Zayıflama hapları, amfetamin bağımlılığı ve yaşamdan vazgeçişiyle Belgin Doruk.

TARİH

Bitimsiz Düşüşüyle Yeşilçam’ın Küçük Hanımefendisi

Acı Dolu Yıllar kitabını sahaflarda dolaşırken, kapakta Belgin Doruk’un resmini görünce almıştım. Küçük Hanımefendi’nin yıllarca Yeşilçam’ın zirvesinde kaldıktan sonra tatsız bir düşüşle kenara itildiğini kulaktan dolma biliyordum bilmesine de tam vâkıf değildim olan bitene. Her geçen yıl biraz daha zayıflık dayatan Yeşilçam standarlarına ayak uydurmakta zorlandıkça kilo verme çabasının amfetamin bağımlılığına, amfetaminin akıl hastanelerine ve elektro-şok tedavilerine sürüklediği bir aktrist trajedisiyle karşılacağımı hiç bilmiyordum.

 

Belgin Doruk’un meşhur olma hikâyesi üç aşağı beş yukarı diğer Yeşilçam yıldızlarınınkiyle aynı. 1952’de yani 16 yaşındayken annesinin teşvikiyle girdiği yarışmayı kazanarak dikkatleri üzerine çekiyor ilkin. Bir yıl sonra katıldığı güzellik yarışmasında da ikinci seçilince film işine resmen girmiş oluyor. Çakırcalı Mehmet Efe’nin Definesi, Ölüm Korkusu, Çölde bir İstanbul Kızı derken 1950’lerde kazandığı şöhret, 1960 yılında Ayhan Işık’la birlikte oynadığı Küçük Hanımefendi filmiyle zirve noktasına ulaşıyor. Zengin ve şımarık küçük hanfendinin hınzır Ayhan Işık ve kankası Sadri Alışık’la maceraları o kadar seviliyor ki Küçük Hanımefendi kısa sürede ardarda çekilen filmlerle Yeşilçam’ın ilk serilerinden biri oluyor.

 

Bu yıllarda herşey dışarıdan çok parıltılı görünüyor. Belgin Doruk güzelliğinin ve şöhretin doruklarında. İlk evliliğinden Gül isimli bir kızı olmuş. İkinci evliliğini büyük aşkı senarist ve yönetmen Özdemir Birsel’le yapmış. Filmlerin ardı arkası kesilmiyor, bir başrolden diğerine koşturuyor, gazetelerin magazin sayfalarında, dergilerde bir manşette değilse öbüründe adına rastlanıyor. Fakat dışarıdan peri masalı gibi görünen 60’lı yıllar aslında Belgin Doruk’un tüm bu tempoyu, Yaşilçam’ın, şöhretinin ve hatta evliliğinin taleplerini karşılayabilmek kendini yok etmek pahasına yorduğu, tükettiği yıllar. Üstelik 60’lar küçük hanımefendi lakabı ve serisiyle şöhreti getirdiği gibi çok önemli bir sorunu da beraberinde getirmiş Belgin Doruk için: Değişen güzellik standartları.

 

Kendini “oldum olası balıketli bir genç kız ve kadın” diye tarif eden Belgin Doruk’un sinemaya adım attığı 1950’li yıllarda makbul bulunan vücudu ve kilosu 1960’larla beraber göz yumulan bir kusura dönüşmüş. Başlarda hafif bir kusur. Henüz tehlike çanları çalmıyor. Ama yeni piyasaya çıkan oyuncuların hepsi eskilerden daha zayıfça. Belgin Doruk’a bir iki kilo vermesi önerileri gelmeye başlıyor yavaş yavaş. Zaten yediğine içtiğine hep dikkat eden Belgin Hanım, biraz daha sıkı diyetlere başlıyor önce. Yeterli sonucu alamayınca piyasadaki zayıflama haplarına yöneliyor. O günlerde Pat isminde bir hap piyasayı sallıyor zaten. Üstelik içinde amfetamin bulunan bu ilacın satışı da yasal.

 

Eczanelerde büyük reklamlarla satılan “Pat” adlı zayıflama ilacının büyüsüne kapıldım. Yasal olması en büyük güvencemdi. Ancak içindeki amfetaminin uyarıcı ve uyuşturucu etkisinin ne yazık ki o tarihlerde gerçek anlamda farkına varamadım. Bir süre sonra da amfetamine alıştım. Kendimi Himen gibi güçlü hissediyordum. Hayallerimin ve enerjimin sonsuzluğu ile mutlu oluyordum. O sıralar dünyayı baştan yaratacak kadar güçlü hissediyordum kendimi. Bu güzel dönem uzunca bir süre devam etti.

