Buić'in tekstile yaklaşımı, işin yüzeyi boyunca ritmik olarak düzenlenmiş kıvrımlar, katmanlar ve çıkıntılarla nitelenir.

SANAT

Jagoda Buić’in Dokuma Heykelleri

Edmée Lepercq’in Calvert Journal‘ın “Women Recollected” projesi için kaleme aldığı yazının çevirisidir. Kültür dünyasının 20. yüzyıldaki unutulmuş öncü kadınlarına ışık tutma şiarıyla yola çıkan projeyle rastlaşmaya, ileriki haftalarda da, yine bu sayfalarda devam edeceksiniz.

 

Hırvat sanatçı Jagoda Buić (1930), 1960’ların ortalarında tekstil işleri yapmaya başladığında, bu sanatsal ifade aracı hâlâ güzel sanatlardan çok zanaata yakın kabul ediliyordu. Buić, sisal, yün, pamuk ve at kılı kullanarak ürettiği, duvara asılan, tavandan sarkan veya oda ortasında duran ayaklı soyut parçalar için Balkan dokuma geleneğinden istifade etti. En çarpıcı parçaları mimari hacimlere bürünüyor; daha düz, iki boyutlu çalışmaları bile hareketli görünüyor, kıvrımlar ve çıkıntılar arasından dışa doğru uzanıyordu. Bu, Buić’in pratiğinin hem “goblen karşıtı” (anti-tapestry) hem de “dokuma ortamları” (textile environments) olarak tariflenmesine yol açtı; sanat, zanaat ve mimari arasındaki çizgiyi bulanıklaştıran estetiğinin bir tasdikiydi bu.

 

Buić’in tekstil sanatına katkıları erken fark edildi: 1969’daki ufuk açıcı MoMA sergisi Wall Hanging’e, katıldı ve üç kez de Venedik Bienali’nde (1968, 1970 ve 2001) yer aldı. Tate yakın zamanda tekstil işlerinden biri olan Orpheus’u (1972) satın almış olsa da, Buić Birleşik Krallık’ta veya ABD’de hâlâ kurumsal bir itibar edinmiş değil. Buić ve Demir Perde’nin ardında çalışan diğer başka isimleri de temsil eden galerici Richard Saltoun’a göre, bu sanatçıların uluslararası görünürlükleri Soğuk Savaş’ın getirdiği tecrit politikası nedeniyle olması gerekenin 30 yıl gerisinde.

 

Buić en çok tekstil işiyle tanınsa da, aynı zamanda kâğıt, karton ve hurda demirle de deneyler yapmıştı. Maddesellik pratiğinin merkezinde yer alırken işleri  de genellikle ipliğin esnekliği veya metalin sertliği üzerinde yoğunlaşır. Bir gazeteci, Trieste’deki Revoltella Müzesi’nde gerçekleşen retrospektifi sırasında, onlarca yıllık kariyerini hangi doku etrafında ördüğünü sorduğunda ona bu ortak dokunun saplantılarının bir tarihi olduğu yanıtını verir.

 

Tanımlayıcı özellikleri

 

Buić, dokuma heykellerini yapmak için Hırvatistan’ın farklı bölgelerinden dokumacılarla işbirliği yaptı. Geleneksel el dokuması duvar halılarının materyalleri ve tekniklerini kullansa da, onları kendi modernist duyarlılığıyla donattı. Folklorik formlardan ve motiflerinden vazgeçerek kumaşın doğal rengini ve ipliğin dokusunu öne çıkaracak şekilde dokumayı sık sık sade bir halde bıraktı. Kumaşı boyadıysa da bu monokrom bir tondaydı; siyah, beyaz, toprak kahvesi ya da kan kırmızısı gibi renklerle izleyicinin malzemenin duyusal niteliğine odaklanmasını teşvik etti.

 

Buić’in tekstile yaklaşımı, işin yüzeyi boyunca ritmik olarak düzenlenmiş kıvrımlar, katmanlar ve çıkıntılarla nitelenir. Soyut olsalar da bunlar su dalgalarını ve Dalmaçya kıyılarını ya da White Reflections (1977) ve Dynamic Black Circle (1978) örneklerinde olduğu gibi bir kadının dudak kıvrımlarını çağrıştırabilir. Çalışmalarının bir kısmı, her zaman iplik veya kumaşla gizlendiğinden bir şeyin izleyiciden perdelendiği, saklandığı, kısmi olarak görüş alanının dışında olduğu hissini verir. İşlerin dokunsal yüzeyleri, bizi onları meydana getiren unsurları bir kenara atmaya ve ardında ne olduğunu görmeye davet ediyor gibi görünür.

