"Kitabın mutfağında Audre de bizimle beraberdi hep. Bize ses verdi, yanıt verdi, cesaret ve güvenimizi perçinledi. Tüm bu süreç kolektif olmasının yanı sıra aslında bir deneyimleme süreciydi. İyi-kötü, doğru-yanlışın ötesinde bir ilişkilenme biçimi…"

ECİNNİLİK

Bahisdışı Kız Kardeş Üzerine: Audre Lorde ile Kolektif Neşe ve Direniş Ağlarını Örmek (1. Kısım)

Audre Lorde’un Bahisdışı Kız kardeş kitabı geçtiğimiz Mart ayında Otonom Yayıncılık tarafından Türkçe’de basıldı. Lorde’un ruhuna yakışır bir şekilde şenlikli karşılaşmalarla çoğalan bu kolektif çeviri sürecine katkıda bulunmuş hepimiz için, sürece ve Lorde’un yazdıklarına dair yaklaşımlarımız, hislerimiz, düşünme hâllerimiz farklılaşsa da, tüm bu deneyimlerin ortaklaştığı pek çok nokta da var. Sanırım bu ortaklığın en güçlü veçhelerinden biri de farklarımızı koruyarak çoğalma hâlinin iyileştirici gücünü deneyimlemiş olmamız. Lorde’un sesini yanına alarak bu iyileştirici gücü mümkün kılan çevirmenler Gülkan Noir ve Yusuf Demirörs ile editörler Ece Durmuş ve Melis İnan’la Lorde’un sesinin kuvvetini, bu kolektif çeviri sürecini ve deneyimlerimizi konuştuk.

 

Bahisdışı Kız Kardeş – Audre Lorde, Çevirenler: Gülkan ’Noir’ & Yusuf Demirörs, Otonom Yayıncılık, Mart 2022.

 

Audre Lorde çok tanınan bir isim olmasına rağmen Türkçe’ye çok geç çevrildi, dergilerde bazı konuşmaları/metinleri çevrilse de bu Türkçe’de basılan ilk kitabı. Lorde’un Türkçe’ye bu kadar geç çevrilmesini nasıl yorumluyorsunuz? Sizce Lorde’un bu kadar geç çevrilmesi bize Türkiye’deki feminist teori tartışmaları hakkında bize bir şey söylüyor mu? Öncelikle bunu yayıncılık adına soralım isterseniz. Ece ve Melis siz bu soruya Otonom adına nasıl yanıt verirsiniz? Lorde’u şimdi yayımlama tercihinizi, Otonom’un feminist teori ve yayıncılıkla olan ilişkisini biraz açabilir misiniz? 

 

Ece & Melis: Geç çevrildiğini düşünmüyoruz; daha doğrusu özellikle politik anlam taşıyan bir kitabın geç veya erken tarihlerde çevrilmesi ancak bir yere kadar önemli olabilir. Böyle kitaplar belli bir arayışa, belli soruları yanıtlama çabasına girildiğinde bulunuyor, en azından bizim için böyle. Bunun zamanı yok, öncesi sonrası olmayan bir süreç, hatta farklı süreleri buluşturan bir karşılaşma gibi. Dolayısıyla nereden baktığınıza bağlı. Kronolojik açıdan bakıldığında Audre Lorde’un kitabı geç yayımlandı denebilir, oysa sorunun devamında olduğu gibi kitabın tam da şimdi yayımlanması feminist teorik-pratik tartışmaların kendisine ait süresiyle doğrudan bağlantılı. Kronolojik sırayla önemli kitapları tercüme etmek ayrı, bazı soruların peşine düşüp bu kitap Türkçede olmalı demek ayrı şey bizce. Audre Lorde bizim açımızdan tam da sorunsal olarak gördüğümüz yerlere müdahale ediyor. Böylelikle kitaplığımıza girdi.

 

