Bu öncü sloganı alıp, daha düne kadar varlıklarından haberdar olmadıkları kadınların mücadelesini estetize eder şekilde oryantalist imajlarla birleştirerek kullanan Batılı sanat kurumları, hayatlarını riske atan protestocuların taleplerini nitelendiren nüansları görünmez kılarak suç ortaklığı yapıyor.

MEYDAN

“Jin, Jiyan, Azadi”nin Batı’daki Sanat Kurumları Eliyle Metalaştırılması

 

 

İranlı kadın ve na-binary sanatçıların 1979 İslam Devrimi’nden bu yana çektiği deneysel filmlerin Farsçanın yanısıra Fransızca ve İngilizce dillerinde ücretsiz izlenebilmesi ve İran’daki direnişçilerle dayanışma amacıyla oluşturulan “İran için İran’dan Filmler” adlı program kapsamında Pegah Pasalar, Katayoon Barzegar ve Niloufar Nematollahi’nin ortaklaşa yazdığı, Another Screen online platformunda yayınlanan yazı Burak Üzümkesici ve Emine Ayhan tarafından çevrildi. 

 

 

Bu metin, bugün İran’daki politik manzaraya şekil veren devrimci arzuların teşvikiyle yazıldı. Yazının ortaya çıkışı, görsel sanatçı Katayoon Barzegar’ın Saina Salarian ve Niloufar Nematollahi ile birlikte Kasım ayında Rotterdam’daki bağımsız sanat mekânı Available and the Rat’te düzenlediği bir etkinlik kapsamında, Barzegar ve sinemacı Pegah Pasalar arasında gerçekleşen bir söyleşiye dayanıyor.

 

Etkinlik, 1979’da Dünya Kadınlar Günü için yerel bir kadın komitesinin daveti üzerine Tahran’da bulunan ve Ayetullah Humeyni’nin 7 Mart’ta kadınlar için zorunlu örtünmeyi ilan etmesiyle patlak veren protestoları filme alan Fransız feministler Sylvina Boissonnas, Michelle Muller, Sylviane Rey ve Claudine Mulard’ın İranlı Kadınların Özgürleşme Hareketi: Bir Milat (Le mouvement de libération des femmes iraniennes: année zero) adlı kısa belgeselinin gösterimiyle başladı. Jin, Jiyan, Azadi hareketinin son aylarda tanık olduğumuz metalaştırılma sürecinin eleştirisi niteliğinde olan, aşağıda okuyacağınız metin Barzegar, Pasalar ve Nematollahi’nin elbirliğiyle işte bu söyleşiden uyarlandı.

 

*

 

Başlangıçta, ekranlarımızda gördüklerimizi, sevdiklerimizden yine o ekranlar aracılığıyla duyduklarımızı tarif edecek bir dile sahip değildik. İran’ın dört bir yanında, sokaklarda olup bitenleri anlatmak için kelimeler kifayetsizdi; hızla bir harekete, ardından da bir ayaklanmaya, *devrim* arzusunun tezahürlerine dönüştü protestolar. Yıllardır ona doğru yürüdüğümüz, zalim bir rejime karşı kâh sessizce, kâh haykırarak ifade ettiğimiz o şeydi devrim. Bu yaşanana denk düşecek bir dilin yokluğunda, devrimin yönünü bize gösterebilecek tek pusula, ondan yayılan imajlarda ifade bulan bedenlerdi, sokaklarda tanık olduğumuz bedenler, duran, koşan, cansız yatan, dans eden, başörtülerini ateşe verip slogan atan bedenler: Jin, Jiyan, Azadi; Zan, Zendegi, Azadi.

 

*

 

