Ailenin dayanıklılığı, çocukların psikolojik bakımı “kahramanlık” görevine çağrılan annenin üzerine yıkılırken, bir yandan da bu kahramanlık doğallaştırılarak kadının tüm emeği yok sayılıyor. Ona biçilen rol görünmez kahramanlık…

MEYDAN

Depremden Sonra “Kutsal Annelik”

 

 

6 Şubat günü yaşadığımız, 10 ili etkileyen çifte depremin yarattığı yıkım, enkazların altında sevdiklerini kaybeden, yardımın bir türlü ulaşmamasının yarattığı çaresizlik hisleri içinde günler haftalar geçiren insanlarda birincil travmalar yaratırken, depreme doğrudan tanık olmayan insanlarda da ikincil travmalara yol açtı. Yaşanan bu yıkımda hayatta kalmak için duyulan gereksinimlere, suya dahi güç bela ulaşılabilmesi ruhsal olarak yıkımı derinleştirdi, çaresizliği arttırdı. Patriyarkal düzenin her alanında olduğu gibi bu enkazın da, depremden sonra yaşanan bu çaresizliğin de cinsiyeti olduğunu gördük…

 

Göçük altında kalan kadınların ölü bedenlerinin çocuk odalarında bulunmasından tutun da, hayatta kalan kadınların hijyenik ped, çamaşır gibi temel ihtiyaçlarını dile getirmeye dahi çekindikleri ayrımcı bir toplumsal yapının her aşamada kadınları nasıl yalnız bıraktığına şahit olduk. Deprem anında çocuklarının odalarına giderken ölen kadınlar, balkondan atlayan erkeklerin ardından çocuklarını atarken ölen kadınlar, çocuklarının üzerine kapanarak ölen kadınlar…

 

Patriyarkal düzenin dayattığı annelik rolünün deprem sonrası kadınlar üzerinde başka ne tür etkileri var? Çocuğun fiziksel, zihinsel ve duygusal bakımının toplumsallaşmaktan çıkıp, olduğu gibi kadının üzerine yıkıldığını herhangi bir kriz anında çocuğu olan kadınlara söylenen şu sözden çıkartabiliriz: “Sen annesin, çocuğun için katlanacaksın.”

 

2020 yılında İzmir’de yaşanan deprem sonrası kadınların ruh sağlığı üzerine yapılan bir araştırmada bir kadın durumunu şöyle tanımlıyor: “Aileyi bir arada tutmak, bir anne olarak güçlü görünmek zorunda kalmak, ağlayamamak…” Ailenin dayanıklılığı, çocukların psikolojik bakımı “kahramanlık” görevine çağrılan annenin üzerine yıkılırken, bir yandan da bu kahramanlık doğallaştırılarak kadının tüm emeği yok sayılıyor. Ona biçilen rol görünmez kahramanlık… Peki emeği görülmeyen bir kahraman olmak kadınlara ne gibi ruhsal yükler bindiriyor?

 

Travma beklenmedik bir anda gerçekleşen, kişinin günlük rutinini bozan bir durumdur. Bu gibi durumlarda rutine dönmek için “kahramanlar” ortaya çıkar. Ve bu kahramanlar, duygularını belli etmeksizin her şeyi çekip çeviren ve koruyucu, kollayıcı olmaları beklenen kişilerdir. Bir de durumun ağırlığını, travmadan sonraki şok durumunu yaşayabilen, bakım vermek yerine bakım alan kişiler vardır. Yapılan birçok çalışma, Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)* belirtilerinin travma sonrası süreci yaşayabilen, bakım verme sorumluluğunu üstlenmeyen kişilerde %20’lik bir oranda görülürken, “kahramanlık ” vasfı yüklenen kişilerin neredeyse tamamında görüldüğünü ortaya koyuyor (Güner, 2000).

 

“Kahramanlar” diye adlandırdığımız bu kesimin daha çok kadınlardan oluştuğunu görüyoruz. Çünkü kadın “kutsal anne”… Kutsal annelik kadınları sadece öldürmekle kalmıyor; yaşanan yıkımlardaki emek yükünü daha da ağırlaştırmanın yanı sıra, ortaya çıkabilecek ruhsal sıkıntıları da arttıran bir etken olarak karşımıza çıkıyor. TSSB’nin kadınlarda erkeklere oranlaiki ila üç kat daha fazla görülmesi de kutsal anneliğin o kadar da iyileştirici olmadığını ortaya koyuyor. Zaten kutsal annelik hiçbir zaman kadınları sağaltmakla, haklarını teslim etmekle ilgili olmadı, bilakis…

 