 

90’ların başında hayat hikâyesini yazmak için kendisiyle görüşen Bircan Usallı Sınal’a böyle anlatmış zayıflama hapları ve amfetaminle ilk tanışıklığını. Belgin Doruk 60’ların delice temposunu bu ilacın verdiği enerjiyle kaldırabilmiş meğer. Günde 20 saat süren setleri, bir türlü baş başa kalamadığı ama sürekli gruplarla dışarda ve göz önünde olmak isteyen kocasının eğlence temposunu ve her geçen yıl zayıflığın biraz daha mübah olduğu Yeşilçam standartlarını yakalamak için ilaçların sayısını arttırdıkça arttırmış. Hatta o yıllarda filmlerde başrolü paylaştığı Zeki Müren’e de ilaçları denetmiş:

 

Zeki’ye benim haplardan yutturdum. O bu aniden gelen ve ayaklarını yerden kesen enerjinin mutluluğunda kendini sokaklara atmış. Tanıdığı kim varsa ona hediyeler aldı… Ancak bir süre sonra benden daha akılcı davranıp “Enerjinin bu kadarı da çok fazla” deyip bir daha Pat almadı.

 

2

 

Bir noktada Belgin Doruk’un “tuhaf” davranışları etrafındakileri rahatsız etmeye başlıyor. Özellikle kocası Özdemir, Belgin Hanım’ı sürekli eleştiriyor, davranışlarına, aklının bir karış havada oluşuna kızıyor ama karısına ne olup bittiğini anlamak için herhangi bir çaba da göstermiyor. Ta ki Belgin Doruk büyük reklamlarla duyurulan gazino galasında ilk sahneye çıktığı an kendini bilmez bir şekilde Yunus Emre’den ilahiler söylemeye başlayana kadar. Işıkların karartılmasıyla apar topar sahneden alınan Küçük Hanımefendi’nin “delirdiği” dedikodusu ilk kez bu skandal gala gecesinden sonra yayılmaya başlıyor. Kocası ve arkadaşları da Belgin Doruk’un son dönemde fazlaca içki içtiğini, içkinin de ruh sağlığını bozduğunu düşünüyorlar. Ama kimse zayıflama ilaçlarından şüphelenmiyor.

 

Artık pilimin bittiğini hissediyordum. Eski Belgin’den eser bile yoktu. Olağanüstü bir yorgunluğum vardı… Hasta ve bitkin bir vaziyetteydim, her yanım ayrı titriyordu. Kollarım, bacaklarım, çenem… Her yanım tutmaz halde. O sıralar kimbilir yakınlarımı ne kadar üzüyordum. Gülümü, annemi, kızkardeşlerimi, dostlarımı… Yaşamımın en acı günleri, kendimi çok zavallı ve çaresiz görüyordum. Himenliğim, enerjim, gücüm, kuvvetim, hayallerim çoktan başlarını alıp gitmişler benim yaşamımdan. İçine düştüğüm bu bataktan birilerinin beni kurtarmasını bekliyordum. Ne yazık ki uzanan her el beni daha da aşağılara çekiyor.

 

Sağlık Bakanlığı amfetaminin zararını anlayıp bir genelgeyle zayıflama haplarını yasaklayana kadar kaç kadın Belgin Doruk’la aynı kaderi paylaştı acaba? İlaçlar on yıla yakın piyasada kalmış. Bu süre içinde hem bedensel, hem ruhsal olarak çalışamaz duruma gelen Belgin Doruk birkaç kaz hastaneye yatmış. Kitapta “Lape Günleri” zincirler, yatağa bağlamalar ve elektroşok tedavisini anlatıyor. İlk elektroşokun faydalı olduğuna karar verince doktorlar bu “tedaviyi” devam ettiriyorlar. Hastane sürecinde Belgin Doruk kendini yemeye veriyor. Giderek daha fazla bir iştahla ve hiç durmadan yemeye başlıyor. Bunun bir iyileşme belirtisi olduğunu düşünen doktorlar üzerinde durmuyorlar. “Yeme bozukluğu” ilgilerini çeken bir alan değil o yıllarda. Belgin Doruk’un hastanede yattığını öğrenen basın ise içeri sızarak elde ettiği birkaç kaçak fotoğrafla “Küçük Hanfendi Demir Parmaklıklar Ardında” manşetleri atmakla kalmıyor, bir de aldığı kiloları haber yapıp “Tombul Hanfendi” başlıkları atıyor bu dönemde.