16 Eylül’de, 22 yaşındaki Kürt kadın Jina (Mahsa) Amini, İran Ahlak Polisi tarafından başörtüsünü “uygunsuz” biçimde taktığı gerekçesiyle tutuklandıktan sonra Tahran’da öldürüldü. Jina’nın annesi cenazesinde kararlılıkla Jin, Jiyan, Azadi sloganını attı: anti-kapitalist, anti-emperyalist, anti-patriyarkal ve anti-sömürgeci Kürt Kadın Hareketi’nden doğan ve onlarca yıldır devlet şiddetine ve patriyarkal tahakküm sistemlerine karşı verdikleri mücadelede seferber edilen kelimeler bunlar. Farsçaya Zan, Zendegi, Azadi, İngilizce’ye ise Woman, Life, Freedom (Kadın, Hayat, Özgürlük) olarak tercüme edilen bu slogan gerek İran’da gerek uluslararası ölçekte devrimin ve devrimle dayanışmanın sembolü haline geldi. Bizler bir grup sanatçı olarak, devrime öncülük edenlerin sergilediği isyankârlık, korkusuzluk ve cesaret ruhuyla ve devrimin toplumsal cinsiyet, sınıf, etnisite arasındaki kesişim noktalarına tuttuğu radikal ışık altında, Batılı sanat kurumlarının, medyanın ve akademinin basmakalıp İranlı kadın tasvirlerinden vazgeçerek buradaki çeşitliliğe ve çoğulluğa yer açmaları yönündeki gecikmiş ihtiyacı dillendirmenin önemli olduğunu hissediyoruz. Nitekim bu eğilim geçtiğimiz haftalarda iyiden iyiye belirgin bir hal aldı; bu eğilimin en çarpıcı örneğini Şirin Neşat’ın çalışmalarının sanat kurumları tarafından fazlasıyla öne çıkarılmasında gördük. 1957’de Kazvin’de doğan ve New York’ta yaşayan Neşat, İranlı kadın imajları odağında fotoğraflar, deneysel ve kurmaca filmler üreten bir görsel sanatçı. İşleri New York ve Brüksel’de Gladstone Galeri, Londra, Johannesburg ve Cape Town’da Goodman Galeri tarafından gösterilen Neşat, Whitney Amerikan Sanatı Müzesi’nden (1998) Amsterdam Stedelijk Müzesi’ne (2006) birçok büyük sanat kurumunda kişisel sergiler açtı.[1] Batılı sanat kurumlarının onyıllardır İran’ın en önemli kadın sanatçısı olarak konumlandırdığı Neşat son birkaç aydır devrimin yüzü olarak tayin edilmiş –ya da kendini tayin etmiş- durumda. Neşat’ın imajlarının işlevselleştiği daha geniş bir söylem çerçevesine işaret etmek ve bu imajların yeniden üretiminin mücadele eden İranlı kadınların temsili açısından yarattığı tahribata ışık tutmak için Neşat’ın pratiğine daha yakından bakacağız. Şu üç unsurun iç içe geçmesiyle ortaya çıkan bir tahribat bu: Oryantalizm, Batılı kurumsal tahakküm ve İslam Cumhuriyeti’nin -İran’ın her yanında insanların protesto ettiği birebir aynı İslam Cumhuriyeti’nin- görsel retoriği.

 

1.

 

Devrimin başlangıcından bu yana İran’da internete erişim kısıtlı, zira ülkeden çıkan enformasyon  miktarını ve türünü kontrol etmek İslam Cumhuriyeti’nin iktidar uygulama yollarından biri. İran diasporası, sürecin başından beri internet karartmasına karşı İran’daki sevdiklerinin seslerini duyurmak için Twitter ve Instagram’da İslam Cumhuriyeti’nin tutukladığı, öldürdüğü ya da idama mahkûm ettiği kişilerin isimlerini, bu tutuklama ve cinayetlere ilişkin güncel sayıları, bu kişilerin ve sokaklardaki protestocuların fotoğraf ve videolarını hashtag’lerle paylaşıyor. Bu paylaşımlar arasında, yüzünü kapatıp, uzun ve açık saçlarıyla zorunlu başörtüsünü ateşe veren genç kadın figürünün imajı devrimin ilk günlerinde sembol haline geldi.

 

görsel 1

 

Maruz kaldığı zulüm ve baskının sembolünü yakan bu kadının ve sonrasında, el ele tutuşarak ülkenin dört bir yanındaki ateşlerin etrafında dans eden onun gibi sayısız kadının imajını [bkz. görsel 1 ve 2] tüm dünyanın görmesiyse birkaç gün aldı. İranlı kadınların mücadelelerine Batı’daki anaakım medyada yer verilmemesinin altında yatan farklı nedenler var. Örneğin, “ilerici” beyaz feministler, İran’daki protestocuları destekleyenlerin islamofobiye meyletmediğinden emin olmak için uzunca bir süre sessiz kaldı; diğer yandan, sağ siyasi partiler ve muhafazakâr medya başörtüsü yakma eylemini bağlamından kopararak İranlı kadınların mücadelesini kendi ırkçı ve İslam karşıtı söylemlerine harç etti.[2] Ülke içinde ve dışında yaşayan İranlıların sesleri nihayet, halkın İslam Cumhuriyeti’ne karşı mücadelesini oldu bitti görmezden gelen Batı medyasını olayları haber yapmaya zorlayacak denli yükseldiğinde ise, İran halkının, özellikle de İranlı kadınların sokaktaki direnişin gerçekliğiyle çoğu kez örtüşmeyen görüntüleri öne çıkarıldı. Bu haberlerin yetersizliği, birçok İranlının sokakta yaşanan gerçeklerle daha örtüşen, daha çok-katmanlı ve nüansları vurgulayan görüntüleri yayma arzusunu daha da güçlendirdi ve böylece sosyal medya içeriklerinin yanı sıra sanat eserlerinin, etkinliklerinin, film gösterimlerinin üretilmesine ve diasporada yaşayanlar ile İran’daki insanlar arasında eleştirel diyalogların kurulmasına vesile oldu.

