Binden fazla işçinin öldüğü Rana Plaza faciasının üzerinden üç sene geçti. Hızlı ve ucuz modanın ağır faturası karşısında ne yapılabilir?

KÜLTÜR

Giysilerimi Kim Yaptı?

24 Nisan 2013’te, Bangladeş’in başkenti Dakka’da yıkılan bir tekstil fabrikasında 1,130 işçi can vermiş, yüzlercesi yaralanmış ve sakatlanmıştı. Tarihe “Rana Plaza Faciası” olarak geçecek olayın birinci yıldönümünde, bu gidişata seyirci kalmayı reddeden uluslararası bir grup, Fashion Revolution adlı bir organizasyon kurdu. Fashion Revolution‘ın artık bir de Türkiye ayağı var: Facebook, twitter, instagram hesaplarından takip edebilir, İstanbul’daysanız 24 Şubat Çarşamba günü tanışma partisine katılabilirsiniz.

 

2016’da 83 ülkede aktif olarak faaliyetlerini sürdüren bu organizasyon, her sene bu yıkımın yıl dönümünde çeşitli etkinliklerle moda sektörünün dünya üzerindeki etkisini pozitife dönüştürmek için sosyal medya üzerinde mesajlarını yayıyor ve birçok etkinlik düzenliyor. Sosyal medyada giyilen kıyafetlerin etiketleri (tek başına ya da tersyüz ederek giyip) fotoğraflanıp, #whomademyclothes (giysilerimi kim yaptı?) etiketiyle paylaşılıp marka ve üreticiler etiketleniyor, onlar da bu bilgileri, yani üretim sürecini, #imadeyourclothes (giysilerini ben yaptım) etiketiyle paylaşıp, tüketiciyle aralarında bir şeffaflık sağlama şansını buluyorlar.

 

fash_rev_turkey-1456078924463

 

Moda sektörü, gittikçe baş döndürücü bir hıza ulaşan üretim ve tüketim döngüleriyle dünya üzerinde ciddi etkileri olan, büyük çoğunluğuyla kadınların çalıştığı ucuz iş gücü sunan fabrikalarla uluslararası alanda büyük ekonomik eşitsizlikleri göz önüne seren bir sektör. Bu “fast fashion”, yani hızlı giyim sektörü, ucuz satabilmek için gittikçe daha çok ve daha ucuza üretim yapmaya çalışırken, bir yandan da tüketiciyi sürekli daha çok, daha ucuza almaya itiyor. Böylece tüketici, eskiyen kıyafetlerini ucuza yenisini alma vaadiyle üzerine kafa yormadan elden çıkartabiliyor ve tamir etmek, bozup yeniden yapmak kavramları hayatımızdan gittikçe uzaklaşırken muazzam bir atık yığını oluşuyor.

 

Bu baş döndürücü hız döngüsünde üreticiler, daima daha hızlı ve daha ucuz üretim yapabilecekleri yer ve yöntemlerin arayışında. Ancak, son birkaç yıldır artık bu döngünün dünyamız ve insanlığa kestiği fatura, göz ardı edilmesi imkansız bir hal aldı. Rana Plaza faciasında, binanın tehlike altında olduğu uzun süredir belliydi ve binada çalışan işçiler, üstlerine defalarca duvarlardaki çatlakları ve binadaki diğer problemleri haber vermişler, ancak bir sonuç alamamışlardı. Ve elbet ki bu bina, Bengladeş ve dünyada aynı durumda olan birçok fabrikadan sadece biriydi, ancak bu olay ilgiyi ülkenin ve sektörün üzerine çekmişti. “Rana Plaza Arrangement” adı altında düzenlenen bir kampanyayla binada ve bölgede üretim yaptıran birçok büyük firmadan toplanan 30 milyon dolar, bu yıkımdan etkilenenlere destek ve tedavi için kullanıldı. Bu önemli bir gelişme olsa da sadece bir yara bandıydı; birşeylerin değişebilmesi için esas yapılması gereken, hala ayakta ve işlemekte olan fabrikaların rehabilite edilmesiydi. Uluslararası alanda gözlerin üzerlerine çevrilmesiyle, Bengladeş’te bu konuda çalışmalar başladı: 24 Nisan 2015’te, ülkenin inşa izni alındıktan sonra bir kere bile teftiş edilmemiş olan 3,508 fabrikasının %75’i teftiş edilmiş, hepten sınıfta kalan 35 fabrika kapatılarak yeni facialar engellenmiş oldu. Ancak Rana Plaza’ya yol açan, yalnızca güvenlik eksikliği değil, aynı zamanda güvence eksikliğiydi de. Birçok işçinin o binaya girmekle ilgili kaygıları vardı, ancak bu kaygılarını ifade edecek güçleri yoktu; 2013’te ülkedeki tekstil işçilerinin %3’ten azı sendikalar tarafından temsil ediliyordu. Dünyanın ilgisini toplayan yıkımdan sonra hem sendika sayısında, hem de sendikalara katılan işçi sayısında artış görülmüştü; devlet de sendika kurulmasını daha kolay ve şeffaf bir süreç haline getirmişti.

 

Modayı, her gün kaçınılmaz bir şekilde üzerimize giydiğimiz ve birlikte yaşadığımız bu giysileri, bir tüketim ürünü olarak değil de, yaratıcı, üretici bir şekilde yaşamak bizim elimizde. İkinci el kullanarak, takaslar düzenleyerek yeni atıklar ortaya çıkmasına katkıda bulunmayı reddedebilir, çok ve ucuz almak yerine anneannelerimiz gibi az ve öz alıp, dayanıklı yatırımlar yapmayı seçebiliriz. Sıkıldığımız kıyafetlerimizi üzerinde değişiklikler yaparak tekrar seveceğimiz bir hale getirebilir, yırtılan-sökülenleri tamir edebilir-ettirebiliriz. Bize kabul ettirilen bir giydiğiyle bir daha görülmenin yanlış veya ayıp olduğu algısını reddedebilir, bir giysiyi alırken “ben bunu en az otuz kere giyer miyim” diye kendimize sorarak dolabımızın diplerindeki en fazla iki kere giyilmiş kıyafet yığınına dur diyebiliriz. Modayı tüketilen değil, yapılan, üretilen ve yaşanan bir şey olarak deneyimlemek, bizim elimizde.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Kantonun Serencamı: Osmanlıdan Bugüne, Kantodan Drag Kültürüne
Ev Cininizin Sıradan Bir Günü
Ne Yersen, Onun Yediğisin!

Pin It on Pinterest