Bu sesleri, içinden çıktığı dönemin ses perdesinde derin izler bırakan, delikler açan bir karşıt-ses, bir karşıt-bellek gibi duyduğumdan önemsiyorum.

SANAT

Aşk, Ses vs.

Editörlüğünü Umut Tümay Arslan’ın yaptığı Cuma Fragmanları bir kısmı kalıba girmiş, bir kısmı dışarıda kalmış ya da şekilsiz bir kadınlık tecrübesiyle, yarı-pişmiş bir kadınlık tanımıyla bir biçimde bağlı, herhangi bir film, roman, şiir, sanat, kültür ürünü, büyük meseleler-küçük meseleler-orta meseleler, ama en çok yazmak, yazının gücü ve güçsüzlüğü ve kadınların yazması hakkında.

 

 

Cuma Fragmanları’na 2020 yılının Ekim ayında ilk kez yazdığımda, İşe Yarar Bir Şey’de (Pelin Esmer, 2017) kadın sesinin üst ses olarak son dönem Türkiye sineması içindeki istisnai kullanımına kulak kabartmış, sesleri sorulara tercüme etmeye çalışmıştım. Bu sefer bir başka ayrıksı kullanımı, Ümit Ünal’ın Aşk, Büyü vs. (2019) filminde belirgin bir tercih olarak karşımıza çıkan üst sesleri dinlemek istiyorum, Reyhan’ın (Selen Uçer) mektuplarının ve Eren’in (Ece Dizdar) ıslığının üst sesini. Hatta bu kadraj dışı sesleri, kadrajın dışını iyice genişleterek, filmin seyircisiyle ilk defa buluştuğu dönemin eril ve homofobik politik sesleri karşısında “neyi seslendirdiğiyle” ya da “neye seslendiğiyle” birlikte düşünmek de istiyorum. Seslere yönelen bu özel dikkat, filmin sunduğu geniş ve çok-boyutlu malzemeyle yazılabilecek pek çok farklı odaktan sadece birine yöneliyor elbette. Bununla beraber bu sesleri, içinden çıktığı dönemin ses perdesinde derin izler bırakan, delikler açan bir karşıt-ses, bir karşıt-bellek gibi duyduğumdan oldukça önemsiyorum.

 

 

 

Aşk, Büyü vs’nin en başında, henüz ekran siyahken, bir ıslık sesi duyarız. Hemen ardından gelen açılış sahnesinde Eren’in vapurda görünen silueti üzerine üst sesten aşağıdaki sözler akarken, ilk cümleyle birlikte tekrar ve sözlerin bitiminde ekranda beliren film adının üzerinde bir kez daha duyacağımız ıslık peşimizi bırakmaz:

Dünyada kimse kimseyi böyle özlememiştir. Her yerine hasretim, ellerin, dizlerinin arkası, kıvrımların, teninin inceldiği yumuşak yerlerin, tüylerin, bakışların, kokuların, fısıltıların ve saçlarının başladığı yerden ayak parmaklarının bittiği son noktaya kadar her hücren ve hepsinin ürettiği her kelime, her hareket, her ses bana karışsın, benimle olsun, hâlâ seninim, hâlâ içimdesin.

 

Sonrasında bu özlem ve aşk dolu üst sesin, Reyhan’ın yirmi yıl önce Eren’e yazdığı ama Eren’in annesinin ondan senelerce sakladığı ve ancak ölmeden önce kendisine verdiği aşk mektuplarından satırlar olduğunu öğreniriz. Islığın iki âşık arasındaki özel mânâsını ise mektupların üst sesinden anlarız. Yine önce ıslık sesi, sonra mektuplardan şu satırlar ve sözlerin bitiminde tekrar ıslıkla:

Yaz akşamları odamda beni çağıran ıslığını beklerdim, bazen gelmezdin, onun yerine bahçeden kahkahalar, yüksek sesle konuşmalar, çatal kaşık sesleri gelirdi, rakı ve yanık yağ kokusu. Bazen de kapının önünde çapkın bir kuş gibi duyulurdu ıslığın, o zaman da benden daha mutlusu yoktu.

 

 

Filmin aşağı yukarı yarısına kadar, kendini mektuplardan ve ıslıklardan duyuran, birbirini bırakmayan bu üst sesler, üst sesin alışıldık kullanımlarında olduğu gibi üzerinde aktığı görüntüleri açıklayıcı, tamamlayıcı, anlaşılabilir kılan bir eşlikçi şeklinde işlemez. Anlatıda ayrı bir kat olarak açılıp, gördüğümüz film evrenine gördüğümüzün ötesinde başka bir katman olarak eklenir: Hem geçmişteki bir gençlik aşkını sonik bir flashback gibi anlatının şimdisine taşır, hem de yirmi yıldır ayrı olan aşıkları ses perdesinde adeta kavuşturur.[i]

 

Adanın aşklarına yazılmış ne çok şarkı var değil mi? Ne çok şarkı yazılmış burada? Ada sahillerinde ne çok aşık beklemiş. Bense uzaktan adaya bakıp bakıp seni düşünüyorum. Bu adanın her köşesine sen sinmişsin. Sen sevdiğin için sevdiğim çiçekler, sen seviyorsun diye sevdiğim kediler, hepsini seni özler gibi özlüyorum.