 

görsel 2. Vida Movahed’in 2017’deki başörtüsü eylemi.

 

2.

 

2022 Ekim’inde Şirin Neşat’ın Radikal Çağdaş Sanat Kültür Enstitüsü (CIRCA) tarafından sipariş edilen dijital bir işi, İran’daki insanlarla dayanışma jesti olarak Londra Piccadilly Circus’taki dijital reklam panosunda sergilendi. Görselde “Jin, Jiyan, Azadi” yazısının, Neşat’ın 1990’larda çektiği bir fotoğraf olan Moon Song’un (Ay Şarkısı) üstüne İngilizce ve Farsça olarak beyaz harflerle eklendiği görülüyor. Sanatçının, biri arabesk tarzına yakın hat yazıları ile, diğeri ise kadim bir İran nakış motifi olan şal deseni ile süslenmiş avuçları açık şekilde duruyor ve bir hakikati açık ediyormuşçasına iki mermi tutuyor [bkz. görsel 3].

 

görsel 3. Şirin Neşat, Moon Song (1995-Ay Şarkısı) üzerine İngilizce ve Farsça “Kadın, Hayat, Özgürlük” sloganı yerleştirmesi

 

Bu imaj, 1993 ve 1997 yılları arasında çekilen ve otoportrelerin yanısıra ellerinde silah ya da çiçek tutan kara çarşaflı başka kadınların portrelerini içeren siyah-beyaz fotoğraflardan oluşan Women of Allah (Allah’ın Kadınları) serisinde yer alıyor. Fotoğraflardaki kadınların ayakları ve elleri Arapça ya da Farsça hat yazılarıyla süslenmiş. Oysa hat yazısı Batılı izlerkitle için okunaksızdır ve bu yüzden tamamen dekoratif bir işleve sahiptir. Buna karşılık, İranlı izlerkitle içinse Arapça Kuran ayetleri ile öncü kadın şair Füruğ Ferruhzad’ın şiirlerinin bir araya gelmesi bir çelişki doğurur. Neşat’ın radikal şiir ile Kuran arasında bir bağa mı yoksa kopukluğa mı vurgu yaptığı muğlak kalsa da, sanatçı kavramsal değil de estetik bir tercih yapmış gibi görünüyor. Neşat bu imajları, İslam Cumhuriyeti’nin kurulduğu ve başörtüsünün zorunlu hale geldiği 1979 devriminden önce ülkeden ayrılmasının ardından İran’a yaptığı ilk seyahatten döndüğünde üretmiştir. O ilk ve son ziyareti sırasında Neşat, ülkesini Devrim öncesine ait hatıralarından kopmuş halde bulmanın şokunu yaşar.[3] Yeni, başörtülü İranlı kadın imajıyla karşılaşmanın yarattığı şaşkınlığı dile getirir. Büyülenmeyle karışık bir şaşkınlıktır onunkisi. Bize göre, o günden bu yana ürettiği benzer imajların bolluğundan da anlaşılacağı üzere, bu büyülenme fetişleştirmeye varmıştır.[4] Neşat’ın imgeleminde, kadınların baskının somut bir biçimi olarak zorunlu başörtüsü karşısındaki edilgenliği, örtünün oryantalist erotizasyonuyla ifade edilir: Buradaki figür bir yandan yenilmiş, edilgen ama cilveli bir edayla örtünün arkasına saklanırken, bir yandan da patriyarkal sömürgecinin sömürgeleştirilmiş kadının peçesini kaldırma hayallerini dürter. İslam Cumhuriyeti ise, ideolojisi ve bekası, siyasi söyleminin mühim bir parçası olan örtülü İranlı kadın imajının inşasına bağlı bir devlettir.