Peki bu arayış neydi? Hangi sorular vardı kafamızda? Bize göre, Türkiye’de feminist politik pratik, feminist teoriyi aşmış durumda; üstelik toplumsal muhalif hareketlere yön verebilecek bir etkinlikle deviniyor. Pratikte yapılanlar daima teorinin tahayyülünü zorluyor, bu oldukça heyecan verici. Bu yaratıcılığı ve etkinliği veren şey, feminist hareketin en temelde bir kurtuluş mücadelesinden öte bir özgürleşme mücadelesi vermesi, hatta bu özgürleşme mücadelesini de ölüme karşı yaşamı savunarak vermesidir. Bu hareket, iradi olmanın ötesinde duyguların keskinliğini taşıyor. Feminist mücadeleye dair duyguların, fikre çevrilmesi örgütlenme ve güçlenme anlamında önemli. Lorde bu yazılarında sadece deneyimlerini paylaşmakla kalmıyor, deneyimleri anlamlı kılacak başlıca teorik tartışmalara da müdahale ediyor ve her bir deneyimi mücadelenin bir mevzisi olarak yorumluyor. Siyah, kadın, lezbiyen, şair ve anne olarak kendi tekilliğindeki bir farkın mücadeleye nasıl güç katabileceğini bedeniyle ve edimiyle gösteriyor. Lorde’un çeşitli kimliklerin kesişimselliğinden veya ittifakından öte bir dili var. Feminist hareketteki farklılıkların yok sayılmasına ya da bölücülük ve şüphe sebepleri olarak görülmesine karşı çıkan Lorde için, müşterek bir çaba olmadan bir özgürleşmeden bahsedilemez, böyle bir çabanın yokluğunda olabilecek tek şey zulme karşı geçici bir ittifak veya kırılgan bir barıştır. Dahası Lorde’a göre, bu müşterek çaba farklar yokmuş gibi davranmak anlamına gelmez, tam tersine bu farklar bizzat müşterekliği ve feminist değişimi besleyen kuvvetlerdir. Politik mücadelelerin içine sinmiş çelişki ve olumsuzlamayı aşan bir feminist etik çağrısı yapan bu yazıların, heteropatriyarka tarafından çalınan, kapılan, utandırılan tüm özgürleşme çizgilerini cesurca üstlenerek yaşam ve bedeni iyi veya kötü diye yargılamadan, ahlakın ötesinde olumlayarak örgütlemeye yönelik tüm pratik ve teorik sorulara cevap verebileceğini düşünüyoruz. 

 

Lorde duyguları çok iyi tanıyan, örgütleyen, ifade eden, üstelik cesur olduğu kadar cesaret ve güven de veren bir savaşçı. Pratiğe dair problemleri sezen, sezmekle kalmayıp cesaretle üstüne giderek aşmaya çalışan, feminizme dair kurulu imgeyi, idrakı ve düzeni tehdit eden bir dili var. Nesneleştirici, dışsallaştırıcı eleştirellikten uzak olan bu dil, Lorde’a kendi öznelliğinin kuruculuğunu üstlenen saf ifadeyi kazandırıyor. Asla teslim alınamayan böyle bir teorik-pratik akıl ve yürek bizi heyecanlandırıyor. Biz Lorde’u hakikati samimiyetle dillendiren feminist bir devrimci olarak gördük, yeni karşılaşma ve etkileniş imkânları açsın diye yazılarını Türkçede yayımlamayı arzu ettik.

 

Andre Lorde Cheruskerstrasse, Berlin’de, 1990. Lorde’un yakın arkadaşları Dagmar Schultz ve Ika Hügel-Marshall’ın Audre Lorde – The Berlin Years 1984 to 1992 projesinden.

 

Gülkan ve Yusuf, peki siz bu çeviri ve feminist teori pratik meselesine nasıl yaklaşıyorsunuz?

 

Gülkan ‘Noir’: Ece ve Melis’in cevapları siyaseten o kadar hemfikir olduğum şeyler ki tekrara düşmeden ne söyleyebilirim? Belki şöyle diyebilirim, her şey olması gerektiği gibi olmakta. 30 yıldır kendimi feminist pratik içinde ve eşzamanlı olarak anarşist, queer, transfeminist perspektiflerle harmanlanmış hem evrensel hem de yerel teoriye katkı sunan bir düşünür, sanatçı ve devrimci olarak tanımlayabilirim. Türkiye’de feminist pratik ve teori daima kol kola gitti. Audre Lorde’un 60’lardan şimdiye uzanan sözlerinde dert ettiği meseleler bizlerin de daima mesele ettiği şeyler-di. Bugün ‘Kesişimsellik’ diye adlandırdığımız şey başka adlarla, başka veçhelerle ve aslında çok daha eşitlikçi bir ‘kesişim’ değil de ‘akışkanlık’ta daima dolanıyordu aramızda. Bugün Audre’nin sözünün Türkçe’de daha iyi anlamlanmasına vesile olan Osmanlı’dan beri direnen işçi sınıfından kadınlar, queerler, 80’lerden, 90’lardan bu yana her yerde küçük adımlarla oldukları yeri dönüştüren Anarşist kadınlar ve queerler, ‘gayrımüslim’ feminist pratikler, göçmen kadınların, queerlerin, transların hayatta kalmaya çalışırken bir yandan da ürettikleriyle diğerlerine öğrettikleri, Kürt kadınlarının ve queerlerinin direnişleri, İstanbul dışındaki yerel kadın direniş ağları ve üretim kolektifleri, Ülker Sokak ve Eryamanlar direnişleri, Türkiye’nin belki de en inatçı ve istikrarlı pratiklerinden biri olan ve dünyadaki benzerlerinden farklı olarak asla ticarileşmemiş Onur Yürüyüşleri, yıllara yayılan irili ufaklı queer otonom çabalar, 2000’lerin ortalarından itibaren başlayan ve devam eden yerel Transfeminist teoriler ve pratiklerdir.

