sallıyor gibi görünüyor.

 

Annem telefonun öbür ucunda, sorduğum soruları cevaplamadan önce, menopoz yaşına gelmiş olmamdan duyduğu üzüntüyü dile getiriyor. Sonra öyle oldu, böyle oldu bitti, diyor. Bu sorunlar hem onun için geçmişte kaldı hem de sorunlarını dile nasıl tahvil edeceğini bilmeden yaşadı. Yaşadıkları kaydedilmeye değer görülmediği gibi, anlatılmaya değer görülecek zamanda da yaşamıyor. Tıpkı benim gibi, ne onu dinleyip şöyle şöyle yapmalısın diyen bir rehberi olmuş hayatta, ne de bu rehberin varlığına kast etmiş tıp onun yerine bir şeyler koymuş. İpler kopmuş, kopmuş ipler arasında çaresizliğimizle kalakalmışız. Annemin bu yaşlarını hep ona layık görülen yaftalarla, -sinirli bir kadın, stres yüzünden (o zaman depresyon yoktu, stres vardı) – karanlık odada, baş ağrısından kurtulmak için başına bağladığı viksli bir yazmayla hatırlıyorum. Ya da bazen her an patlayabilecek bir bomba gibi odalarda dolaşırken “acaba bu kez talihli kim” diye bekleşirdik. Elbette bunun başka bir çok durumla da ilgisi olabilir. Ama neyin neyi çağırdığı, neyi tetiklediği deresinde susuz bırakılmış bir sandal gibiyiz.

 

Aynı yaşta olduğumuz bir arkadaşıma durumumu anlatıp, benzer bir hikâyesi var mı diye, soruyorum, “Bu benim genel durumum, her zaman yaşadığım şeyler [şehirde yaşıyor, yoğun bir iş yaşamı var] menopoz yüzünden ekstra bir sorun yaşıyorsam da bunu farkedemeyecek kadar gömülmüş durumdayım,” diyor.

 

Son bir gayretle danıştığım başka bir arkadaşım da “kimse bunları anlatmadığına göre genel olarak bu kadar ağır atlatılmıyor demek ki,” diyor. Yani bir yandan seviniyorum devreler o kadar kopuk değil demek ki, hala sorabileceğim bir kaç kadın var ama bir yandan da sağa bakıyorum kimse yok, sola bakıyorum bomboş.

 

Derken şu yazıyla karşılaşıyorum; “Östrojen hipotezi: Hormonlara kulak vermek” * Bu yazıya gelene kadar takip ettiğim feminist bloglarda da dikkatimi çeken yazılar oldu. Ama onlarda da “öyle oldu, böyle oldu” deniyor daha çok. ** Bu yazı ise bir başka. Tam olarak yaşadıklarımı anlatıyor. “İnsanların hayatlarının bu dönemini düzgün atlatmasına yardımcı olmak için yeterli bilgimiz yok: beslenmeye mi yoksa davranışa mı dikkat etmeli; menopoz mu yoksa menopoz öncesi mi sorun… Şahsen tamamen kimyasal bir dengesizlik olduğunu düşündüğüm anlar oluyor. Bence bu araştırılarak bulunabilecek bir şey ama aslında bir de kaybettiğimizi düşündüğüm bir şey var: kuşaktan kuşağa aktarılan ama son 50 yıldaki çok hızlı değişimlerin ve nüfustaki patlamanın arasında kaybolan eski bilgiler. İhtiyacımızın ne olduğunu biliyorum: bize ne olduğunu, ne yaşamakta olduğumuzu anlayan ve oturup bize bunu anlatacak insanlara ihtiyacımız var. Bir noktada, karşımıza oturup ‘Tamamdır, artık 45 yaşındasın. Menopoza giriyorsun ve şunları yaşayacaksın’ diyen birine.”

 

Kendi kendime konuşuyorum; Bağlantılarını verdiğim yazılar bu konuda bana çok şey kattı katmasına ama bir tek süreci nasıl deneyimlediğini yazan kadınların anlattıklarını iliklerimde hissedebildim ve deneyimlerimizi neredeyse benzer cümlelerle anlatmış olmak, bana ne olduğunu anlama gücü verdi. Çünkü aktarılabilecek hiçbir bilgi bu kadar canlı ve tartışmaya mahal vermeyecek biçimde duyulur olamaz. Bu bana kadınların menopoz deneyimlerini anlatmaktan neden imtina ettiği sorusunu da sorduruyor. Çünkü aradım taradım yok! Külliyen hedef olduğumuz atalar kastı dünyasında anonimleşmek istiyoruz belki de. Ama diğer yanda başka bir soru daha var; iz bulabilmek için debelendiğim bir ortamda deneyimlerin dili yarama merhem olduysa bu bana da rehber olmak için bir sorumluluk yüklemez mi? Ve sonuçta kendi hikayemle “anonim” anlatıya katılmaya karar veriyorum.

 

Çünkü menopoz sadece menopoz değil, anlamadan yaşadığında korkuyu da çağıran, bedeninde başıboş dolaştığında başka hastalıkları da tetikleyebilecek, her şeyden önce kendini duyman ve dinlemen gereken bir sürecin adı. Bu sesin “pamuklu pijamalar giy” veya “olur öyle şeyler, çok abartıyorsun, belli ki anksiyete, depresyon bu” öğütleriyle kısılmasına izin verme. Korkmadan anlamaya, yaşadığını dile çevirmeye, anlatmaya, paylaşmaya engel olanın ne olduğuna bak, bakalım birlikte.

 

Tamamdır artık, 45 yaşındasın, yaşadığın bu duruma bir ad koydun sonunda. Bu yazıyı yazdın; yaşlı bir ağacın gövdesine yaslanmış, bacaklarının arasından ağır aksak akan kan, toprağa sızıp, ortak anılarınıza giden yolları ararken.

 

 

Ana görsel: Papaver rhoeas (Gelincik) çiçek yaprağı

 

* Serap Şen’e çevirisi için sevgiler gönderiyorum. Yazının orjinali daha uzun ve neler yaşandığına dair çok daha fazla atıf içeriyor, bir bakın olur mu? Gerekirse G..translate çevirir.
** Bu yazılar kadın sağlığı tarihine ve bugününe dair çok şey diyor; http://www.5harfliler.com/konusmamiz-gereken-bir-konu-var-adet-duzenimiz/

Erkekler menopoza girseydi… ya da kadınların biyoeşdeğer hormon kullanma hakları

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Goril Michael ve Annesinin Hatırası
Büyük Yuva* – Çöken bir kentte yaşam patikaları:  Venezuela’nın Valencia’sı
Unutulmaya Yüz Tutan Lezzet: Apartman Toplantısı

Pin It on Pinterest