 

Neşat’ın fotoğraf işlerine bakarsanız, bu fotoğraf serisinin üretiminden bu yana İranlı kadınları temsil etme biçiminde kaydadeğer bir farklılık görmezsiniz. Bu imajların işlevi, İslam Cumhuriyeti’nin doksanlı yıllardaki propagandasını yeniden üretmekten ibarettir. Kaldı ki, doksanlar, 1988’de İran-Irak savaşının sona ermesinin ardından devlet ideolojisinin Şii İslam’ın özü olan şehitliğin yüceltimiyle tahkim edildiği yıllardır [bkz. görsel 4].

 

görsel 4. Maryam Zandi, isimsiz, 2015

 

Piccadilly Circus görselinde Jin, Jiyan, Azadi sloganı metalaştırılmış ve bağlamından koparılmıştır. Süregiden devrimle ilgisi olmayan bir imajın üzerine bindirilen bu slogan, kuşkusuz, mücadeleci Kürt ve İranlı kadınların tüm dünyaya verdikleri mesaja gölge düşürmekte ve hatta onu inkâr etmektedir. Bu öncü sloganı alıp, daha düne kadar varlıklarından haberdar olmadıkları bu kadınların mücadelesini estetize eder şekilde oryantalist imajlarla birleştirerek kullanan Batılı sanat kurumları, hayatlarını riske atan protestocuların taleplerini nitelendiren nüansları görünmez kılarak suç ortaklığı yapıyor.

 

Politik hareketlerin metalaştırılmasının, yani politikanın (İran örneğinde, özü itibariyle anti-kapitalist ve devlet karşıtı olan) bağlam ve anlamından sökülerek sisteme yeniden entegrasyonunu sağlayan kapitalist bir araç olarak kullanımının emsalleri var elbette. Kürt kadın direniş hareketi, devletin Kürtleri ve diğer azınlık gruplarını her zaman sistemin dışına, yedek işgücü pozisyonuna iten ve siyasi failliklerini kırmak için yaşadıkları bölgeleri yoksullaştıran kapitalist ekonominin baskıcı mekanizmasını kullanarak bu azınlık nüfuslar üzerinde iktidar uyguladığının son derece farkındaydı.[5] Azınlıklar üzerinde uygulanan bu iktidar, küresel kapitalizm ve devlet zulmünün çeşitli iç içe geçişleriyle somutlaşır, ki devlet karşıtı ideolojinin ancak aynı zamanda anti-kapitalist olduğunda anlamlı hale gelmesinin nedeni de budur. “Jin, Jiyan Azadi” sloganı hiçbir açıklamaya yer verilmeksizin dev bir reklam panosuna yerleştirildiğinde, sloganın bütün anlamı da silinmiş oluyor. Kürt sosyolog ve yazar Dilar Dirik, Berlin’deki Uluslararası Kadın Konferansı’nda yaptığı konuşmada bu durumu çok güzel ifade etmişti:

 

“Kadınların kurtuluş mücadelelerinin yükselişine tanık olurken, aynı anda liberalizmin eşitlik ve değişim için en güvenli ve uygulanabilir seçenek olarak kadın mücadelelerine nasıl dayatıldığını görüyoruz. Bugün radikal devrimci slogan ve sembollerin giderek metalaştığını, seri üretime girdiğini, anlamlarından soyutlandığını, sonra da hayatlarını bu değerleri yaratmaya hasreden insanlara paketlenerek geri satıldığını görüyoruz.”[6]

 

Belirli bir “politik” estetiğin metalaştırılması, sanatçı ve bu imgelemi yeniden üreten kurum için her zaman doğrudan sermaye artışı anlamına gelmese bile ilerici politikaları performe etmenin onların itibar ve ününü artırdığına şüphe yoktur, ki reel sermayeyi çağıran da budur.

 

Devrimci estetiğin ve sloganların yeniden üretilmemesi gerektiğini söylemiyoruz. Kuşkusuz, sanat toplumsal, politik ve kültürel meselelere dair bireysel veya kolektif perspektifleri ileten güçlü bir araç olabilir. Gelgelelim diasporadaki sanatçılar gibi, olayları belli bir mesafeden olayları takip eden birinin Jin, Jiyan, Azadi’nin Kürdistan’da ortaya çıktığı politik alanın asal dinamiklerine olan uzaklığının da, bu bağlamdan kopukluğunun da farkında olması beklenir.

 

görsel 5.

 

Kamusal alan, medya ve sanat dünyasındaki temsillerin azlığını düşününce, bazı İranlılar Neşat’ın işlerinin bu şaşaalı sergilenişi karşısında bir nevi teselli bularak şöyle düşünmüş olabilir: Oh nihayet, devrime doğrudan atıfta bulunan bir imaj büyük bir Batı şehrinde bir kamusal mekânda sergileniyor. Buna karşılık, sergiyi görünce hayal kırıklığı ve öfke duyup şöyle düşünenler de var: Al işte, yine aynı klişe, bedeni okunaksız Farsça veya Arapça hat yazılarıyla donatılmış arkaik Müslüman kadın imgesi, Batılı söylem tarafından İranlı kadınların yegâne temsili olarak yeniden üretiliyor. Devrimden önce, İran’daki ve diasporadaki sanatçı toplulukları Neşat’ın işleri ve başarısı konusundaki kuşkularını yine açıkça dile getiriyorlardı getirmesine ama bu eleştiriler hiçbir zaman şu anda şahit olduğumuz kadar yaygınlaşmamıştı.[7]

 

Neşat’ın İranlı kadınların tahayyüllerini ve mücadelelerini tasvir etme biçimi doksanlı yıllardan bu yana pek değişmemiş olsa da, İran’da kadınların kendilerini temsil etme biçimleri Tiktok, Instagram ve Twitter’dan aktarıldığı kadarıyla epey dönüşüm geçirdi. Bu platformlar aracılığıyla İran’da kent meydanlarında öpüşen kuir çiftleri [bkz. görsel 5], yüzlerini kapatarak bedenlerini sergileyen ve tenlerine rujla yazılmış Jin, Jiyan, Azadi yazılarıyla sokaklarda duran genç kadınları ve haykırarak şarkı söyleyen, dans eden ve kahkahalar patlatan kadınların videolarını gördük. Hal böyleyken bir sanatçının klişeleşmiş, tek boyutlu İranlı kadın imgesini sürdürmekteki ısrarı ve bunu bölgenin, kültürün ve toplumun ardındaki saklı hakikat gibi sunması insanı kuşkuya düşürüyor. Neşat’ın kendini oryantalize etme/şarkileştirme (self-orientalisation) yoluyla ürettiği imajların, bir dönem yaşadığı kişisel deneyim dışında atıfta bulunduğu bir şey var mı sahiden?

 

3.

 

Elit sanat çevrelerinin önemli isimlerinden, Neue Nationalgalerie direktörü Klaus Biesenbach, 29 Ekim’de Berlin’deki müzesinin önünde asılı duran bir afişin görselini paylaştı. Pankartta Şirin Neşat’ın 1993 yılında Unveiling serisinin bir parçası olarak ürettiği ve üzerine Kadın, Hayat, Özgürlük sloganının yerleştirildiği bir otoportresi yer alıyordu. Bu imaj müze tarafından İranlı sanatçıları müze önünde bir performans etkinliği için bir araya getirmek üzere seçilmişti. Biesenbach sonrasında müzenin önünde Neşat’ın bir resmini paylaşarak ondan İran kadın hareketinin lideri olarak bahsetti. İranlıların protesto için Neue Nationalgalerie’ye gitmesiyle Biesenbach’ın girişimi de ters tepmiş oldu. Protestoculardan birinin taşıdığı pankartta şöyle yazıyordu: “Hey Bay Biesenbach, İran’daki insanların mücadelesini istismar etmeyi bırakın” [bkz. görsel 6 ve 7].

görsel 6. Şirin Neşat’ın Unveiling (1993) serisinden bir otoportre üzerine slogan yerleştirme. Berlin, Neue Nationalgalerie önünde protesto.

 

Bu otoportre ve Women of Allah (Allah’ın Kadınları) serisinde yer alan fotoğraflar ile İslam Cumhuriyeti’nin siyasi söylemini meşrulaştırmak için öne sürdüğü kadın imajları arasında çarpıcı bir benzerlik var: Silahlanmış, kara çarşaflı kadın imajları bunlar; İran’da yetişmiş kadınlar olarak bizlerin okulda, işte ve kamusal alanda “ahlak polisi” ve devletin diğer baskı organlarının şiddetiyle karşılaşmamak için kendimizi özdeşleştirmek zorunda bırakıldığımız imajlar.