 

Yusuf:  Audre, Türkiye’de büyürken bana sunulan kalıplara sığan bir insan değil. Çocukluğum süresince erişimim olan ve beni heyecanlandıran tüm düşünürler, şairler, yazarlar, hatta sanatçılar şimdi dönüp baktığımda anladığım üzere genelde erkek, beyaz (yani batılı), benim yaşamım ve deneyimlerinden uzak, aslında üzerimde egemenlik kuran kimselerdi. Bu gerçeği hayatım boyunca yetersizlik olarak hissettim. Bilginin Siyah ve lezbiyen bir yerden gelmesi beyaz ve Avrupai bilgi yapılarının bu derecede üstün tutulduğu bir kültürel yapıda hayal edilebilir değil. Dolayısıyla Audre’nin çevrilmemesi çok doğal. Bunun ötesinde Audre’nin yazım şekli sürekli olarak öznel ve nesnel olan arasında kurulan ikilemi altüst ettiği ve her an kulu olmamız beklenen akılcı ya da ‘beyaz’ bilme yollarıyla alay ettiği için, bu standartları koruyan kültür ve sanat üretimi araçlarınca ses bulamıyor. Türkiye’de uzun süredir yaşamadığım için feminizmin şu anki yüzüyle ilgili bir yorum yapmak istemiyorum ama umuyorum ki Audre’nin çevrilmesine el veren bu yeni nefes, Türkiye’deki feminizmin çocukluğumda beni hapseden düşünce şekillerinin ötesinde geçme arzusuna işaret ediyordur.

 

Biraz çeviri sürecinden bahsedebilir misiniz? Ortak çeviri yapma deneyiminiz nasıl işledi ve bu süreçte neler yaşadınız?

 

Gülkan ‘Noir’: Arkadaşım, queer yoldaşım Yusuf Demirörs şiirlerini çok beğendiğim bir şair. Audre Lorde’u kendim gibi queer bir şairle birlikte çevirmeyi çok istedim açıkçası. Yusuf ile aramızda hem farklı dönemlerden beslenmiş olmanın getirdiği bir fark hem de bir okyanus var. Bu farkın tıpkı Audre’nin altını kalınca çizdiği gibi bir kudrete, şenliğe çevirmenin yani iştigal ettiğimiz metnin vaaz ettiği şeyi pratik olarak deneyimlemenin keyfini yaşadık gibi geliyor bana. Metinleri hem deneyimlediğimiz şeylere yakınlık hem de tamamen keyfimizin, neşemizin evrildiği yere göre kaotik bir adapla bölüştük diyebilirim. Örneğin annelik deneyimine sahip olduğum için bu hattı içeren bir şeye ben yaklaşırken o da güncel Siyah Hayatlar Değerlidir’i Amerika’da yakından takip eden, onunla paslaşan biri olarak vurgunun buralarla kesiştiği yerleri seçti. “60’lardan Öğrenmek” metnini 80’lerde yazmış Audre, ben de 80’lerde çocuk, 90’larda genç bir queer idim. Ancak onun bahsini açtığı deneyimler Türkiye’de bir çok deneyimle akrabalık taşıyor. Seçimlerimizde bu farkların verim ve haz yaratmasını önceledik. Elbette son derece yükseldiğimiz metinlerde şöyle şamatalar da oldu “ay ama ‘Şiir Bir Lüks Değildir’i ben çevireyim”, “peki ama o zaman ‘Bir Güç olarak Erotik’i’ de ben alırım ha!”

 

Bu arada kitabı çevirirken binlerce insanın öldüğü, milyonlarcasının hayatlarının radikal anlamda değiştiği ağır bir pandemiden geçtiğimizi de unutmayalım o dönemde. Ben hem sağlık sorunları yaşadım hem de büyük ailemden iki kişiyi koronadan kaybettim. Ritmimi ve bir çok şeyi olumsuz anlamda etkiledi bu. Fakat Yusuf öyle hayat dolu ve marifetli, sevecen bir yoldaş ki zaman zaman yükümü hafifletti. İkimizin de farklı kudretleri birbirimiz için ve metin için samimi bir dans olarak harikulade çalıştı diyebilirim. Otonom’un editör cadıları Ece ve Melis bize ve bu kitabın yolculuğuna yürekten inandı ve birbirimizi ve kitabı bırakmadık, iyi ki…

 

“Bahisdışı Kız Kardeş, Şair Audre Lorde’a Aşkla, Hürmetle…” 
 Yusuf Demirörs & Gülkan ‘Noir’ [Video 13’38’’] 
Kamera: Yusuf Demirörs, Ada Köse
Video Edit: Yusuf Demirörs ,
Mayıs 2022 / New York / Bodrum
(İlk olarak Kaos Gl‘de yayınlanmıştır.)