 

 

Henüz Reyhan bile ikna olmamışken, bu aşkın söylendiği gibi geçmişte kalan bir gençlik “hatası” olmama ihtimalini, şimdinin görüntülerini kuşatarak seslendirir. Eğer ki üst ses kullanımının o sesin kendisine, söylediğine, çağrısına, dikkatine anlatı içinde sadece bir öznellik değil aynı zamanda bir otorite atfı olarak işlediği düşünülürse, Aşk, Büyü vs.lezbiyen aşkın sözlerini ve arzunun ıslığını belirgin bir biçimde bu otoriteyle donatır. Böylesi bir otorite atfıyla, Eren’in babası bakan bey tarafından tarumar edilmiş hayatların (şüphesiz ki en çok da Reyhan’ın hayatı) şimdisini, geçmeyen bir geçmiş olarak Reyhan’ın mektupları ve Eren’in ıslığı ele geçirir. Geçmişte yok sayılmış ve yok edilmeye çalışılmış bir aşkın belleği tekrarla anlatıyı kesintiye uğratarak, yok sayılması imkânsız bir karşıt-ses olarak şimdiye kaydedilir.

Birbirimize kaç bin kere seni seviyorum dedik kim bilir? Fısıltı bile olsa seslerimiz gökyüzünün gizli bir köşesine gitmiştir, bir yerlerde hala yankılanıyordur.

 

Buna karşılık, şiddet ve nefret dolu bakan beyin kan donduran -“Vay köftehorlar!”- eril seslenişi anlatı içinde pespaye bir taklitten ve taklidin kifayetsizliğinden öteye gidemez.

 

 

Aşk dolu hayatları cehenneme çeviren bakan beyi düşününce, şimdinin perdesi filmin evreninden ibaret olmaktan çıkıyor benim için. Hem filmin ilk kez izleyici karşısına çıkmasından önce Diyanet İşleri Başkanının LGBTİ+ bireylere karşı nefret söylemi dolu açıklamaları, hem de hükümet erkânının kamusal seslenişlerinde artarak ve tekrarla kendini gösteren eril, homofobik, transfobik ton kulağıma doluyor. Hayli uzun bir süredir kadınların ve LGBTİ+ bireylerin hayatları ve bedenleri üzerine ve pahasına üretilen bir cinsiyet politikasının bildiğim sesi bu. Eren’in babası bakan beyi filmde hiç görmesek de sesini oradan tanıyorum. “Vay köftehorlar!” değil “Sapkınlar!” diye seslenen, kan donduran bir ses… Sonra, Reyhan ve Eren’in son sahnede birbirlerinin omzunda yükselen kavuşma kahkahaları kadrajdan taşarak bu sesi delip geçiyor.[ii]

 

Bu kadar çok severken, bu kadar arzuyla isterken her şeyin yok olması, bitmesi imkânsız. Değil mi?

 

 

 

 

 

 

[i] Bu kavuşmasının, ada dekoru ve zengin kız-fakir kız karşıtlığında ilk bakışta benzermiş gibi göründüğü Yeşilçam anlatılarının hesapsız, yüzleşmesiz mutlu kavuşmalarından hayli farklı, sınıfsal ayrımını cayır cayır bağırma özelliği üzerine bir tartışma için bkz. Selin Gürel, “Aşk, Büyü vs. : Parisler ve Pendikler”, Altyazı, 22 Mayıs 2021. https://altyazi.net/yazilar/elestiriler/ask-buyu-vs/

[ii] Aşk, Büyü vs. ile yakın tarihli Metin Akdemir’in Hayalimdeki Sahneler (2020) filminin “hayali” sahnelerinin de benzer şekilde kadrajdan taşarak bu sesleri delip geçtiğini söylemek pek mümkün.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YBergen’in Sesi, İmgenin Boşluğu*
Bergen’in Sesi, İmgenin Boşluğu*

Bergen-olmayan ses tam da o olmadığını bile isteye sahiplenerek -ve görsel olanın tersine- bir benzemeyişe açılarak çerçevenin dışına, imgenin boşluğuna işaret eder.

SANAT

YCamdaki Yansımana Bakmak, Hayat Üzerine İki Çift Söz Söyleyebilmek ya da Bir Şiir
Camdaki Yansımana Bakmak, Hayat Üzerine İki Çift Söz Söyleyebilmek ya da Bir Şiir

“Bir Sarı Çiçek” referansını vermek ya da Cortazar’dan konuşmak neden kadın karakterlerin sıklıkla payına düşmedi?

Bir de bunlar var

Kalıplar, Marazlar, Çizgiler, Belki Aşktan Silgiler…
Mustang bir Özgürleşme Filmi mi?
Teresa Pągowska’nın Astarsız Tuvallerindeki Kadın Bedenleri

Pin It on Pinterest