Bu sorunun kendisi o kadar sorunlu ki...

KÜLTÜR

Bir anne çocuklarını sevmek zorunda mı?

 

Sorunun kendisi bile beni travmatize ediyor ama şu bir gerçek ki zaman zaman birçok anne çocuğuna olan sevgisini sorgulamıştır. Twitter’da anonim bir annenin iki çocuğuna olan sevgisi arasındaki farkları anlattığı postun capsi üzerine bu soruya çeşitli cevaplar üretildi.

 

Durumu baştan ortaya sermem gerekiyor, ben bir anne değilim ve olmak konusunda da ciddi tereddütlerim var. Evlilik sürecindeyim ve ne zaman sevgilimle evlilikten bahsetsek o akşam eve döndüğümde internette “Doğum kontrol yöntemleri” diye aratıp çıkan sonuçları uzun uzun inceledim. Arama geçmişim prezervatiften implantlara kadar çeşitli doğum kontrol yöntemlerinin etkileri ve yan etkilerini anlatan linklerle dolu ve bu beni nasıl gösteriyor bilmiyorum. Sevgilim ilk başta çocukları sevmediğimi düşünüyordu ama bu doğru değil. En küçüğüyle aramda 13 yaş olan kız kardeşlerimin bebekliklerine tanık oldum ve onlara bayılıyordum. Bana göre dünyanın en güzel bebekleri onlardı ve büyüdükleri zaman da gelecekleri hakkında kaygılanmaktan uyuyamadığım geceler oldu. Çok yakın bir arkadaşımın şimdi 1 yaşında olan bebeğinin videolarıyla dolu telefonum ve sürekli açıp bir tanesini izleyerek serotonin yüklemesi yapıyorum kendime. Gün geçtikçe yeni şeyler öğrenen, hareketleriyle beni büyüleyen bir bebeğin  hem annesine hem de babasına ne kadar benzediğini görmek inanılmaz geliyor. Dünyada kalıcı bir şeyler bırakma güdüsü bazı insanların güne başlama motivasyonudur muhakkak. Başka bir insanın yüzünde, hareketlerinde kendini görmek, diğer insanların bunu görmesi o kadar etkili bir miras gibi geliyor ki bana; arama geçmişimle çelişiyorum resmen. Peki neden bu kaygı?

 

Sıradan bir çocukluk geçirdim. Buradaki sıradanlığı şöyle tasvir edebilirim, anne ve babamın sevgisini kazanmaya çalıştım ve bu çabayı gösterirken “başarısız” olduğum zamanlarda bunu söylemeyi hiç ihmal etmediler. 

 

Bütün ebeveynlik kitapları güvenli bağlanmadan bahseder. Koşulsuz ve şartsız sevilmeyen çocuğun ciddi bağlanma sorunları yüzünden yetişkinlik hayatı sırasında yaşayabileceği güçlükler anlatılır. Çocuğunu koşulsuz ve şartsız sevmek ideal değil, normdur. Biraz eksiği bile çocuk için katlanarak büyüyen sorunların başlangıcını oluşturur. Modern çoğu ebeveynin daha bebek beklerken okuduğu bu kitapların anlattığı normun, onlar üzerinde nasıl bir baskı yarattığına yakından şahit oldum. Ebeveynler diyorum ama kitapları okuyanın da, baskıyı hissedenin de genelde anne adayları olduğunu hepimiz biliyoruz. Babanın göstereceği tüm yanlış tavırların mazeretini toplum zaten baştan hazırlıyor. Ailesinin karnını doyuran, güvenliğini sağlayan erkekten beklenen ebeveynlik performansı zaten minimumda. O postu yazan kişi bir kadın/anne. Gerektiği gibi/kadar sevilemeyen çocuğun gelecekteki tüm kabahatlerinin esas sorumlusu yine bir kadın/anne. Bu yazıyı okumaya devam eden insanların büyük çoğunluğu, söz konusu heteroseksüel ebeveynler olduğunda, sorumluluk adaletsizliğinin nasıl geliştiğini biliyor zaten, o yüzden bunu daha fazla açmayacağım.

