Savaşın ırk ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığı bağlamında yarattığı küresel ölçekteki etkilere dair can sıkıcı bir sessizlik hakim.

MEYDAN

Yarın Olmaz, Şimdi: Savaşın Sonrasını Yeniden Tahayyül Etmek

Aida A. Hozić ve Juliana Restrepo Sanín, Ukrayna’daki savaşın siyasi ve ekonomik gerçekliklerini, siyasi istikbali biçimlendirmekte olan ırksallaştırılmış ve toplumsal cinsiyet karşıtı söylemleri ve ırk ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığı bakımından savaşın küresel ölçekte en savunmasız kesimleri marjinalleştiren etkilerine karşı hakim olan sessizliği ele alıyor. İki yazarın LSE (The London School of Economics and Political Science) Centre for Women, Peace and Security blogunda yayınlanan 10 Mayıs 2022 tarihli yazısı Evren Sünnetçioğlu tarafından çevrilmiştir.

 

Feminist düşünürler savaşların iki yönünü vurgular. Birinci olarak, savaş ve barış, kamusal ve özel, yurtiçi ve uluslararası gibi alışıldık ikili karşıtlıkların geçerliliğini sorgular şekilde, şiddetin süreklileşme ve dolaşım biçimleri üzerinde dururlar. Feminist perspektife göre, savaşlar sadece bölgesel nitelikte değildir ve toprakla sınırlandırılamaz. Mülteci, insani yardım görevlisi, paralı asker ve gazi gibi figürleriyle savaşlar sürekli dolaşır (ve geri döner). Savaşlar silah ticareti, kayıt dışı ve yasa dışı pazarlar, yağma mallar, uyuşturucular ve resmi yardım paketleri yoluyla küresel ekonomik sistem içerisinde dolaşımdadır. Suç, aşırıcılık ve aile içi şiddet olgularında açık ifadesini bulan savaşlar hayatta kalanlar ve gaziler arasında travma, yerinden edilme, aile içi istismar, bağımlılık ve intiharla geleceğe uzanır.

 

Feminist düşünürler, ikinci olarak, savaşların kalıcı ve dönüştürücü yönlerine, sözgelimi erkekleri, kadınları, cinsellikleri ve toplumsal cinsiyet ilişkilerini şekillendirme ve yeniden şekillendirme kapasitesine vurgu yapar. Savaşlar, kadınların aktivizmine ve katılımcılığına yeni biçimler verebildiği gibi, silahlı çatışmaların bitiminden sonra dahi eril iktidar uzlaşmalarını sağlamlaştırabilir. Savaşlar ekonomik manzarayı yeni servetler yaratmak ve geçim yollarını cinsiyetlendirilmiş işbölümüne yönelik ciddi sonuçlar doğuracak biçimde tahrip etmek suretiyle  derinlemesine değiştirir. Savaşlar kaynakları yeniden bölüştürerek, kayıp, yas, kahramanlık ve mağduriyet konusunda olduğu gibi, sevgi ve esirgeme konusunda da yeni anlatılar yaratır.

 

Feminist düşünürler, savaşın bu mekânsal ve zamansal boyutlarını farklı bir biçimde nazara aldıkları için, çatışma ve şiddetle şekillendirilen siyasi istikballere ve savaşlarla kutsanan cinsiyetli iktidar ilişkilerine dair tefekkürler savaş analizlerinde açık ve örtük olarak daima yer bulur. Bu nedenle, Ukrayna’daki mevcut savaş üzerine düşünen feministler açısından şunlar hiç de erken sorulmuş sorular değildir: Bu savaş hangi cinsiyetlendirilmiş ihtimallere gebe? Bu savaş şimdi ve gelecekte, sadece Ukrayna ve Avrupa için değil, aynı zamanda dünyanın geri kalanı için hangi siyasi ve ekonomik gerçeklikleri beraberinde getirebilir?