 

Yusuf: Çeviri sürecimiz gerçekten de virüsler ve sanal keçi yolları aracılığıyla ufalan dünyanın tatlı bir ürünü. Gülkan beni Velvele adlı kuir online bir dergide yayımlanan şiirim aracılığıyla buldu. İnstagram’dan takipleştik. New York’ta da boy gösteren Black Lives Matter hareketine kapıldığım 2021 yazı sık sık Siyah sanatçıların işlerini paylaşıyordum. Ben Audre’nin baharla ilgili bir şiirini paylaştıktan sonra Gülkan bana seslendi ve Sister Outsider’ı birlikte çevirmeyi teklif etti. Benim hayalimde, başka kuir bir insanla Audre üzerinde çalışmak, beni taşıyamadığı için küstüğüm Türkçe’yle tekrardan ilişkilenebilmek, belki de Gülkan’ın dayanışmasıyla (ve daha sonradan hayran kaldığım deliliğin sınırlarında gezinen dilde yaratıcılığıyla) kendimi tekrar büyüdüğüm coğrafyaya ait hissedebilmek için eşsiz bir fırsattı. Yani çeviri benim için ilk günden itibaren sonuca değil de sürece olan arzumun yönlendirdiği bir devinimdi. Belki de bundan dolayı olacak, Audre’nin üçüncü bir kişi olarak her adımda yanımızda olduğunu hissettim. Ona danışıyorduk, onun dünya görüşünü sürecimizin dokusuna örmeye çalışıyorduk. Bir şekilde çeviri sürecimiz sonucunda Gülkan’la beraberliğimiz Audre’yi tekrardan canlandırdı ve anadilime olan yabancılığımı yumuşattı.

 

Ece & Melis: Yusuf ve Gülkan’a katılıyoruz, kitabın mutfağında Audre de bizimle beraberdi hep. Bize ses verdi, yanıt verdi, cesaret ve güvenimizi perçinledi. Tüm bu süreç kolektif olmasının yanı sıra aslında bir deneyimleme süreciydi. İyi-kötü, doğru-yanlışın ötesinde bir ilişkilenme biçimi “zorunlu” olarak ortaya çıktı sanki. Audre bizden bunu talep ediyordu. Bizimle adeta konuşan metinler, çeviri ve edit sürecini de örgütlüyordu. Gülkan’ın bahsettiği gibi zor bir dönemde çevrildi Bahisdışı Kız Kardeş. Neşenin, keyfin, hazzın olduğu kadar kayıpların, streslerin, türlü aksaklıkların da olduğu bir süreçti. Düşmeler ve kalkmalar hep yaşandı. Bizim için süreci anlamlı kılan da bunlardı, daha doğrusu bunlarla başa çıkma yöntemlerimiz. Adabımız bir “iş ahlakı” değil Audre’ye ve emeğimize dört elle sarıldığımız “kolektif bir etik” oldu. Hepimiz yaşadıklarımız konusunda samimi davrandık. En önemlisi duyduk birbirimizi. Bu da kolektif çalışmayı hepten kolaylaştırdı. Dediğimiz gibi, elbette her kitap gibi yine uzun soluklu bir macera olan bu kitabın da tüm hazırlık sürecinde türlü sıkıntılar ve aksamalarla karşılaştık ama bir örgütle(n)me problemi yaşamadık mesela. Bu bizim için son derece önemliydi. Gülkan ve Yusuf’tan çok şey öğrendik, hâlâ da öğrenmeye devam ediyoruz. İki kuir şair çevirmen, teknikleşme tuzağına her an düşebilecek bu düzyazı çevirilerini, her metnin kendi akışına ve ruhuna, Audre’nin tavrına ve sözüne son derece yakıştırarak olabildiğince estetik ve zarif hale getirdiler. Aslına bakılırsa bazen bize sadece keyifle izlemek ve eşlik etmek düştü. Üstelik, bu kolektif emeğimize tüm coşkusuyla katılan Sevinç Altan’ın kitap kapağı tasarımı ile bu estetik bir tamlığa kavuştu diyebiliriz. Kısacası süreç sürekli taştı. Kitap çoklaşarak, şahlanarak ilerledi.