 

Anne olmaya dair tüm korkularım annemden ileri geliyor, beni koşulsuz şartsız sevdiğini ancak bir yetişkin olduğum zaman anladığım annem. Bunu öğrenene kadar geçirdiğim zaman sancılıydı, annemi affetmek sancılıydı. Küçük çocuk aklımla değerlendirmelerimi, onun sözleri ve tavırları üzerinden yapıyordum doğal olarak. Beni sütten kesmek için anneannemin kollarına bıraktı. Diğer çocuğuyla uğraşırken beni ihmal etmek zorundaydı. Bir oğul değil de kız evlat olduğum için akrabaları tarafından ne kadar horlandığını benimle paylaşırken benim daha küçük bir çocuk olduğumu hiç hesaba katmadı. Büyüdükçe benden talep ettiği şeyler arttı. Eskiden yalnızca daha uslu olmamı isterdi. Zamanla nasıl bir hayatım olması gerektiğine dair fikirleriyle geldi karşıma. Benden beklentileri vardı ve bunları karşılamazsam beni sevmeyeceğini açıkça ifade ediyordu. Küçükken çok yaramazlık yaptığımda, büyüdükçe beklentilerini karşılamayı reddettiğimde kullandığı cümle hiç değişmedi; “Bana anne deme, ben senin annen değilim artık.” 

 

Annemin sıradan bir anne/kadın olduğunu büyüyünce öğrendim. Akrabaları tarafından zorbalık görüyordu, ev içi emeğe hiçbir şekilde ortak olmayan bir kocası vardı, bakamayacağı kadar çocuğu vardı ama bu, çocuklarına bakamaması için bir mazeret olarak kabul edilmiyordu toplumda. Buradaki mağdur annemdi fakat ben de onun mağduruydum. Yaşadığı zorluklar karşısında, esas zorbalara karşı değil ama çocuklarına karşı elinde bir silah olduğunu erken vakitte keşfetmişti; sevgisi. Bizi büyütürken sürekli onunla tehdit etti ve genelde işe yarıyordu. Fakat ergenlik dönemi, insan hayatında çok kompleks bir süreç. Kişiliğini oturtmaya çalışan insan; bunu ailesine, topluma rağmen yapıyor ve çocukluğunda kendisine karşı kullanılan silahlar birdenbire etkisizleşiyor. Ben de annemin silahını o yaşlarda fark ettim. Silahı bana her doğrulttuğunda göğsümü o silaha dayadım. Annem sevgisini bana karşı kullanamadığını fark ettikçe hırçınlaştı ama ben ondan daha acımasızdım. “Koşullu sevgin umrumda değil” derken gözlerindeki acıyı gördüm. Afalladım ama geri adım atmayacak kadar kızgın ve kırgındım. Annem kaybetti. Onun isteklerine uysam da uymasam da beni sevdiğini kabul etti. Artık kavgalarımızdan sonra barışmak için gelen, ilk adımı atan oydu. Her seferinde büyüklük gösteriyordu. Çok emin olamadığım sevgisini çeşitli şekillerde sınadım, hem intikam hem de imtihandı bunlar. İmtihandan geçemezse uçurumdan yuvarlanan ben olurdum herhalde ama geçti. Ben de karşılığında onu affettim. Saatler süren terapi seansları, acıtan kavgalar, göz şişiren yaşlar… Kazandıklarım kaybettiklerimden fazladır diye umut ediyorum. 