 

3

 

Belgin Doruk ise artık ne basını, ne filmleri ne Yeşilçam’ı umursayacak durumda. Tek isteği hastaneden çıkabilmek. Tedavisine evde devam etmek şartıyla çıkış iznini alabildiği günü şöyle anlatıyor:

 

Artık ne nörsler, ne zincirler, ne de şakır şakır şakıyan anahtarlar vardı. Çıkış kapısında beni bekleyen kız kardeşim Oya ve yeni gelin olmuş bebeğim Gül vardı. Onlarla ayrılmamacasına sarıldım. Artık mutluydum. Balık etinde ama kendine güvenen orta yaşlı bir kadın olarak yaşamıma devam etmek kararındaydım.

 

Ancak maalesef hastaneden çıkışındaki bu umut uzun zaman sürdürülemiyor. Aldığı kilolar ve ilerleyen yaşı Yeşilçam’da bir zamanlar sahip olduğu konumu tekrar elde etmesine engel olduğu için 1975’te sinemayı bıraktığını açıklıyor Belgin Doruk. Ama esasında o sinemayı değil, sinema onu bırakmış ve bu gerçeği taşımak Belgin Hanım’a çok zor geliyor. Her geçen gün biraz daha eve kapanıyor. Eve kapandıkça daha çok yiyor, daha çok yiyip kilo aldıkça evden hiç çıkmaz oluyor. Kocası Özdemir Birsel’in bile bu şişman hâliye kendisiyle görünmekten rahatsız olduğunu anlatıyor. Ve Türkan Şoray’ın, Fatma Girik’ın, Filiz Akın’ın yükselişlerini izlerken, kendi bitimsiz düşüşünü intiharla sonlandırmaya karar veriyor bir gün:

 

Bu arada Hülya, Türkan, Fatma ve Filiz’in devri başlamıştı… Hayır hayır en ufak bir kıskançlığım olmadı. Elbette birileri gelecek, ötekiler gidecekti… Yaş dönemi diye bir şey var… Ancak ben onca şok tedaviden sonra, yine şok olaylar yaşamaya başlamıştım. Son filmimin çekimi sırasında da “Acaba bitirebilecek miyim?”in stresini yaşamıştım. Bu beni üzmüştü… Ancak yeni ekip ile çok dosttum. Mesela Türkan ile doğumgünlerimiz aynı gün, yani 28 Haziran’dı. O bana doğumgünümde kırmızı güller yollamıştı. Ben de ona. Hoş bir anı yani. Hülya da birkaç kez gelmişti bana. “Dudaktan Kalbe” diye bir film çekmişti bize. Ve kostümleri birlikte seçmiştik… Filiz, şekercim zaten bana olan sevgisini bilirim, Fatma’yla da yaşadık böyle bir muhabbet…

 

Ama benim iç dünyamda fırtınalar kopuyordu… Yalnızlık, Özdemir’in iş temposu… Bu arada sürekli kilo alıyordum. Kendimi eve kapatmıştım. Hep yaşadıklarımı ve yaşayamadıklarımı düşünüyordum. Özdemir’in Aydın doğduğundaki sevincini, içip avaz avaz bağırmasını, hastanenin kapısına dayanışını, annelik hissini daha bilinçli yaşayışımı anımsıyor gülümsüyor, ancak sonra Aydın’ımı da annemin yetiştirdiği gerçeğiyle sarsılıyordum. Şişmanlık, içinde bulunduğumuz ekonomik kriz ve yalnızlık beni çok etkilemişti. Ormanın içinde koskoca evde yalnız bir kadın. İşte olanlar o gece oldu… Özdemir içeride yine işini yapıyordu, ben artık bu dünyada işim kalmadığına karar verdim. Aileme, yakınlarıma sıkıntı ve üzüntü vermekten başka hiç bir işe yaramadığımı düşünmeye başladım. Sevgili kızım da bu arada sevdiği gençle evlenip iyi bir izdivaç yapmıştı.

 

Gözüm iyice karardı. Ağlıyor muydum hatırlamıyorum. Bir anda ölmeye karar vermiş olmanın rahatlığı içine girdim. Bir kutu uyku ilacını yuttum. Başucuma bir de mektup bırakıp kendimi yatağa attım… Rahatlamıştım… İşte bütün dertler ve sorunlar bitiyordu. İnsanlar arkamdan biraz ağlayacak, ölümümdeki dramatiklik konuşulacak, o parlak günlerin ardından gelen acı sonum anlatılacaktı.

 

İntihar girişimi başarısız olur. Belgin Doruk kurtarılır. Ama olan olmuştur bir kere. Yeşilçam’ın, çocukken girdiği, içinde büyüdüğü, yetiştiği, kendisini şekillendiren ve yok eden bu büyük piyasanın, şöhretin, şöhreti yitirmenin, kötü evliliklerin, duygusal darbelerin, yalnızlığın, zayıflama uğruna içine düşülen amfetamin bağımlılığının, hastaneye kapatılmanın, elektroşok uygulamalarının verdiği zarar tamir edilebilir gibi değildir. Hayattan elini eteğini çeken bir kadının evde geçen yirmi yılıdır hikâyenin gerisi. Belgin Doruk 1975’ten kalp yetmezliğinden yaşamını yitirdiği 1995’e kadar hayatını evinden çıkmadan geçirir. Yalnızca 1985 yılında bir reklamda oynamayı kabul eder, televizyon devrinin ilk denemesidir bu onun için. Ancak reklamdan çok bir zamanların küçük hanfendisinin aldığı kilolar haber olunca, bir kez daha hayâl kırıklığıyla evine döner.

 

 

 

 

kucuk_hanimefendi_belgin_doruk_aci_dolu_yillar

 

Bu trajik hayat hikâyesini Belgin Doruk’la aylar süren sohbetlerin neticesinde toplayan Bircan Usallı Silan, Doruk’la çok kişisel ve yakın bir ilişki kurmuş. Kitapta birçok bölümde bu yakın ilişkiye dair cümleler, anektodlar var. Ve belli ki Belgin Doruk kitabın yayınından birkaç ay önce yaşamını yitirince, Bircan Hanım büyük bir üzüntü yaşamış. Çünkü Belgin Doruk’un kısa biyografisi denilebilecek bu kitap, Belgin Hanım’ın ölüm haberinden sonra tuhaf bir dönemeç alıyor ve kitabın yazarı Bircan Hanım’ın Belgin Doruk’un başta kocası olmak üzere onu üzenlere, değerini bilmeyenlere sitem ettiği, hesap sorduğu bir bölümle kapanıyor.

 

Evet acaba şimdi yalnız gecelerde üzülüyor mu Özdemir Birsel? Karısını bırakıp da Kültür Bakanlığındaki işi nedeniyle haftalarca Ankara’da yaşadığı o uzun gecelere üzülüyor mu? Belgin onu evde beklerken o bir başka kadında mutluluk yaşadığına üzülüyor mu? O duvarın arkasına gizlenmiş pencereden başka bakacak, görecek yeri olmayan karısını bırakıp da gittiği o gecelere, saatlere, dakikalara üzülüyor mu?

 

Bununla da kalmayıp Belgin Doruk ve Özdemir Birsel’in birlikte çekildikleri son fotoğrafın altına “sahte mutluluk” başlığı atıyor Bircan Hanım.

 

IMG_4904

 

Bircan Usallı’nın yaptığı yayıncılık açısından tuhaf, etik olarak da muhtemelen yanlış bir iş. Ama bu kadar göz göre göre yazık edilmiş bir ömrün hikâyesini okuduktan sonra, Bircan Hanım’ın Belgin Doruk’u sahiplenişinde, o satırları okurken yani, o kadar insana dokunan bir şey çıkıyor ki açığa… Ömrünün son günlerinde, ölümünden sonra değil de büyüyüp yetişirken yanıbaşında böyle bir destek, dayanışma, sahiplenme olsaydı diye merak ediyorsunuz. “Zayıfla!” diyene “işine bak”ı yapıştıracak, elektroşokçu doktorlara “bi dakka, nedir o?” diye soracak, para yiyen kocadan malı mülkü korumanın yollarına birlikte kafa patlatacak bir kadın arkadaş, yoldaş bu hayat hikâyesinde neleri değiştirebilirdi kim bilir…

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YGünün Kitapları
Günün Kitapları

15 Ocak 1975 tarihli Cumhuriyet gazetesinden bir liste

KÜLTÜR

YDuygu Asena Yalnız Seyahat Eden İşadamı Kadını Anlatıyor
Duygu Asena Yalnız Seyahat Eden İşadamı Kadını Anlatıyor

Adil olmayan, eşit olmayan herhangi bir şeye bir dakika için bile olsa tahammülü yok Asena'nın. Yazısı da bu sürekli hareket içinde akıyor.

Bir de bunlar var

Katherine Maratonda
“İşi mutfağıyla sunmak”: Kadın Kadına Tarih Konferansı üstüne söyleşi
Bir Önsözün Doğumgünü

Pin It on Pinterest