 

Gülkan ‘Noir’, Yusuf Demirörs, Melis İnan, Ece Durmuş ve Alâra Kuset (soldan sağa) Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nde kitap üzerine düzenlenen bir sohbette, 19 Temmuz 2022.

 

Peki bu çeviri sürecinde çevirmen-editör dinamiği nasıl işledi? Yayın sürecinde de Lorde’un dili ve bakışından devşirilenler olduğunu söyleyebilir miyiz?

 

Gülkan ‘Noir’: Editörlerimiz de benzer bir yarenlik içinde dansa dahil oldu. Diyebilirim ki hayatımda yaşadığım en kolektif neşe ve kudret içeren çeviri, edit deneyimiydi bu. Ölümlerin içinden geçerken dahi. Sanırım Audre’nin sözleri sadece kitabın sayfalarına değil hepimizin ruhuna bir nazar boncuğu gibi işlendi.

 

Yusuf: Melis, Ece, Gülkan ve ben her anlamda bu çeviriyi ortaklaşa yürüttük. Deneyimlerimiz ve bulunduğumuz coğrafyaların meyvesi farklıydı ve farklılıklarımızı eşitlikçi ve anlayışlı bir şekilde kullanabilmiş olmamız bence farklılığı bir zenginlik olarak yorumlayan Audre’yi mutlu ederdi. Ece ve Melis’in çevirmenlik ve editörlükte olan zengin deneyimi, Gülkan’ın yaratıcı ve kural kıran tavrı, benim ise yabancılığa ve Amerika’ya olan yakınlığım, Ece ve Melis’in yeniliğe ve birlikteliğe açık tavrı sayesinde verimli bir harman oluşturdu.  

 

Kitabın önsözünde kitabın başlığını neden “Bahisdışı Kız Kardeş” olarak çevirmeyi tercih ettiğinizi açıklıyorsunuz. Acaba bu tercihinizden burada da bahsedebilir misiniz?

Öncelikle, Amerika’da kadınlar arasında bir seslenme ve hitap olarak da kullanılan ‘sister’ sözcüğünü ‘kız kardeş’ şeklinde çevirdiğimizde Lorde’un beslendiği sokakların dilinden uzaklaşabileceğimizi düşündük. Ayrıca ‘kız kardeş’in toplumsal olarak kodlanan, etiketlenen, politik tarihe sahip cinsiyet ve cinsellikten yoksun sterilize ve naif bir anlamı çağrıştırması bizi düşündüren başka bir mesele oldu. Alternatif olarak ‘bacı’ ve ‘abla’ sözcüklerini göz önünde bulundurduk. ‘Bacı’nın hem kadınlar arasındaki ahiretlik, hemşirelik ilişkilerini çağrıştırması hem de kuir hareket ve mücadele dili içerisinde bir seslenme olarak kullanılıyor olması iyi bir tercih olabilirdi. Fakat ataerkil söyleme yerleşmiş bir namus imgesi ve cinsiyetinden, cinselliğinden soyutlanmış bir kadını işaret ettiğinden ve henüz hareketler içinde yaygın bir şekilde temellük edilmediğinden dolayı tercihimizi bu sözcükten yana kullanmadık. Günlük hayatta, bilhassa kuir argoda çağırma, seslenme ifadesi olarak kullanılan ‘abla’, lezbiyen arzuyu dile getiren ‘ablacı’ kullanımıyla her ne kadar Erkek bakışıyla aşağılayıcı biçimde yaftalansa da bu yaftadan koparılıp geri alma edimiyle zaman zaman sahiplenilmiştir. Feminen ifadeye içkin bu güçlü anlamıyla başlığa çok yakışabilirdi.

Ancak ‘bacı’ sözcüğüne benzer şekilde ataerkil sahiplenmeye yaptığı atıftan ve yaşa bağlı deneyim hiyerarşisi içerdiğinden dolayı bu sözcük yaygın kullanımda ne yazık ki çok yüklüydü. Nihayetinde, tüm şerhlerimizle kız kardeş sözcüğünde karar kıldık.

Başlıkta geçen diğer sözcük ‘outsider’ için de ‘dışlanmış’, ‘dışarıdaki’, ‘yabancı’, ‘aykırı’ vb. gibi sözcükleri tercih etmek istemedik. Zira Audre Lorde, dışlananlardan daha çok mevzu bahsi olmayan, mücadelesi ve kendisi görülmeyen, yok sayılan, bir iddiada, mücadelede kasti veya kasti olmayan şekilde bahsi geçmeyenlerden söz ediyordu. Ayrıca sessizleş(tiril)miş veya duyulmayanları da ifade ediyordu.