 

Çocukluk ve ilk gençlik böylece geldi geçti. Yetişkinlik dönemi, annemle uzun uzun empati kurdurmaya başladı. Annemi salt bir anne değil aynı zamanda bir insan olarak değerlendirme sürecim devam ediyor hala. Annem, annesinden, annesinin kendi annesinden ve onun da kendi annesinden öğrendiği hataları devam ettiriyordu sadece. Nasıl bir anne olması gerektiğine dair üzerindeki baskı o kadar fazlaydı ki bocaladı durdu. Bazen onu o kadar çok anlıyorum ki tüm bunları aklımdan geçirirken gözlerim doluyor. Kendimi, onun içine sıkıştığı ikilemde bulurum diye korkuyorum ve doğum kontrol yöntemlerine bakıyorum tekrar. Öyle ki, bilgisayarımda hem arkadaşımın oğluyla ilgili yayınladığı son video hem de doğum kontrol yöntemlerinin tartışıldığı bir forum sekmesi açık şu an. 

 

Birkaç ay önce annelik korkularım üzerine içimi döktüğüm bir arkadaşım “Eğer dünyaya bir bebek getirmeye karar verirsen onu o kadar seveceksin ki çok şanslı olacak” dedi. Bunu söylerkenki samimiyeti içimdeki bir yaraya serin serin üflüyordu. Diğer yandan meselenin sadece sevmek olmadığını biliyorum. Annem beni sevmiyor değildi fakat sevmek hatalar yapmasına engel olmadı. Annemi affettim çünkü eğer benzer hatalar yaparsam affedilmek istedim. Annemi affettim çünkü anne sevgisine biçilen tanımlar, görevler o kadar ağır ki altında nasıl ezildiğini, telaşlandığını artık anlıyorum. Annemi affettim çünkü anne sevgisi-çocuğun psikolojik sağlığı denklemi kendini doğrulayan bir kehanet gibi işliyor. Bir kadına, çocuğunu yeterince sevmezse sonuçlarının ne kadar kötü olacağını söyle ve geriye çekilip gerçekleşecek sonuçları seyret. Fazla uzaklaşma çünkü sonuçları yargılamak için de orada olman gerekiyor.

 

Yazıya başlarken söylemek istediklerimden uzaklaştım bu yüzden hızlıca geri dönmek istiyorum. “Bir anne çocuklarını sevmek zorunda mı?” sorusunun kendisi o kadar sorunlu ki buna olumlu/olumsuz cevap vererek taraflardan herhangi birine dahil olmaktan korkuyorum. Vereceğim cevapla yeni bir genelleme oluşturmak da istemiyorum çünkü biliyorum ki bizi bu soruya getiren sürecin sebeplerinden biri, çok meraklısı olduğumuz genellemeler. Sadece, sonunun mutlu bittiğini düşündüğüm bir anne kız ilişkisi anlatmam en doğrusu. Annemi seviyorum; bir bakımveren ve bir kadın olarak. Annemin beni sevdiğini biliyorum; toplum ona sevmesi gerektiğini söylediği için değil, sadece tüm hormonları beni sevmesi gerektiğini söylediği için de değil. İçten içe umut ediyorum ki annemle girdiğim savaşı kazandım ve ona beni, eşiti bir kadın olarak sevmesini şart koştum. Annem şartımı kabul ettiğinde ve ateşkesi imzaladığında, bizim için yeni bir sevgi deneyimi yarattık. Her ne kadar hala hatalarının yarattığı yaraları sarmaya çalışıyor olsam da ateşkesi imzaladığı ve şartımı kabul ettiği için ona minnettarım. 

 

 

Ana görsel: Louise Bourgeois, Dokunmuş Çocuk, 2002.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YDalgınlığım benim, pasaklı kontesim
Dalgınlığım benim, pasaklı kontesim

Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olan bir kadın için utanç ve beceriksizlik duyguları, herkese zarar verdiği fikri çok yerleşiktir. Bunu kendimden yola çıkarak ve başka DEHB’li kadınları da gözlemleyerek rahatça ifade edebiliyorum. 

Bir de bunlar var

Edebi İşkencenin Elli Türü
Sahneye Atlayanların Şerefine
Pipisiz Aile

Pin It on Pinterest