İçine doğduğumuz aile kader olmak zorunda değil, hatta özünde geçici.

MEYDAN

Kendine Ait Bir Aile

Geçen haftalardan birinde, okul çıkışı ebeveyn – çocuk buluşması yaptık. İki çocuk, iki büyük onların bahçesinde oturduk, terapi niyetine çoraplarımızı çıkarıp çimenlere yayıldık, erik topladık, köpek sevdik. Epey cennet gibi bir akşamüstüydü. Fakat birden diğer ebeveynin yüzü asıldı, “tüh, akşam tiyatroya gidiyoruz, erken kaçmamız lazım,” dedi. Ben tabii, “ooo, kültür sanat aman da ne güzel..” filan derken, gidecekleri oyunun komedi olduğunu üzülerek ekledi – gerçekten Almanya’da komedi, bilemiyorum… Fakat esas mesele şuymuş, partnerinin yeğeni üniversiteye başlayacakmış, kendisine tebrik niyetine Berlin ziyareti hediye edilmiş ve şimdi So. ve U. onu ağırlayacakmış: önce komik (!) bir oyun, ardından dışarıda yemek (yeğen hamburger istemiş, buna da çok içerlemişti So.), sonra belki bir bar, muhabbet.

 

Kendi durduğum yerden bana çok da dünyanın sonu gibi gelmedi, genç bir insan neticede, tatlı tatlı takılırsın. Yeğenler de çok seviliyor gördüğüm kadarıyla, anladım U.’nun yeğenini mutlu etme telaşını. Fakat arkadaşımın esas derdi aile, özellikle de küçültmeye çalışırken etrafında büyüyen aileymiş. “Of,” dedi “kendi ailemle arama yıllardan beri makul ve mümkün bir mesafe koyuyorum. Fakat gel gör ki, sevdiğim insanın, partnerimin, büyük bir ailesi var, üstelik aralarından su sızmıyor. Şimdi ben de onun ailesinin seline kapılmış durumdayım.” Bir daha of çekip, “ben gerçekten seçilmiş aileye inanıyorum,” derken çocuklar dibimizde bitti: “Seçilmiş aile ne demek?”

 

***

 

Belki çocuklar aniden sorduğu için belki de daha önce birine anlatmayı denemediğimiz için biraz zor anlattık. Belki de anlatamadık. So., gerçekten de seçmek işte dedi, ailenin kimler olduğunu seçebildiğin bir dünya. Çocuğu inanamayarak, “nasıl yani, ben şimdi dördümüzün bir aile olmasını dilesem, olacak mıyız?” diye sordu. Harika bir tanım yapamadığımızı anladık. Bu sefer ben çocuklara dönüp, “aile sadece akrabalık bağımız olan (insan) kişilerle sınırlı olmak zorunda değil dedim.” Mesela, ikinci doğumhane macerama Taksim’de bir ocak başından kalkıp, kafası çok güzel gelen, dolayısıyla kendi zaman algısı itibariyle “çok hızlı doğurduğumu” düşünen canım G. seçilmiş ailemin baş köşesinde, en hakiki, en nadide, en can aile benim için. Ya da güzel kedilerim Şuşik ve Matisse ölmemiş olsalardı, onlar da seçilmiş ailemin bir parçası olabilirdi. Ve fakat, benim küçük çocuğun nedense inanılmaz bir aile hafızası var. Hiç tanışmadığı, hatta o doğmadan onyıllar önce vefat etmiş de olsa tüm akrabaları doğum tarihleriyle hatırlıyor ve kafasında büyük bir aile ağacıyla dolaşıyor. “Ama anne,” dedi, “zaten ailemiz yeterince büyük, daha fazla birilerini seçmemize ne gerek var.”

 

***

 

Çocuklar tabii bizimle geyik yapmaktan sıkılıp sallanmaya, zıplamaya, yuvarlanmaya geri döndüler. Yarın boynum tutulacak kesin diye endişelenerek erik toplarken düşünmeye devam ettim: büyütmeye değil küçültmeye çalışıyoruz aslında seçerek. Bizi olduğumuz gibi seven ve kabul eden insanlar olmalı ailemiz. Her zaman güvenebileceğimizi bildiğimiz, her şeyi konuşabileceğimiz, seve seve yan yana olmayı seçtiğimiz insanlar. Bu seçilmiş aileye “doğuştan aile” üyeleri dahil olabiliyorsa ne büyük saadet! Ne yazık ki herkes bu kadar şanslı olmuyor. Büyük A’yla Aile, tanımı gereği sizi olduğunuz gibi kabul etmektense belli kalıplara girmeye zorluyor. Cis-heteronormatif toplum kurgusu içinde çoğu çocuğun belli toplumsal cinsiyet klişelerine uygun davranması, tipik ergenlik süreçleri yaşaması, yaşıtları ve hemcinsleriyle benzer cinsel yönelimleri olması gerektiği düşünülüyor. Kabusa dönüşme potansiyeli olan bu senaryoda, beden dokunulmazlığınız ihlal edilebiliyor, bilginiz dışında “tedavilere” maruz kalabiliyorsunuz, en yakınlarınız sandığınız ailenizin size bakışında hep acıma, iğrenme, yargılama hissediyorsunuz.[1] İşte bu yüzden kendinize ait bir aile gerekiyor. İçine doğduğumuz aile kader olmak zorunda değil, hatta özünde geçici.

