Yıllardır kucağında çocukluğumu taşıdı. Çirkin bir yeşile boyanmış duvarın önünde mini mini kıvırcık saçlı kızı dizlerinde eğliyor yıllardır.

KÜLTÜR

Cemile

Küçük mutfağımdayım, daha öğlen olmadı ve günün ikinci kupa kahvesini bitiriyorum. