Biletler yarın satışa çıkıyor, if istanbul 14 Şubat’ta başlıyor. Festivalin en çok görmek istediğimiz 10 filmi:

SANAT

Küçük !f İstanbul 2013 İlmihali

Tabu: Bu film siyah-beyaz, yer yer tamamen diyalogsuz ve gizemli bir timsahla açılıyor. (Demet A., çıkışta paranı geri istemeyesin diye şimdiden yazıyorum.) Lizbon’da yaşayan orta yaşlı dini bütün Pilar; buyurgan, ihtiyar ve hafif çatlak komşusu Aurora için endişelenmekte. Aurora’nın son vukuatı tüm parasını son kuruşuna kadar kumarhanedeki jetonlu makinelere gömmesi. Filmin ilerleyen kısmında Aurora’nın Portekiz sömürgesi altında Mozambik’te geçen gençliği ve başka başka şeyler varmış…

 

The Act of Killing (Öldürme Eylemi): Yakın geçmişte dehşet saçan Endonezyalı aşırı sağcı bir ölüm mangası üyelerinin, eski katliamlarını istedikleri sinematik tarzda yeniden canlandırmaları üzerine bir belgesel. Faşist paramilisler, katili olay yerine götürüp keşif yapmalar, temsili katliamlar memleketimize çok yabancı kavramlar olduğundan filmi takip etmekte zorlanabiliriz… Olsun yine de deneyelim! Bu arada sloganı, “Kazanan katillerin ve inşa ettikleri toplumun hikayesi”. Hala ikna olmadıysanız Werner Herzog belgesel için şöyle diyor: “Son on yılda, bundan daha etkileyici, gerçeküstücü ve tedirgin edici bir belgesele rastlamadım.” Kaçırılmayacak bir çile yani.

 

Benim Çocuğum: Çocukları eşcinsel, biseksüel veya trans olan Türkiyeli bir grup anne ve babanın hikayesi. Ailesini hayalkırıklığına uğratmamak, ailesinden kopmamak için onlara, dünyaya ve kendine yalan söylemek zorunda kalan ya da yalan söylememek için çok şeyler göze alan sayısız LGBT’nin olduğu bu ülkede çocuğunu olduğu gibi kabul eden, destekleyen, onlardan utanmayan anne-babalar da var. Bu aile filmini merakla ve uzun zamandır bekliyoruz, mutlaka izleyeceğiz. Şuradan belgeselin fragmanına ve daha çok bilgiye ulaşabilirsiniz.

 

The Final Member (Son Üye): İzlanda Falloloji Müzesi 93 canlı türünün penisine ev sahipliği yapan neşeli bir kurumdur. Ama müzede hala bir türün penisi mevcut değildir. Hangisi mi? İNSAN… o mangal yürekli, zaman zaman terlikli, komplike canlı. Belgeselin konusu bu arayış ve gönüllü donör adayları. (Gönülsüzünü kabul etmiyorlar neyse ki).

 

Holy Motors (Kutsal Motorlar): Ne olduğu anlaşılamayan film. Fragmanı bir acayip gözüküyor, yönetmeni de gösterim için İstanbul’a geliyormuş. Tantanasına kapılıp gidiyorum, başka söyleyeceğim bir şey yok, bakalım. Ha bir de yönetmen bu film için ödül alırken Amerika’nın saçma “yabancı dilde film” kategorisine hoş bir mantolama yapmıştı.

 

Queen of Versailles (Versay Kraliçesi): Amerikalı devremülk milyarderi David Siegel ve ailesi Versailles sarayından esinlenilerek yapılan malikanelerine taşınmak üzereyken belgeselin yönetmeni dahil kimsenin beklemediği şekilde ekonomik kriz patlar ve Siegel’lerin “durumu” bozulur. Ve fakat milyarderin karısı Jackie servetini kaybetmemişçesine yaşamaya devam etmek ister. (Yazı ilerledikçe Şeker Kız Candy bölüm özeti tarzına geçtim sanırım… Siegeller iflas etmiştir, Jackie David’e elinden gelen kötülüğü yapacaktır, bu arada Candy yine sanatoryuma yatırılmıştır.)

