Kamusal düzen için bir risktim: Erkeksiz, çocuklu, ve mutlu. 

MEYDAN

Bekar Annelik Sultanlıkmış Meğer

Sosyal medyaya ilk anne olduğum zaman, biraz da zorunluluktan girdim. Instagram’ın bir annelik ansiklopedisi olduğunu söylemek abartılı olmaz. Uyku, emzirme, çocuk psikolojisi gibi  alanlarda çok sayıda uzman anne çıktı karşıma. Bu kişilerden birçoğu annelik üzerinden kendilerine yeni bir meslek alanı kurmuşlardı. Bir şekilde annelik üzerine otorite olmuşlardı. Bunun bir uzantısı sosyal medya dışına taşan ünleri (açtıkları kurslar, verdikleri danışmanlıklar vb.) olduysa, diğer uzantısı da pazarladıkları ürünler olmuştu.  

 

Karşı karşıya kaldığım dev endüstri önce beni korkuttu. Bütün bu bilgileri edinmek, kendi süzgecimden geçirip doğru karar vermek nasıl mümkün olabilirdi? Bu korku çocuklu hayatla ilgili daha temel korkularımla birleşti. Çocuğumun dolayımıyla var olmadan kendime bir öznel alan yaratabilecek miydim? Ben de Instagram’da gördüğümü düşündüğüm örnekler gibi, önce anne, sonra ben mi olacaktım? Çünkü çocuk sahibi olmak hayatımın tümünü kaplamıştı, gerçekliğimi tamamen dönüştürmüştü. Bundan da şikâyetçi değildim ama hissiyatım oydu ki anneliğim de özneliğim de eksikti. Instagram bana çeşitli mükemmellik icraları sunmuştu — rasyonel olarak düşündüğümde bunların her birinin birer icra olduğunu bilsem de, hissettiğim eksiklik duygusunun önüne geçememiştim.   

 

Birkaç yıl sonra, çocuklu bir kadın olarak boşandığımda ise tam tersi bir sessizlikle karşılaştım. Sosyal medya âleminde türlü türlü annelik vardı, bunların her birinin farklı icra alanları, farklı pazarları vardı fakat bekâr annelik hiçbir yerde yoktu. O zaman, kanguru markaları, avokado püresi tarifleri ve çeşitli oyun grubu reklamları arasında, kendi anneliğime dair bir şey bulamamak beni üzdü. Bekâr anneliğin kendine ait bir pazarı yoktu demek ki, bir kimlik olarak bile, günümüz Türkiye’sinde hâlâ dile gelmiyordu. Sosyal medya kimliğini bekâr annelik üzerinden kuran bir kişi fenomen olacak kadar “karizmatik” olmayacaktı belki, pazarlayabileceği bir ürün yoktu, sunduğu yaşam modeli bir tüketim aracına dönüşemiyordu. 

 

 

Bu süreçte boşanmamın çok öncesinden, boşanma fikrinin aklımda bile olmadığı zamanlardan beri, boşanan kadınların tecrübeleriyle ilgili söylediklerinin kafamda yer etmiş olduğunu fark ettim. Geçmişte duyduğum şeylerin benim tecrübeme bu kadar benzemesi beni şaşırttı. Örneğin boşandığımda adeta bir toplumsal sınıf değiştireceğimi bildiğim halde üzerine düşünmemiş olduğumu anladım. Evli çiftlerle sosyalleşmek zorlaşmıştı çünkü çift değildim, hayatımın büyük kısmı çocuğumun ekseninde geçtiği için çocuksuz bekâr kadınlarla da ortak zemin bulmak her zaman kolay olmuyordu. Artık yeni bir sınıfa aittim, fakat çevremde bu sınıftan kimse yoktu. 

 

Biraz bu eksikliği kapatmak için, biraz da kendime yeni bir hayat kurma çabasının bir uzantısı olarak, yeni insanlarla tanışmak için çaba harcadım. Boşanmış bir kadın olmamın toplumsal etkilerini en çok hissettiğim zamanlar, eski tanıdık veya arkadaşlarımla aramda geçen diyaloglar değil, yeni insanlarla çeşitli vesilelerle tanıştığım anlar oluyordu. Her şeyden önce, eski eşinin soyadından tam anlamıyla kurtulamamış (ki tecrübeliler bunun yıllar aldığını söylüyorlar), sosyal medyaya çocuğunun fotoğrafını koymaktan çekinmeyen bir kadın olarak, bekâr olduğumu tanıştığım insanlara her seferinde ilan etmek zorunda kalıyordum. Karşıma çıkan herkes için doğal ve normal olan şey bir eşimin olmasıydı ve eğer yoksa, bu ya merak, ya da üzüntü sebebiydi. Hiç tanımadığım insanlar “neden boşandın?” diye çekinmeden sorabiliyorlardı. En son bu soruyu soran kişiye, “niçin soruyorsunuz?” deme cüreti gösterdim. O da bana “tecrübe aktarımı için,” dedi. Oysa bir erkek olarak yeni tanıştığı bir erkeğe asla “neden boşandın” diye sormazdı. Küçük çocuklu bir anne olarak boşandıysam, bu kamusal bir meseleydi, herkesin merakını giderme hakkı vardı. Kamusal düzen için bir risktim: Erkeksiz, çocuklu, ve mutlu. 

 

Bugün belki insanlar bize çocuğumla benim başımıza korkunç bir şey gelmiş gibi yaklaşmıyorlardı, ama korkunç bir şey gelmemiş gibi de yaklaşamıyorlardı. Kimseye anlatamıyordum ki, tam da çocuğum olduğu için boşanabildim, çünkü annelik tecrübem sayesinde, kendimle bambaşka bir boyutta yüzleştim, daha önce yaşamadığım bir öznelik tecrübesi yaşadım. Bir anlamda, uzun yıllardır devam eden psikanaliz sürecimin vardığı noktayı ölçmemi sağlayan şey anneliğim olmuştu; annemin bana karşı yaptığı hataları tekrarlamadığımı, çocuğumla ilişki kurma biçimimin anneminkine, anneanneminkine, ve onun annesininkine benzemediğini görmek beni özgürleştirmişti. Evet, ben bir döngüyü kırmıştım, bu döngüyü kırmaya belki de ömrümü vermiştim, ama başarmıştım. Şimdiki bekâr anne hayatımda yalnızlık duygusu yok değildi elbette, fakat bambaşka bir yalnızlıktı bu. Fark ettim ki, sevgi vermek, almaktan daha az yalnız hissettiriyordu insana. 

 

Annelik, özellikle ilk yıllarda, bebeklikten itibaren biriktirilen tüm travmaları tetikliyor. Ama bir yandan da, eğer başarılı bir terapi süreciyle birlikte götürülürse, insana bu geçmişi baştan yazma fırsatı veriyor. Anneme güvenli bağlanamamış olabilirim, fakat şimdi, burada, çocukluğumda yaşayamadığım bu bağı yaşayabiliyorum. Özneliğimi baştan inşa edebiliyorum, özgürce sevebiliyorum. Bunların hiçbiri üç kişilik bir çekirdek aileye sahip olduğum için olmuyor. Belki kendime ayıracak daha az vaktim var, ama kim olduğumu her an, çocuğumla ilişkimin her anında icra ediyorum, bu ben’i hiç tanımadığım kadar derinden tanıyorum. 

 

Bana “neden boşandın” diye soran tanıdık tanımadık tüm insanlara bu yazıyı yazmama vesile oldukları için teşekkür etmeliyim. Bende uyandırdıkları öfke, utanma, hayret ve ne diyeceğini bilememe hallerini bir tefekkür ve kendini ifade alanına dönüştürmeme vesile oldular. Bu yazı üzerine düşünmeye başlayalı bu sorudan artık korkmuyorum ve duyduğumda soğuk terler dökmüyorum.

 

Fakat yine de asıl soru daim: Boşanan kadınlara niçin “neden boşandın?” diye soruluyor? Bu sorunun arkasında yatan şey sadece haddini aşan bir merak değil. Boşanmış bir kadının mahremiyeti olmasa gerek ki, cinsel tecrübesi olduğu herkese “malum olmuş” bir kadın olarak yapıp ettiklerinin kamusal düzenle ilişkisi, bu düzeni bekâr bir anneye (ve/ya cinsel açıdan aktif bir kadına) karşı koruma refleksinde somutlaşıyor. Çocuklu bir kadının direkt evli veya evlenmiş olduğu varsayımında bulunulması ise bir başka mesele. 

 

Boşanmış herkesin de söyleyebileceği gibi, bu “neden boşandın?” sorusunun iki üç cümlede özetlenecek bir cevabı yok çoğu zaman. Hayatının son 10-20 yılını özetlemek kimse için kolay olmasa gerek. Bu sorunun toplumsal göndermelerini en açık eden nokta ise bugüne kadar karşılaştığım hiçbir boşanmış kadının bana böyle bir soru sormamış olması. Bekâr bir anne bizden onun için üzülmemizi veya sevinmemizi beklemiyor. Bekâr anneliği, karşılaştığımızda bizi geren, ne diyeceğimizi bilemememize sebep olan bir durum olarak görmeyi bırakmamız lazım. 

 

Bizi olduğumuz yerden farklı bir yere taşıyan, bize yeni bir benlik alanı açan hep zorlu karşılaşma anları, tıpkı bu yazıya vesile olan karşılaşma anları gibi. İşte çocuk sahibi olmak da bu yüzden dönüştürücü— her şeyin tüm çıplaklığıyla görüldüğü bir ayna. Bugün anlıyorum ki, uzun ruhsal yolculuğumun hedefi, görülme ve onaylanma ihtiyacımın kendimi görme ihtiyacına dönüşmesiymiş. Bekâr annelik sultanlıkmış meğer.  

 

 

 

 

Görsel: Alia Al Farsi

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

SEGBİS arası, kodların şiiri, Ahmet Şık sessizliği
Havle Kadın Derneği’nden Şehide Zehra ile Söyleşi: “LGBTİ+’lara Dokunan Yansın İsteniyor”
Hep Beraber Feminist Olabilir Miyiz?

Pin It on Pinterest