Neşat’ın 1979’da İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonraki İran algısı, orada yaşama deneyiminden değil, yaptığı hayli kısa İran ziyaretinde edindiği izlenimlerden geliyordu. İran’daki gündelik yaşam koşullarına dair kavrayışı da büyük ihtimalle, bizatihi İran devletinin ya da anaakım Batılı medya kaynaklarının ve kendi ailesinin ürettiği haberler, filmler ve İran üzerine düşünceler aracılığıyla ikinci elden edinilmiş. Farklı kuşaklar boyunca İran’da yaşayan her kadın ahlak polisiyle öyle ya da böyle muhatap olmuştur. Devletin polisinin özellikle bedenlerin polisliğine ve İran toplumunda “ahlakın” yayılmasına odaklanan bölümü stratejilerini ve adını iki günde bir değiştirse de, önce komite, daha sonra gasht-e-ershad (“ahlak devriyesi”) olarak anılsa da, bu devlet organının arkasındaki ideoloji değişmeden kaldı ve İran’daki her kadın bu ideolojinin zulmüyle karşı karşıya geldi. Ahlak polisi, kamusal alana hükmeden bir devlet organından ibaret değildir; kadınların bedenleri üzerinde polis denetimi yoluyla iktidar uygulayan bir kavramı ifade eder. Ahlak polisi, rejimin teşviki ve desteğiyle evin özel alanından okullara, üniversitelere ve iş yerlerine kadar uzanan patriyarkal psişedir. İran’da kadınlar, devletin katı kurallarla tanımladığı, kadın memurlarında ete kemiğe bürünen iffet ve hicap kodlarının ötesinde temsil edilememiştir. İslam Cumhuriyeti’nin baskıcı yönetimi altında, kadınların, teyzelerimizin, annelerimizin, arkadaşlarımızın ve kız kardeşlerimizin bedenlerinin tek gerçek imajı özel alanda yaratıldı ve aile albümlerimizde güvenle saklandı. İranlıların kolektif zihninde, kara çarşaflı ve silahlı kadın imajları ahlak polisini, sansürü ve bedenlerimizin polislik faaliyetleriyle denetlenmesini temsil ediyor. İslam Cumhuriyeti’nin inşa ettiği “İranlı kadın” ile Neşat’ın yarattığı kadın imajları arasında acı veren bir benzerlik var.

görsel 7. Berlin, Neue Nationalgalerie

 

Neşat devletin buyurup dayattığı sembollerin yeniden üretimiyle uğraşadursun, İran’daki film yapımcıları ve sanatçılar devletin imgelemine karşı koymak için yeni taktikler bulup icat etmiştir: Devletin ahlaksız saydığı her şeyi perdeye taşımanın yaratıcı yollarıdır bunlar. Kadınların cinselliği, kamusal alandaki başörtüsüz mevcudiyetleri ve karşı cinsten birine dokunmaları yasaklandığı ve cezalandırıldığı için, film yapımcıları ve sanatçılar başka birinin ayağını okşamak, kapalı kapı görüntüleri, bir karakterin daha önce arzu nesnesi tarafından dokunulmuş bir şeye dokunması ve uzun uzun bakmak gibi gösterenler aracılığıyla anlatmıştır erotizmi.

İran’da yaşadığımız sırada Neşat’ın imajlarıyla ilk karşılaşmamız 2000’lerde internetin gelişiyle oldu. Daha sonraları, sanat okulundaki öğrenciyken, Neşat’la ve tasvir ettiği kadın(lar)la aramızdaki kopukluk hissinde büyük ölçüde ortaklaşıyorduk. Bize kimseyi anımsatmayan bir kadın tasviriydi bu; ne bize ne annelerimize ve kız kardeşlerimize ne de büyükannelerimize benziyordu. Silahı ve kara çarşafıyla İslam Cumhuriyeti ordusunun bir üyesi miydi? Yoksa o zifir karası, kedi gözü eyeliner’ıyla, “Ortadoğu” demeyi öğrendiğimiz bölgeyi mi cisimleştiriyordu? İslam Cumhuriyeti yandaşlarının okulda bize anlattığı, hani ahlaklılıkta ve saflıkta eline zinhar su dökemeyeceğimiz şu ideal “Müslüman İranlı kadın” mıydı? Neşat’ın imajlarını İranlı izlerkitle için kafa karıştırıcı hale getirmekle birlikte, Batılı sanat dünyasının gözünde cazip kılarak eserlerine “evrensel” bir nitelik kazandıran şey de bu belirsizlikten başkası değil. Fakat bu dekoratif meçhul kimlik nasıl oluyor da evrensel diye okunabiliyor? Artık Batı’daki sanat ve akademi kurumlarında eğitim alma ve çalışma deneyimimiz olduğuna ve oryantalizmin şiddetini renkli kadınlar olarak hissettiğimize göre, oryantalist araçlardan birinin de ırksallaştırılmış stereotiplerin pekiştirilmesine ve koca bir nüfusu oluşturan kimliklerin düzleştirilmesine yol açan kalıcı imgeler yaratmak olduğunu biliyoruz.

 

Burada mesele sadece Neşat’ın pekiştirdiği ırksal stereotipler ya da İslam Cumhuriyeti yönetiminde bizzat yaşamamış İranlı bir kadın olarak bu görsel unsurları çalışmalarında uygulayabilecek bir konumda olup olmadığı değil, Neşat’ın imajları ile şu anda İran’dan gelen imajlar arasındaki kopukluktur aynı zamanda. Bu kopukluk, Neşat’ın eserlerinin neden üstünde Jin, Jiyan, Azadi sloganının yazılı bir afiş şeklinde yeniden üretilmek durumunda olduğu sorusunu bir kez daha gündeme getiriyor.

 

Hyperallergic’te yayınlanan ve bu eleştirilere değinen, yanı sıra Barzegar ile Pasalar’ın bu eleştiriler konusundaki yorumlarına yer veren bir yazıya cevaben Neşat, “İran İslam Cumhuriyeti’nden farklı olmamakla” itham ettiği yazıyı bu tepkiyi büyüterek “iptal kültürü”yle iştigal ettiği iddiasıyla kınadı. Neşat ayrıca bazı aktivistlerin bu görüntülerin dolaşımından kazanç sağladığı yönündeki iddialarını da reddetti.

 

4.

 

Bu metnin de yazılmasına vesile olan etkinlik çerçevesinde gösterdiğimiz Iranian Women’s Liberation Movement: Year Zero (1979 – İranlı Kadınların Özgürleşme Hareketi: Bir Milat) belgeseli, 8 Mart 1979 Dünya Kadınlar Günü’nde haklarını talep etmek için sokaklara dökülen kadınları; zorunlu başörtüsüne karşı çıkmak için İran’ın birçok kentinde kitlesel gösteriler örgütleyen farklı nesillerden kadın topluluklarını belgeliyor. O gün Tahran Üniversitesi’nde düzenlenen protesto, devrimden o güne kadar düzenlenen ilk halk protestosuydu ve altı gün boyunca devam etti. Toplanan kadınlar “İranlı kadınlar zincire vurulamayacak” sloganları atıyorlardı. Protestolar siyasi partilerden ya da geniş halk kitlelerinden destek görmedi, zira  o dönem hakim olan algı, peçeden daha önemli konulara odaklanılması ve başka fedakârlıkların yapılması gerektiği yönündeydi. Ulusal medya, Year Zero’da (Milat) anlatılan ve fanatik din adamlarıyla paramiliter güçlerin şiddetine maruz kalan göstericilere yer vermedi. Ama bu direnişin ateşi de hiç sönmedi. O günden bugüne İran’da bu meseleler etrafında bir araya gelip yazmaya, konuşmaya çalışan çok sayıda kadın örgütünün desteğiyle süregelen kolektif bir direniş hep varolageldi. Kadın hareketlerinin yanı sıra, kamusal alanda devlet ideolojilerini sekteye uğratan bireysel direniş eylemleri de hiç eksik olmadı.

 

görsel 8. 10 Mart 1979’da Tahran’da düzenlenen zorunlu örtünme karşıtı protestolarda çekilmiş olan bu fotoğraf “İran için İran’dan Filmler” programının da tanıtım görselidir.

 

Bu uzun ve duyulmamış tarih İslam devriminden öncesine uzanır. Tahirih Qurrat al-Eyn’ adında tanınmış bir Bahai kadının [not: Bahailer, İslam Cumhuriyeti tarafından ağır baskı altında tutulan dini bir azınlıktır] örtünmeyi reddettiği 1817 yılına kadar izi sürülebilecek bir tarihtir bu. Zorunlu başörtüsüne karşı direnişin sesi, 1905’te sayısız kadın eylemcinin ve örgütün, anayasal devrimi konu eden anaakım tarihyazımlarından adı silinmiş olan kadınların önemli rol oynadığı anayasal devrimle güçlenmiştir.

 

1979 devriminden önce siyaseten aktif olan ve İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından uygunsuz başörtüsü taktığı ve ahlak yasalarını ihlal ettiği gerekçesiyle Tahran Üniversitesi ve (şimdiki adı Şahid Beheşti Üniversitesi olan) Ulusal Üniversite’den atılan doktor ve profesör Homa Darabi 1994’te başından aşağı benzin dökerek kendini yaktı. Uğruna mücadele ettiği devrimin sonuçları onu yıkıma uğratmıştı.

