Sevim Burak’ın ilk öykü kitabı Yanık Saraylar’ın Sedef Kakmalı Ev ile açılmasının isabet olduğunu söylemiştim. “Benim için düşçül bir şeydir edebiyat sade, düş’tür…”[43] diyen yazarın düşler ile dolu, düşsel bir öyküsü bu çünkü. Bu kadar çok parantez açmamızı sağlaması da cabası.
Ailenin yüzüne kara sürdüğü düşünülen kadın ailesini kaybediyor. Ailenin yüz karası olmak için bile (cis) erkek olmak gerekiyor.
“Birazdan anlatacaklarımı uydurmadığıma yemin edebilirim ama uç uca birleştirdiğim şeylerin anlamları, yoğunlukları yaşayanların deneyimlerinden bambaşka olabilir.”
Çok talepkâr bir tarafı var ailenin küçük büyük herkesin üstüne yüklediği bedensel bakım emeğinin. Ebeveyn bebeği büyütüyor, evlatsa ebeveynine veda ediyor bu döngüde.
Aile hayatı bizim yaptıklarımızı normalleştirirken (ve hatta idealleştirirken), diğer tercihleri, diğer var oluşları yadırgatıyor, yabancılaştırıyor.
İçine doğduğumuz aile kader olmak zorunda değil, hatta özünde geçici.
Livata üzerine yapılan her bir hukuki yorumun kendi tarihsel bağlamı içerisinde anlaşılması gerekir.
Ortaçağ bağlamında hukukun nezdinde livata yapan birey kategorisi “eşcinsel” erkek tipinden çok “isyankar insan” kategorisi içerisinde sınıflandırılıyordu.
Çağlar boyunca İslam Hukukçuları nezdinde önemli bir tartışma konusu olan livata’nın cezai yaptırımı üzerine yazılanlar, cinsel kültür ve hukuk kültürüne dair kavramların tarihsel değişimine tanıklık etmemizi sağlıyor.