Varoluşçuluğa göre insan acının her çeşidine dayanak oluşturabilir, yeter ki hayata bir anlam ve amaç sağlayabilsin. Buradan bakıldığında “çocuğu için yaşama,” “çocuğu için dik durmak zorunda olma” gibi içerimleriyle “kutsal annelik,” kriz anında sorunlarla baş etmek ve yaşanılan acılara katlanmak suretiyle kadınlara psikolojikbir sağlamlık sağlıyor gibi görünebilir ilk başta. “İlk başta” diyorum, çünkü süreç ilerledikçe durumun hiç de böyle olmadığını görüyoruz. Suriyeli mülteci kadınlarla yürütülen bir çalışmada  (akt. Öztoraman-Adıgüzel, Tanyaş 2020) kadınların annelik rolünün başlangıçta yaşanan travmalarda bir dayanıklılık oluşturma işlevi gördüğü görülüyor, fakat ilerleyen süreçlerde, kadınların çocukların sorumluluğunu bu kadar içselleştirmelerinin daha yıkıcı etkiler doğurduğu ortaya çıkıyor. Örneğin, çocuğun başına gelebilecek herhangi bir durumdan kadının sorumlu olduğuve kadının sadece çevresindekiler tarafından değil, bizzat kendisi tarafından cezalandırıldığı bir tablo ortaya çıkıyor. Bu durum, çocuklara yönelik ani öfke patlamaları, sinir krizleri, panik ataklar şeklinde de kendini gösterebiliyor. İzmir depreminden sonra bir başka kadınbu süreci şöyle tarif ediyor:

 

Deprem sırasında oğlumla 7 katlı bir binanın 1. katında bulunuyorduk. Ona bir şey olabilirdi düşüncesi zaman zaman beni olumsuz etkiliyor. Şu anda ailemle birlikte babamda kalıyoruz. Özellikle eşimle aramız çok bozuldu. Tüm sinirimizi birbirimizden çıkarıyoruz. Çoğu zaman babam ve eşim arasında kalıyorum. Bu konu da beni çok yıprattı. Psikolojik yardım almam gerekiyor ama ne yazık ki sıra bana gelmiyor.

 

Travmadan sonra kişiler yaşadıkları süreci bir tek kendileri deneyimliyormuş gibi düşünüp kendilerine yönelik suçluluk veya adaletsizlik hissini derinleştirebilirler. Fakat sosyal destek ve sosyalleşme, travmanın etkisini bir nebze sağaltan ve TSSB belirtilerini ortadan kaldıran bir etkiye sahiptir. Psikolojik ilk yardım aşamalarında en temel basamaklardan biridir sosyalleşme ve sosyal destek. Depremden sonra kurulan çadırlarda gönüllü olarak çalışmış, kadınlara acil gereksinimleri için destek sağlamış kadınların aktardığına göre, kadınlar çocuk bakımı için ve etrafta dolaşmasınlar diye çadırlarda kalmak zorunda bırakılıyor. Yani kadınlar erkekler gibi sosyal destek bulamıyor, yalnızlığa mahkûm ediliyor.

 

Çocukların bakımının kadının sorumluluğunda olması sadece sosyalleşmelerinin önünü kesen bir unsur olarak karşımıza çıkmıyor.Çocukların depremden sonra yaşadığı öfke ve depresif ruh hallerine maruz kalan ve bunlarlatek başına müdahale etmek zorunda bırakılan da yine anneler. Çocuklarını yatıştıramayan kadınlar, erkeklerden gördükleri psikolojik ve fiziksel şiddetle beraberhızla derin bir çaresizliğin, çıkılması zor depresif hallerin içine girebiliyor.Maalesef kriz anlarında kadına yönelik fiziksel, duygusal ve ekonomik şiddetin de arttığını türlü çalışmalar bize gösteriyor (Akt. Varol ve Buluş Kırıkkaya, 2017). Bu çaresizlik ve depresif ruh halleri kadınlarda ilerleyen süreçlerde kendine zarar verme,intihara eğilim gibi sonuçlar doğuruyor.

 

Patriyarkal düzen, yarattığı hiyerarşide erkeğin egemenliğini sürdürmesi için kadın, çocuk, LGBTİ+’ları ezme mekanizmalarını işletir. Kutsal annelik de salt kadını zapturapt altına almak üzere değil, çocuğun da o hiyerarşikdüzeni bozacak herhangi bir bireyleşme, özgürleşme alanını yok etmek üzere işler. Halk arasında yaygın bir tabir vardır: “Çocuk kendisini seveni de sevmeyeni de anlar.” Yani çocuklar kendilerine bakım verenin, kendileriyle ilişki kuran insanların duygularını anlayabilir ve bu duyguları içselleştirir. Kadınlara söylenen “bu çocuk için dayan,” “çocukların dayanağın olsun” gibi cümleler ve çocukların bunu hissetmesi çocuğun dünyasında da anneyi koruma isteği, anneye ebeveynlik etme isteği uyandırır. Annenin tek dayanağının çocuk olarak tanımlanması, o olmasa katlanılmaz bir dünyası olduğu iması, çocuklar açısından da ağır bir duygusal yüke dönüşebiliyor. Bir çocuk için böyle ağır bir yük sonrasında anneye öfke şeklini alabiliyor. Bu da kadının oluşturduğu yaşam amacının onun aleyhine dönmesine ve çocuklarıyla ilişkisinin yıkıcı bir hal almasına yol açabiliyor.

 

Bazı araştırmalara (Okay & İlkkaracan, 2018) göre, kadınların afet sürecinden sonra ilk etapta erkeklere göre günlük rutine daha hızlı uyumlandıkları görülüyor. Bu sürece uyum sebebi olarak başta “kutsal annelik” geliyor. Çocuğuna ve ailesine bakım verme telaşı ve sorumluluğu;yemek yapma, temizlik, duygusal ihtiyaçların giderilmesi vb. kadınların derhalayak uydurması gereken, yeni koşullarında üstlenmesi beklenen işler. Ancak, bu uyumlanmanın kadın üzerinde yarattığı uzun vadeli baskı, psikolojik yıkım, yalnızlaşma afet sonrası oluşturduğumuz toplumsal destek mekanizmalarını gözden geçirmemiz gerektiğini açıkça gösteriyor. “Kutsal anneliği” öven cümleleri terk etmenin ötesinde, afet bölgesinde çocukların bakımının toplumsallaştırılmasını sağlayacak yapılar oluşturmalı ve kadınlara yönelik özel psikososyal destek çalışmalarının yaygınlaştırılması için daha fazla emek vermeliyiz.

 

 

Kaynaklar:

 

Batıgün, A. D. (2004), “İntihar İle İlişkili Bazı Değişkenler: Öfke/Saldirganlik, Dürtüsel Davranışlar, Problem Çözme Becerileri, Yaşamı Sürdürme Nedenleri,” Kriz Dergisi , 12 (2) , 49-61 . DOI: 10.1501/Kriz_0000000209

 

Demirci, Kıvanç & Avcı, Tülin (2021), “Afet Süreçlerinde Kadın Bireylerin Yaşadığı Sorunlar ve Çözüm Önerileri: İzmir İli Örneği,” Batman Üniversitesi Yaşam Bilimleri Dergisi, sayı 1, s. 86-105

 

Elif Ege & Yasemin Köker, “‘Hayatın Akışını Yine Kadınlar Devam Ettiriyor:’ Afet Bölgesine Giden Feministlerle Söyleşi,” 7 Mart 2023, Çatlak Zemin, bkz. https://catlakzemin.com/hayatin-akisini-yine-kadinlar-devam-ettiriyor-afet-bolgesine-giden-feministlerle-soylesi/

 

Gündüz, Fatma (2022), “Afetlerde Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Perspektifi ile Çıkarılması Gereken Dersler (Haiti ve Japonya Depremi Örneği),” IBAD Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 12, s. 440-460.

 

Karataş, Z. & Çelikkaleli, Ö. (2018). “Beliren Yetişkinlikte İntihar Olasılığı: Stresle Başetme, Öfke ve Cinsiyet Açısından Bir İnceleme,” Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi , 14 (1), s. 450-462 . DOI: 10.17860/mersinefd.402052

 

Okay, N. & İlkkaracan, İ. (2018). “Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Afet Risk Yönetimi.” Resilience, 2 (1) , s. 1-12 . DOI: 10.32569/resilience.431075

 

Öztoraman-Adıgüzel, Sevcan & Tanyaş, Bahar  (2020), “Suriyeli Mülteci Kadınların Göç Deneyimleri: Zorunlu Göç, Gündelik Yaşam ve Uyum Üzerine Nitel Bir Çalışma,” KADEM Kadın Araştırmaları Dergisi, Sayı 2, s. 173-210.

 

Varol, N. & Buluş Kırıkkaya, E. (2017). “Afetler Karşısında Toplum Dirençliliği.” Resilience, 1 (1) , s. 1-9 . DOI: 10.32569/resilience.344784

 

 

 

Ana görsel: Ülgen Semerci, Opening Act 2, 2019, sanatçının izniyle

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Bir Cinayet, Bir Park
Uğur Mumcu’nun ardından…
“Çok Gülme, Mütevazı ol, Mütevazı!”

Pin It on Pinterest