 

White reflections


 

Tarz ve Üretim

 

Buić’in sürükleyici/sarmalayan (immersive) dokuma heykelleri, tiyatrodaki çalışmalarından etkilendi. Zagreb’de görsel sanatlar okuduktan sonra, Viyana’ya gitti ve 1953’te Sahne Tasarımı diplomasını alarak Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun oldu. Neredeyse 200’e yakın tiyatro, opera, bale ve sinema prodüksiyonu için set ve kostüm tasarlamaya devam etti ve bu kariyer, eşzamanlı olarak geliştirdiği sanatsal pratiğini biçimlendirdi. Buić’in dokuma heykelleri, mekândaki konumlarına dair keskin bir farkındalık gösterir. Örneğin, Fallen Angel (1966-1968), tersine asıldığı duvardan aşağı doğru sarkan ipliklere sahiptir ve sarkan ipliklerin duvarda bıraktığı gölgeler, elmas şeklindeki tasarımın zemine uyguladığı baskı kadar işin ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak Buić’in sahne tasarımı deneyiminin en iyi yansıması yaptığı büyük ölçekli heykellerdir belki de: Zeminden tavana ya da duvarda boydan boya uzanan bu heykeller, izleyiciyi işlerinin dokunsallığıyla sarmalanmaya ve ritminin içine sürüklenmeye teşvik eder.

 

Fallen Angel

 

İlişkili olarak

 
Buić’in tekstil çalışmaları, 1960’lar ve 1970’lerdeki bir fenomenin içine, kadın sanatçıların, heykel yaratmak için tekstil kumaşları kullanmaya başladığı döneme yerleştirilebilir. Bu dönemde Donald Judd ve Sol Lewitt gibi sanatçıların çelik ve betondan eserleriyle erkek egemen Minimalizm alanı dünyayı ele geçirmişti. Buić ve diğer kadınlar, dokumayla, daha yumuşak, şekillendirilebilir ve kadınsı olarak kabul edilen bir malzemeyle çalışarak bu estetiği altüst ettiler. AnOther Magazine ile yaptığı röportajda sanatçı Sheila Hicks, durumu o zamanlar “tekstil ya işlevsel ya da dekoratif olarak kabul edilen bir malzeme olarak toplumumuzda ikincil bir konuma itilmişti ” diye açıklar. Buić, Hicks ve diğerleri, bir görsel sanatçının goblen dünyasının ötesinde onunla neler yapabileceğini göstererek tekstil ve iğne araçlarının itibarını değiştirir. Bu küresel bir harekettir: Doğu Avrupa’da (Jolanta Owidzka, Barabara Levittoux-Świderska, Magdalena Abakanowicz, Ana Lupaş), Batı Avrupa’da (Aurèlia Muñoz) Amerika Birleşik Devletleri’nde (Hicks, Faith Ringold, Judy Chicago, Claire Zeisler), Latin Amerika’da (Olga de Amaral) ve Hindistan’da (Mrinalini Mukherjee, Monika Correa) da gerçekleşir. Bu kadınların her biri, uzamsal bir dinamizme sahip parçalarla mecranın dışavurumcu kapasitesini vurgulayarak dokuma sanatını zanaatin ve domestik ortamların kısıtlamalarından kurtarır ve böylece dokuma sanatının gelişimine öncülük eder.

 

Kapak görseli: Jagoda Buić

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YKatalin Ladik’in Beden Performansları
Katalin Ladik’in Beden Performansları

Ladik'in sanatı, sesi ve bedeni kişisel ile politik olanın kesiştiği ve üst üste bindiği bir hazne olarak sunuyor.

SANAT

YSürreal ve Satirik Kameranın Ardında: Bulgar Yönetmen Binka Zhelyazkova
Sürreal ve Satirik Kameranın Ardında: Bulgar Yönetmen Binka Zhelyazkova

Kısıtlayıcı bir Sovyet rejimi tarafından körüklenen, eninde sonunda dünyayı da parıldatan bir yaratıcılık.

SANAT

YSibirya punkının kraliçesi Yanka Dyagileva’yı hatırlamak
Sibirya punkının kraliçesi Yanka Dyagileva’yı hatırlamak

Ölümünden on yıllar sonra, Sibirya’dan binlerce mil uzakta, Dyagileva’nın mirası hâlâ, hep olduğu gibi hareket halinde; elden ele, yeni jenerasyonlara aktarılıyor. 

SANAT

YÖteki Nijinski: Bronislava Nijinska’nın unutulan koreografisi
Öteki Nijinski: Bronislava Nijinska’nın unutulan koreografisi

Kadınlar, izleyiciye doğrudan bakan, nikah ve düğünlerin buyurduğu özgürlük kaybıyla yüzleşen gözü kara bir balerin kadrosudur. Nijinska’nın feminist okumasının göz ardı edilmesi zordur.  

Bir de bunlar var

“Yut Sesini” / “Bul Sesini”: On İkinci Ev
Vapurun İskeleden Kalkışını Gören (II)
Günümüze Gelen En Eski Uzun Metrajlı Animasyon Film

Pin It on Pinterest