 

Irksallaştırılmış Söylem, Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Politikalar ve Beyaz Erkeklik: 

 

Verdiği çelişik mesajlarla bizi bu soruları sormaya teşvik eden, dahası analizimizin çerçevesini çizen bir imge var: Savaşın ilk günlerinde Polonyalı annelerin çatışmadan kaçan Ukraynalı kadınlar için tren istasyonuna bıraktığı boş bebek arabaları. Bu imge, süratle ikonlaştı. Ardından, Lviv’den Montreal ve San Francisco’ya kadar birçok şehre savaşta öldürülen çocukları sembolleştirmek ve Rusya’nın işgalini protesto etmek amacıyla bebek arabaları bırakılmaya başlandı. Söz konusu imge ve ona eşlik eden enstalasyonlar, Rusya’nın ayrım gözetmeyen şiddetinin zalimliğini andırarak duygusal açıdan güçlü yankılar uyandırıyor.

 

Bununla birlikte, boş bebek arabaları, Doğu Avrupa ve ötesinde ısrarla üremeye ve toplumsal cinsiyet karşıtlığına odaklanan politikalarla da ilişkilendiriliyor. Sağ siyasetçiler, nüfustaki düşüşten ve Batı’ya toplu göçten kaynaklanan ulusal ve mekânsal ıssızlaşmaya dair korkuları istismar ediyor. Afganistan, Suriye, Irak ve sair yerlerden gelen mülteci akınına yönelik, Büyük Yer Değiştirme Teorisi (the Great Replacement Theory) üzerinden geliştirilen ırksallaştırılmış söylemler, 2015’ten bu yana siyasal çekişmeyi yapılandırıyor. Beyaz Hıristiyanların yerini Küresel Güney’den işgalcilerin alacağı yönündeki kaygı, (beyaz) kadınların annelikle özdeşleştirilmesine ve bu şekilde kontrol edilmeleri arzusuna yol açıyor. Muhafazakâr hükümetlerin kürtaj kısıtlamalarını yeniden tesis etmeye giriştiği veya daha fazla çocuk sahibi olmaları için annelere teşvikler sunduğu Polonya ve Macaristan’daki toplumsal cinsiyet karşıtı siyasetin merkezinde de aynı kaygı var.

 

Batı Avrupa ile ABD’deki etnik milliyetçiler ve beyaz üstünlükçüler de beyaz erkekliği merkeze alan ırksallaştırılmış bir toplumsal cinsiyet düzeni adına aynı retoriğe kilitlenerek, kadın ve LGBTİQA+ haklarının altını oymaktadır. İşbu ulussaşırı toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin çoğunun LGBTİQA+ haklarıyla toplumsal cinsiyet eşitliğini ulusun varlığına karşı bir tehdit olarak tanımlayan Rusya tarafından bizzat finanse edilmesi de ironiktir. Savaştan ötürü sadece Ukrayna’da veya Rusya’da değil, Avrupa’da ve dünyada da baş gösteren ırk ve toplumsal cinsiyet politikalarını ele alırken bizi durup düşünmeye sevk eden bir nokta da, bu denli çelişik bir mantığın, Ukraynalı mülteci ve annelere kucak açılması söz konusu olduğunda tekrarlanmasıdır.

 

Ekonominin Cinsiyetlendirmeye Saplanmış Hali:

 

Ukraynalı kadınların ülke ekonomisine ve Donbas’taki çatışmaya yıllar yılı yaptıkları katkıların çoğu kez tanınmamış ve görünmezleştirilmiş olduğu düşünüldüğünde, halihazırdaki savaşta onlar hakkında verilen bu çelişik mesajlar şaşırtıcılıktan uzaktır. Savaşın başlangıcından bu yana, 5 milyonu aşkın mülteci Ukrayna’yı terk etti. Erkeklere getirilen ülkede kalma ve savaşma zorunluluğu nedeniyle mültecilerin yüzde 90’ını kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Kadınlar, Rus işgalinden önce, gönderdikleri havaleleriyle gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 10’unu oluşturuyordu. Şimdiyse, nüfusu zaten 20 milyon olan Ukrayna diasporasına katılmış bulundular. Soğuk savaş sonrası dönemde, Ukraynalı göçmen emekçilerin çoğunluğunu şaşmaz biçimde kadınlar oluşturageldi. Diasporadaki Ukraynalı kadınların çoğunluğu bakım endüstrisinde ve ev hizmeti sektöründe iş bulsa da, Ukrayna yıllardır Avrupa’daki kadın ticaretinin ve cinsel sömürünün kaynak ülkesi olmak gibi kötü bir şöhrete sahip oldu. Ve devlet, kadın göçmenlerin sürgündeki emeklerinden yararlanadursun, kadın göçmenler, toplu göçleri Ukrayna ulusal kimliğinin esası olan makbul kadınlık tasavvuruyla çeliştiği için, “fahişe” ve “dönek” olarak resmedildi.

 

Yakın zamanda Review of Political Economy dergisinde, toplumsal cinsiyet, siyasal iktisat ve çatışmanın Ukrayna’daki karşılıklı etkileşimini ve bunun kadınları nasıl görünmezleştirdiğini daha etraflıca analiz eden iki makale yayınlandı. Jenny Mathers makalesinde, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası başta olmak üzere Uluslararası Finans Kuruluşları (IFI) tarafından dayatılan koşullar altında geliştirilen kemer sıkma politikaları çerçevesinde Ukrayna ekonomisinin yeniden yapılandırılmasının cinsiyetlendirmeye dönük etkilerini ayrıntılarıyla gözler önüne seriyor. Hükümet bu yeniden yapılandırma doğrultusunda devlet kurumlarını özelleştirmiş, arazi piyasasını dışarıya açmış ve sosyal hizmetler, eğitim ve sağlık hizmetlerinde kısıntıya gitmiştir. Bu yeniden yapılandırmanın yükü ise kıyas kabul etmez biçimde kadınların sırtına yüklenmiştir.

 

Bir bu kadar önemli olan bir gelişme de, Uluslararası Finans Kuruluşları’nın yeniden yapılandırma dayatmalarından hariç tutulan askeri harcamaların artmaya devam etmesi ve Donbas’ta süregiden çatışmanın, cinsiyetlendirilmiş fedakârlık taleplerini beraberinde getirmesi (nitekim erkekler silah başına çağrılırken, kadınların fazladan bakım emeğine koşulması anlamına gelmiştir bu) sonucu birlikte toplumda ortaya çıkan militerleşmenin, Kyiv’in eril elitini korurken, kadınların ve hanelerin ekonomik güvencesizliğini derinleştirmesidir. Yazar Elliot Dolan-Evans ise makalesinde, Jenny Mathers’in analizini geliştirerek, IMF’nin dayatmasıyla gaz piyasasında gerçekleştirilen liberalleşmeye odaklanıyor ki söz konusu süreç 2000-2019 yılları arasında ev tipi enerji giderlerine yüzde 4000 (ve Donbas’taki savaş sırasında yüzde 650) zam yapılmasını beraberinde getirmiştir. Yükselen enerji maliyetleri, özellikle kırsal kesimlerde kadınları hayatlarını riske atarak biyoyakıt aramaya ve (su dahil) diğer ihtiyaçların artan bedelini ise karşılıksız, ek iş güçleriyle telafi etmeye itmiştir.

 

Askeri Yardım için Feminist Çağrılar

 

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin, Ukraynalı vatandaşlara kendilerini savunmaları için askeri yollardan başka bir seçenek bırakmadığına şüphe yok. Rus güçlerini püskürtmede gösterdikleri cesaret ve hayret verici dirayete rağmen, yaşanan can kayıpları ve (tecavüz gibi toplumsal cinsiyete dayalı şiddet biçimlerini de kapsayan) vahşet olaylarının yanı sıra, fiziksel altyapının, tarımsal üretimin ve geçim kaynaklarının topyekûn imhası halk açısından yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. Bazı Ukraynalı feministler, özcü yaklaşımlardan bekleneceği gibi barış ve müzakere çağrısı yapmaktansa, Batı’daki yoldaşlarına daha fazla askeri yardıma ve gelişmiş silah sistemlerine ihtiyacı olduklarını anlamaları yönünde telkinde bulunuyorlar. Adeta bir genel kabul halini almış feminist pasifizm yerini, Ukrayna ordusu adına lobi faaliyetlerinde bulunan ve saldırgana karşı savaşmak için askeri mühimmat, uçaklar, çelik yelek, insansız hava araçları, uçuşa yasak bölge gibi ek kaynaklar talep eden feministlere bırakmıştır. Minsk anlaşması müzakerelerine dahil edilmemelerine ve Ukrayna ile Rusya arasında halihazırda devam eden müzakerelerin hiçbirinin parçası olmamalarına rağmen, savaşta savaşçı, silah tedarikçisi, enformasyon savaşı aktivisti, yardım görevlisi ve asker olarak tereddütsüz seferberlik halindeki kadınlar Ukrayna ordusunda hatırı sayılır bir temsile sahip.

 

Savaş hızla büyüyor ve kadınlara yönelik layıkıyla araştırılagelen bu cinsiyetlendirilmiş ekonomik ve askeri baskıların Ukrayna’daki dağılımını değiştiriyor. Gelgelelim Mila O’Sullivan’ın da çalışmasında gösterdiği gibi, Rusya’nın sürdürdüğü işgale Batı’nın verdiği siyasi tepkiler arasında toplumsal cinsiyete dönük mülahazalara pek yer yok. Çatışma sona erdiğinde, bu vaziyetin değişmesi olası görünmüyor;  zira, Ukrayna’nın Kadınlar, Barış ve Güvenlik (Women, Peace and Security) gündeminin uygulanmasına yönelik Ulusal Eylem Planı’nda güvenlik güçlerinde yer alan kadınlara ve bu kadınların ülkenin özsavunmasındaki rolüne odaklanılırken, savaşın siviller üzerindeki cinsiyetli etkileri dahil diğer tüm konular gündem dışı bırakılmıştır. Başka bir deyişle, Ulusal Eylem Planı militerleşme ile meşru müdafaa, toplumsal cinsiyet eşitliği ile fedakârlık, savaş ile annelik arasındaki gerilimleri açığa vurması bakımından bu savaşın kadınlara yüklediği çelişik beklentileri bizatihi somutlaştırmaktadır.

 

Savaşın Küresel Ölçekte Cinsiyetlendirilmiş Etkileri:

 

Savaşlar sürekli dolaşım halinde olduğu ve etki alanları itibariyle çatışma bölgelerinin çok ötesine uzandığı için, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve Batı’nın yaptırımları, ırk ve toplumsal cinsiyet ilişkileri konusundaki derin içermeleriyle* tüm dünyada yankı uyandırıyor. Üstelik savaş, tahmini hesaplara göre 15 milyona yakın insanın canına mâl olan, birkaç bin insanın sakatlanmasına veya hayatına uzun süreli hastalıklarla devam etmesine yol açan, küresel ve bölgesel tedarik zincirlerini sekteye uğratan, enflasyonu, yoksulluğu ve eşitsizliği artıran, tam olarak aşılamamış bir pandeminin yaşandığı bir dünyada vuku buluyor. Dolayısıyla söz konusu çatışmanın İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyanın en vahim gıda krizine yol açma ihtimali, meseleyi daha da endişe verici hale getiriyor.

 

Enerji fiyatlarındaki ve gübre maliyetlerindeki artış, küresel çapta büyük güçlerin rekabetiyle kesişirken gıda krizinin etkilerini de katmerleştiriyor. Lübnan’ın 2020’de ithal ettiği buğdayın yaklaşık yüzde 80’i Ukrayna’dan geliyordu. Lübnan’ın zaten hızla çöken ekonomisi bir darbe daha almış, gıda fiyatlarındaki artış, nüfusun çoğunluğunu yoksulluğa sürüklemiştir. Sri Lanka’da derinleşen ekonomik kriz sokak lambalarının kapatılmasını zaruri kılmıştır, ki bu durum, kadınların güvenliği ve hareketliliği açısından önemli sonuçlar da doğurmuştur. Peru’da ise artan enerji fiyatlarına yönelik protestolar polisle şiddetli çatışmalara ve ardından hükümetin sokağa çıkma yasağı ilan etmesine yol açarken, bu durum, pandeminin karantina devrelerinde de görüldüğü gibi, toplumsal cinsiyete dayalı hane içi şiddetin artması riskini beraberinde getirmiştir. Saydığımız bu birkaç örnek bile, savaşın geniş kapsamlı etkilerinin, pandemiden ötürü zaten şimdiye dek görülmemiş boyutlara ulaşmış olan aile içi ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddette muhtemelen daha büyük bir artışa yol açacağını çabucak göstermektedir.