-Çevirmen ve editörlerin kitaba düştüğü nottan.

 

Gülkan ‘Noir’: Bu ortak nota ek olarak “Bahisdışı” üzerine birkaç kelam etmek isterim. Kelimeler şairler için birer süs değildir, sanki bedenin bir uzvu yahut diğer bedenlere erişen bir kök dalı gibidir. En azından benim ya da hayran olduğum şairler için böyle olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda bir kelimenin hayatiyeti üzerine kafayı takınca ben günlerce o kelimeyi Türkçe en doğru nasıl değil de tam da burada bahis ile nasıl en iyi çalıştırabileceğimi düşünerek geçiririm. Uzun bir süre ‘outsider’ ile dolaştım. Bir ‘outsider kılınan ruh ve beden’ için ne gam! Yaşadığımız memlekette o ‘outsider’a hep bir küfür çağrı oluşturulmuş: gavur, ibne, dönme, gundi, kro, kılıç artığı, orospu, o biçim… 

 

Yani daima ‘yabancı’ya yazılan bir çağrılma ama tanınmama hali. 

 

Oysa tüm bu çağrılıp tanınmayanlar tıpkı Audre’nin kitabında bahsettiği gibi bu toplumun kurucu ‘başka’ları, hatta çoğu zaman değişimin, dönüşümün önderliğini de üstlenmiş özneleri. Demek ki ‘yabancı’dan ya da yeltenilse de ‘dışarıda bırakılamayan’dan bahsediyoruz. Mevzu ne? Mevzu bahis etmemek. Bilinçli ve kasıtlı. Bir süre sonra ete kemiğe işlenmiş bir toplumsal ‘norm’.Ne yok sayılıyorsun çünkü aslında seninle kuruyor kendisini, ne de var sayılıyorsun çünkü senin varlığını kabul etmek kurumsallaşmış iktidarını sarsıyor, işine gelmiyor. Böyle böyle “bahisdışı”na vardım. Enteresan bir şekilde de bir müzik dergisinde şimdi hatırlayamadığım bir muhabbette bu kelimenin yakın dönem kullanımına da rast gelince tamam dedim. Editörlerimizle ve Yusuf ile müzakere ettik, onların da içine sindi. Ne mutlu!

 

Türkçe’de bundan böyle queer bir dil marifeti ile Audre Lorde’dan “Bahisdışı”  diye bahsedilmesinden sanırım ölene kadar derin bir keyif alacağım. Benim için bu, bitimsiz bir yükseliş adeta! Ben kolektivitenin öne çıkması gerektiği adabıyla büyümüş, yıllarını yoldaşlarıyla geçirmiş bir düşünürüm. Ancak Audre bana kendi marifetimize sahip çıkmanın ve diğerleri ile paylaşmanın kendimize düşkünlük olmadığını, aksine kolektifin hayrına olduğunu tekrar hatırlattı. Nasılı önemli galiba.

 

Kişisel bir yerden şunları da ekleyebilirim kendi adıma: Abla kelimesine çok yükseldim ben. Türkçede Abla, ablacılık kelimesine tıpkı ‘ibne’, ‘dönme’ kelimesine yüklenen straight dünyadan kodlar var. Eşzamanlı olarak Osmanlı’dan beri de bir tür geri alma edimiyle lezbiyen ve trans kültür içinde sahiplenilen bir ifade. Bu köprüyü pekiştiren bir queer dil manevrası olarak çok istedim Abla’yı. Ama yukarıda ifade ettiğimiz sebeplerle cüretimiz yetemedi diyelim. Yine de “Abla deme lazım olur” dediğimizde kesinlikle Audre’nin inat ve ısrarla altını çizdiği biz sadece kardeş değiliz, aramızda arzu akışı, hayatı ve direnişi kudretlendiren erotik bir muhabbet var demiş oluyoruz.  Zürafalar, zarifîler, Lezbiyenler, biseksüel kadınlar, sapphic, nonbinary, kadınlara âşık olan kadınlar… Adı sürekli değişse ve deneyimde farklar taşısa da buradan bir kez daha selam ediyoruz tüm Ablalara ve Ablacılara… 

 

‘Bacı’yı da maço bir sol kültürün dil bagajından geri alıp yine queerler, translar arası dilde zaten kullanılan haliyle dolaşıma sokmak iyi olabilirdi ancak başlıkta isteğimizin tersine de düşebilirdi. ‘Bacı’ gene beyaz, orta üst sınıf olmayan, metropol insanın dışında kalan akışlar içinde Türkiye’nin tüm yerel kültürlerinde bir şekilde kullanılan bir ifade aynı zamanda. Post sömürgeci ve İstanbul merkezli olmayan bir çoklu dil perspektifinde ‘Bacı’yı aynı Audre’nin yaptığı gibi entelektüel alana geri katabiliriz diye düşündüm ısrarla ben. Başlığa koyamasak da sağolsun editörlerimizin açıklığı ile metin içinde yer yer ‘bacı’ dolanıyor. ‘Bacıkoli’ (sadece kız kardeş değiliz aramızda erotik akışlar var), ‘bacılaşma’, ‘gel hele el et bacım’ bu kitapta ruh olarak dolanıyor zaten.