 

The Sessions (Aşk Seansları): Gösterildiği festivallerde seyircinin sevgilisi olmuş bu filmin konusu şöyle: Çocuk felci nedeniyle sakat kalmış ve zamanının çoğunu solunum cihazına bağlı geçiren 38 yaşındaki bakire Mark ölmeden önce bir kere seks yapmak istemektedir. İnançlı Mark gider konuyu Katolik rahibine danışır. Katolik ve rahip olmasına rağmen – veya tam da bu özelliklerinden dolayı – halden anlayan rahip “bence Tanrı seni bu seferlik affeder” der. İzni kapan Mark bir sex surrogate ile altı seanslık terapiye başlar. (Sex surrogate hastaları ile terapi amaçlı cinsel ilişkiye giren kişilere deniyor). Galiba sevenleri filmi “bakmayın eğri büğrü bir şey, ne hünerleri var bir görseniz” için değil de cinsel yakınlığa hakettiği –ya da diğer pek çok “seksli” filmde olmayan – değeri verdiği, özeni gösterdiği için bu kadar sevmiş. (İstanbul gösterimi sonunda alkış ve koro halinde, belki elele, Cemali’den Duymak İstiyorum söylenmesini umuyor ve bekliyorum.)

 

Room 237 (237 Nolu Oda): Bu belgesel, Kubrick’in The Shining filmindeki gizli anlamları, sembolleri ve şifreleri çözdüğünü iddia eden bir grup takıntılı sinefil hakkında imiş. Bir sebepten (kendisi de şifre çözücü olduğundan ya da bu insanları izleyerek çaktırmadan kendi akıl sağlığını doğruladığından) “şifre çözücü, sembol bulucu manyak” düşkünü olmuşlar kaçırmasın. …Peki ya haklılarsa?

 

Everyday (Hergün): Baba seyirciye açıklanmayan bir nedenle hapiste, anne çocukları tek başına büyütmeye çalışıyor, bir yandan düzenli aralıklarla sabahın köründe çocukları uyandırıp hapishane ziyareti için ülkenin öbür tarafına yolculuk ediyor. Yönetmen Michael Winterbottom filmi 5 yıla yayarak çekmiş dolayısıyla çocukların büyüyüşünü babanın gözlerinden görebiliyoruz (hızlı, aniden, her şeyi kaçırarak). Sorun sadece çocukların babasız büyüyor oluşu değil ama, adamın eşinin müthiş yalnızlığı, ilişkinin durumu.

 

The Capsule (Kapsül): Dogtooth ve Alpler’in yapımcısı, Attenberg’in yönetmeni Athina Tsangari bu 37 dakikalik filmi bir koleksiyonerin siparişi üzerine yapmış. Koleksiyonerin isteği, modanın yüksek sanat ve büyük bir ilham kaynağı olarak sunulmasıymış. Modayla Dogtooth’u çarpıştırınca ne çıkıyor acaba? Filmden şu replik bir ipucu olabilir mi: “Ne olduğunuzu bilmiyorsunuz. Siz kadınsınız.”

 

İlk ona sıkıştıramadığımız ama yine de merak uyandıranlar: Margaret, The Imposter, Museum Hours, Towheads, Frances Ha, Stories We Tell.

 

Festival sitesi: ifistanbul.com

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YSalacak’ta İki Kız
Salacak’ta İki Kız

"Bilinmeyen" fotoğrafçı kimdi? Bu fotoğraf kaç senesinde çekildi?

KÜLTÜR

YBunca Zaman Arkadaş Olabilir Miydik Yani?
Bunca Zaman Arkadaş Olabilir Miydik Yani?

Ryan Murphy'nin yeni dizisi "Feud: Bette and Joan" üzerine

Bir de bunlar var

Bir Vedat Türkali Senaryosu: Otobüs Yolcuları
Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin
Sır eve düşen bombadır*

Pin It on Pinterest