 

Ukrayna’daki savaş da bütün savaşlar gibi toplumsal cinsiyet ilişkilerini etkiliyor ve dönüştürüyor. Savaşın ırk ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığı bağlamında yarattığı küresel ölçekteki etkilere dair can sıkıcı bir sessizlik hakim, ki Batı’nın halihazırda Rus işgaline verdiği tepkilerde de aynı sessizlik göze batıyor. Feministler olarak, gerek Ukrayna’da gerekse başka yerlerde savaşın bedelinin, genelde olduğu gibi,en savunmasız kesimlere ödetilmesinden korkuyoruz. Ayrıca, savaşın gidişatına ilişkin tartışmalarda, toplumsal cinsiyet ve ırk mülahazalarının göz ardı edilmesinin ileride, daha adil ve daha hakkaniyetli toplumsal cinsiyet ve ırk politikalarının bir kez daha marjinalleştirilmesine yol açma ihtimalinden endişe duyuyoruz.

 

Feminist düşünür ve aktivistlerin, özellikle de Batı’nın rahat koşullarında yaşayanların Ukraynalı muadillerinden öğreneceği çok şey var. Gerek Ukraynalı feministlerin özsavunma konusundaki meşru failliğini ve ihtiyaçlarını, gerekse savaşların hayatta kalma mücadelesi verenlerin sırtına yüklediği taleplerin çokluğunu tanıyıp teslim etmeleri elzem. Ukraynalı feministlerin perspektifi, Kadınlar, Barış ve Güvenlik gündemini sadece savaş sonrasında ve barış koşullarında kadınların mağdur veya savaşçı olarak kapsanmasıyla sınırlı bir mekanizma olarak değil, savaşın cinsiyetlendirilmiş ve ırksallaştırılmış etkileri hakkında düşünmeye elverişli bir mekanizma olarak yeniden tahayyül etmemizi de zorunlu kılıyor. Bu perspektif aynı zamanda, tahakküm ve emperyalizmle değil, işbirliği, karşılıklılık, hakkaniyet ve adaletle yönetilen yeni bir dünya düzenini yeniden tahayyül etmeye teşvik ediyor bizleri. Bu savaşı, sıklıkla ifade edildiği gibi otokrasiye karşı verilen bir demokrasi savaşı olarak tasavvur edebilmek için, Doğu’daki ve Batı’daki demokrasi savunucularının savaş ile barışın çok yönlü çelişkilerini fark edip ele almaları ve gerek kendi ülkelerindeki gerekse başka ülkelerdeki antidemokratik politikalara ve retoriğe karşı koymaları şart.

 

Aida A. Hozić

 

Juliana Restrepo Sanín

 

Ana Görsel: UN Women

 

*İçerme: [İng. implication, logical implication] [Alm. lmplikation, logische lmplikation] [Fr.implication, implication logique]: K önerme kümesinin p gibi bir önermeyi içermesi, (p’yi de yorumlayan) K’nın her doğrulayıcı yorumunda p’nin doğru olmasıdır. Kaynak: Teo Grünberg ve Adnan Onart, Mantık Terimleri Sözlüğü (Ankara: TDK, 1976), s. 71 – ç.n.

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Güzel İllüzyonlar, Acı Gerçekler: Setlerde Mobbing ve Bizim Kızlar
Yaşar Kemal’in Madımak Konuşması – 8 Temmuz 1993
Şirin Tekeli ile Söyleşi: Karı Kuvvetlerinden Feminist Harekete

Pin It on Pinterest