 

Andre Lorde, Ariane Mondon ve Ika Hügel-Marshall Kreuzberg, Berlinale lezbiyen annelerle konuşurken, 1990. Lorde’un yakın arkadaşları Dagmar Schultz ve Ika Hügel-Marshall’ın Audre Lorde – The Berlin Years 1984 to 1992 projesinden

 

Audre Lorde’un çok kuvvetli ve —aynı zamanda şair olmasından kaynaklanan— poetik bir dili var. Bu dili Türkçe’de karşılamak sizin için nasıl bir deneyimdi? İkinizin de şiirle ve edebiyatla kuvvetli bir ilişkisi var, aynı zamanda şiir de yazıyorsunuz. Sizce edebiyatla olan bu bağınız çeviri sürecini nasıl etkiledi?

 

Yusuf: Şiirle derdi olmayan birinin Audre’yi çevirmesi çok zor. Zaten Audre için şiir ile düzyazı arasındaki uzaklık çok kırılgan bir ilişki. Audre’nin Adrienne Rich ile olan röportajında okuyabileceğiniz üzere, şiir onun için onu çocukluğundan beri şaşırtan ilkel bir çekim, kendi içinde anlayamadıklarına işaret etmenin bir yoluyken, düzyazı ve dilbilgisi kuralları ancak yetişkinliğinde, hatta üniversitede öğretmenlik yaparken öğrenmeyi tercih ettiği, sürücü ehliyetine benzettiği, elinde olması sırf farklı seçeneklerin sunduğu özgürlük dolayısıyla yararlı olabilecek bir araç. Birçok yazısında, her zaman çok da belirgin olmayan şekillerde, Audre düzyazının kurallarını ve kısıtlamalarını kırmaktan çekinmiyor, hatta bunu büyük bir coşkuyla yapıyor. Kendi dediği gibi, şiir dilimizin yetmediği veya toplumda dilin etrafında henüz şekillenmediği konuları ve duyguları ortaya koymanın bir yolu; Audre tam olarak bu yüzden ‘şiir bir lüks değildir’ kanaatinde. Audre İngilizcenin bir dil olarak sunduğu kendine has imkânların sınırlarında dolaşmayı sevdiğinden, tahmin edilebileceği üzere bu tür bir şiirsel dilin Türkçe karşılığını bulmak haylice zor olabiliyor. Bu zorluğun üstesinden Türkçe’de düzyazının şiirle kırılabileceği yerleri yoklayarak geldim. Yani söz konusu olan, metinde İngilizce aracılığıyla yakalanan dilde yıkıcılık/yapıcılık dengesinin Türkçe’ye doğal bir şekilde nasıl tekabül edebileceğini keşfetmekti. Bir gerçeklik arayışında değildim, sadece bir ortaklık arayışındaydım. Benim dille ilişkimin Audre’nin deneyimiyle ortaklaştığı nokta, yurtdışında yaşamaya başlamamla birlikte Türkçe’min yavaş yavaş ailemle kullandığım birkaç basit kelimeye süzülmesi sonucunda gerçekleşti. Belki de bu fakirliğe bir direniş olarak durmadan Türkçe şiir yazmaya başladım. Hatta nedense yabancılaştıkça şiir yazarken tuhaf bir özgürlük hissetmeye başladım, sanki yazabilmek için evden uzak olabilmem gerekiyormuş gibi. En sonunda ana dilim düzyazının kurallarından gittikçe uzaklaştı, soyutlaştı, romanlardan ve makalelerden apayrı, bana ait bir oyun alanına dönüştü. Bu şekilde Audre’yi anlayabildiğimi düşünüyorum. Şu güne değin Türkçe şiir dışında bir şey yazıyor olmak tuhaf geliyor bana. Tabi ki özünde Bahisdışı Kız Kardeş makalelerden oluşan bir derleme olduğundan onu çevirebilmek için unuttuğum birçok yazım marifetini yeniden kazanmam gerekti. Buna minnettarım. Fakat Audre’yi bu kayıp veya çocuklaşma sürecinin bana öğrettiklerine danışarak çevirdiğimi söyleyebilirim.