 

***

 

Eski ev arkadaşım Su.’yla hâlâ çok yakın oturuyoruz, sık sık karşılaşıyoruz, oturup muhabbet ediyoruz. Geçen sene bir torunu oldu, o yüzden çocuk parklarında, bahçelerde daha fazla karşılaşır olduk. Yine bir gün çimenlere yayılmış muhabbet ediyorduk – ben, çocuklar, Su., oğlu ve torunu. Küçük çocuğumun dikkatini çekmiş:

 

N: “Anne, fark ettin mi, L. annesine hep Su. diyor, adıyla hitap ediyor, yani ona hiç anne demiyor. Ben de sana hep anne diyorum, sanki bir ismin yokmuş gibi. Senin ismine biraz haksızlık oluyor sanki…”

 

Alice Munro’nun birçok hikâyesinde altını çizdiği, zaman içinde kuşaklar arasında açılan ve kolay kolay kapanmayan, adeta kaçınılmaz görünen uçurum, itiraf edeyim ki anne olduktan sonra bana epey korkutucu gelmeye başladı. Sadece ebeveyn ve (artık büyümüş) çocuğu olmuyor bu hikayelerde birbirinden fersah fersah uzaklaşmış olan, bir insanın gençliği ve yaşlılığı arasında da dağlar kadar fark olabiliyor. En tuhafı, karşımızdaki insanları zamanda tektipleştiriyoruz. Sanki annemiz yirmi yıl önce de, hatta ve hatta anne olmadan önce de aynı insanmış (muhafazakar, esprili, gergin, uçarı, vb.) gibi bir yanılgıyı çok kolay benimsiyoruz. İnsan gençken nasıl biri olduğunu kendisi de çok kolay unutuyor ve yaşlandıkça nasıl biri olacağını hiç bilmiyor…

 

Parka doğru koşarken çocuğumun  arkasından bakıyorum, anne dese de, demese de, annesi olsam da olmasam da, umarım bu tatlı insanın seçilmiş ailesine ben de dahil olabilirim diye düşünüyorum.

 

 

 

 

[1] Bu konuda, Adalet Atlası’nın trans ve interseks çocuklarla ilgili bölümünü herkese tavsiye ederim. https://open.spotify.com/episode/04it7MXk9vl8bYCF8Ptu09

 

 

Görsel: Clara Adolphs

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YAile Sırrı
Aile Sırrı

Kuşaklararası kapalı kapıların, örtük perdelerin bir adım ötesinde, içine kapalı ailenin dışına karşı örülen duvarlar var bir de. ‘Aile sırrı’ denen şeyler esas bu ailenin dışarıyla ilişkisinde geçirgen olmayı reddeden yapısından kaynaklanıyor.

MEYDAN

YAile Albümü
Aile Albümü

Ernaux’yu okurken elle tutulur bir aile albümümüz olmadığı için kaybettiğimiz görüntüler daha fazla mı acaba diye düşünüyorum.

MEYDAN

YAilenin Yüz Karası
Ailenin Yüz Karası

Ailenin yüzüne kara sürdüğü düşünülen kadın ailesini kaybediyor. Ailenin yüz karası olmak için bile (cis) erkek olmak gerekiyor.

MEYDAN

YAile Tarihi
Aile Tarihi

"Birazdan anlatacaklarımı uydurmadığıma yemin edebilirim ama uç uca birleştirdiğim şeylerin anlamları, yoğunlukları yaşayanların deneyimlerinden bambaşka olabilir.”

Bir de bunlar var

Leyla Ferman: Türkiye’deki Ezidiler Büyük Korku İçinde
Camileri Kim, Nasıl Kirletiyor?
Pulitzer Ödüllü Fotoğrafçı Anja Niedringhaus’un Mirası

Pin It on Pinterest