Daha yakın dönemde ise, kendilerine Dokhtarane Khiabane Enghelab (“Devrim Caddesi Kızları”) adını veren kadın protestocular, Vida Movahed’in kalabalık Enghelab (Farsçada “devrim”) Caddesi’nde bir trafonun üzerine çıkıp beyaz başörtüsünü çıkararak bayrak gibi sallamasının ardından 2017 yılında Tahran sokaklarına döküldü. Bu eylem, çok sayıda kadını farklı sokak ve şehirlerde, metroda, otobüste ve devletin gözetimindeki diğer kamusal mekânlarda aynı şeyi yapmaya teşvik etti. Çok geçmeden, kadınlar zorunlu peçeleri olmadan dalga dalga kamusal alanın yolunu tutmaya başlamıştı ki, İslam Cumhuriyeti’nin polis güçleri bu dalgaya kadınları döverek ve tutuklayarak cevap verdi.

 

Bizimkisi çok yönlü bir mücadele, öyle bir gecede de ortaya çıkmadı: Bugüne kadar bizi, güttüğü patriyarkal İslamofaşist ideolojinin çekirdeğini oluşturan imajın sınırlarına hapseden İslam Cumhuriyeti’ne karşı sokaklarda olduğu gibi medyada, akademide ve sanat dünyasında da verilen bir kavga bu. İranlı kadınların süreğen dönüşüm halindeki dinamik ve akışkan imajları ise, Batılı sanat kurumlarının temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp önümüze koyduğu statik ve incelikten yoksun sanat eserleriyle tam bir karşıtlık içinde.

 

* “İran için İran’dan Filmler” programı çerçevesinde Donorbox üzerinden bağış yaparak İran’da alınan VPN hizmetlerinin ödemelerine ve çeşitli LGBTİ+ ve kadın organizasyonlarının idam mahkûmları için yaptıkları çalışmalara destek olabilirsiniz.

 

 

Ana görsel: Şirin Neshat’ın  Moon Song (1995-Ay Şarkısı) üzerine İngilizce ve Farsça “Kadın, Hayat, Özgürlük” sloganı yerleştirmesi. Londra, Piccadilly Circus.

 

[1]Neşat’ın düzenlediği sergilerin tam bir listesi için bkz. https://www.guggenheim.org/artwork/artist/shirin-Neşat

[2]Bu eğilimin, sağcı siyasetçilerin performatif saç kesme eylemlerinden daha kurnazca olan başka örnekleri de var. Örneğin, Fransız Le Monde gazetesi 2022’nin Eylül ayında Batı’da yaşayan İranlı feministlerin İran’daki zorunlu örtünmeye karşı yazdığı bir bildiriye yer verirken, bildirinin yanına örtünmenin doğası gereği tüm kadınlar için baskıcı olduğu mesajını veren başka bir yazı koymayı ihmal etmemişti. Bu ikinci yazı bariz biçimde Fransa’daki Müslüman toplulukları hedef alıyor ve peçe takan kişinin bunu seçip seçmediği ya da peçenin devlet tarafından dayatılıp dayatılmadığı gibi temel bir nüansı göz ardı ediyordu. Bu iki durumu aynı kefeye koyma tutumu, tesettür karşıtı sağcı söylemlerin bir işlevidir. https://www.lemonde.fr/en/opinion/article/2022/09/30/iranian-feminist-struggles-are-rendered-invisible-unless-they-are-linked-to-western-issues_5998700_23.html

[3]Bkz. Neşat’ın TED konuşması, https://www.ted.com/talks/shirin_neshat_art_in_exile?language=en

[4]A.g.y.

[5] İran’daki Bahai ve Beluç halkları da bu azınlıklar arasındadır. Geçtiğimiz üç ayda Kürtlerle eşit sayıda Beluç öldürülmüştür. Beluçlar ve Kürtler Sünni olmalarından ötürü İran’da dini ve etnik birer azınlık konumundadır.

[6]Bkz. https://womenweavingfuture.org/programm-2022

[7]Bkz. Mojgan Khosravi’nin “Şirin Neşat: A Contemporary Orientalist” (Şirin Neşat: Çağdaş bir Oryantalist) başlıklı MA tezi için bkz. https://scholarworks.gsu.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=1074&context=art_design_theses; Neşat’ın eserleri konusunda benzer yöndeki hislerin ifade edildiği Instagram hikâyeleri ve gönderimleri hem diaspora toplulukları içinde hem de İran’da uzun süre dolaşım halinde kaldı.

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

“Türk Kadını, İslam Kadını Böyle Yapar”
Et, Süt, Yumurta, Tecavüz ve Feminizm
Boşuna Direnme, Hoşuna Gitmeyecek!

Pin It on Pinterest