 

Gülkan ‘Noir’: Audre’nin çevirdiğimiz metinlerinin bir kısmı nesillere etki etmiş oldukça güçlü konuşmalar. Bu kısım beni özellikle cezbetti. Hem Emma Goldman gibi 19. yüzyıl devrimcilerinden hem de Malcolm X gibi Siyah devrimcilerden miras aldığı kuvvetli bir hitabet yeteneğinden hem de Audre’nin biricik şair sesini iliklerde hissettiren bir tutkudan bahsediyoruz burada. 

 

İngilizce tıpkı Türkçe gibi belli kurallar, söyleyiş şekilleri ve katı dilbilgisi kuralları ile belirlenmiş bir dil elbette. Peki ama bu kimin dili? Audre Lorde kullandığı dili iyi bilen ama onun sterilliğini ve kapalılığını Siyah dilin ve Lezbiyen deneyimin imkânlarıyla aşındırmaya çalışan devrimci bir şair kanımca. Metinlerde Audre’nin cümle yapısını bozan, ikilemeleri, ritmik söyleyişleri, bilhassa değiştirdiği tonlamaları, küçük harf ve büyük harf seçimleri ile kendi özgün dilini yani sesini duyuyoruz. Kendi adıma çeviri yaparken hiphopta ya da kimi rap şarkılarında, duyduğum bu sesi anlamdan daha fazla öncelediğimi söyleyebilirim. Onun sesini beyazlaştırmamak, fazla temiz bir Türkçeye tahvil etmemek benim için önemliydi. Editörlerimize sık sık “burası lütfen böyle kalsın, düzeltmeyelim” dediğim notlar yazdığımı biliyorum. Şanslıydık, dil meselesine benzer yerlerden bakan editörlerle çalıştığımız için. 

 

Bir çevirmen olarak ses ile duymayı, duyurmayı öncelemek kendi şiir algımdan getirdiğim bir haslet. Bu anlamda kendimi Audre Lorde’un hem düzyazılarına hem de şiirlerine akraba hissediyorum. Türkçe’de çok iyi tanınan, hem sınıfsal hem de farklı özelliklerinizden dolayı anaakımda çok fazla ‘görülmeyen’ bir şairseniz bu çabanız  pek ‘okunabilir’ olmayabiliyor.. Yazdığınız her şeyde ‘düzleştirilmemesi / düzeltilmemesi” için bir bilgi notu eklemek gibi aslında şiirin kendisine ters, nahoş durumlarla karşı karşıya kalabiliyorsunuz. Audre, her şeye rağmen konuştuğunuz, yazdığınız dil içerisindeki bu tarz aşındırma çabalarına dair özgüveni pekiştiren bir etki yaratıyor. Doğru yoldasınız, adımlarınızın ritmini okuyabilenler az belki ama sesinizi duyurmakta ısrarınızın ve inadınızın asla boşuna olmadığını size aşılıyor.  Çeviri zihnen bildiklerimi teyit etmemde güçlendirici pratik bir etki yarattı. Yusuf’un da dediği gibi o hep yanıbaşımızdaydı, biz de birbirimizin elini, sesini sarmaladık desem yanlış olmaz.  Kuşkusuz hayatta kalmamızı, arzuyu, erotiği canla başla savunmasıyla üzerim(iz)de emeği olduğunu düşündüğüm queer bir şairi çevirmek büyük bir onur olduğu kadar muazzam bir keyif yarattı.

 

Yaptığım(ız) şeyin çevirinin de ötesinde bir ahde vefa olduğunu, edebi serpilmemde  payı olan şairlerden birinin edebiyatla direnen ve Türkçe okuyan herkese iyi gelmesini can-ı gönülden arzuladığımı söyleyebilirim.

 

[Söyleşinin birinci kısmının sonu.]

 

Kapak Görseli: Sevinç Altan’ın kitap için yaptığı tasarım. 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YBahisdışı Kız Kardeş Üzerine: “Kendi Sesini Dünyayla İlişkilendirmek” (2. Kısım)
Bahisdışı Kız Kardeş Üzerine: “Kendi Sesini Dünyayla İlişkilendirmek” (2. Kısım)

Lorde'un zamansız ve ebedi sesi, nefesi bizimle olsun. Zihni uyanık tutuyor çünkü. Bahisdışı Kız Kardeş bitmez tükenmez bahislerin, her türden direnişin ilhamı olsun.

Bir de bunlar var

“Bir kadının kendine verebileceği en güzel hediye lazer epilasyon (mu)dur?”
Yeditepe İstanbul’dan Çukur’a Ne Düştü? Bir Kültürel İklim Okuması
Sevgi Soysal’ın Kendine Özel “Faşizm”i

Pin It on Pinterest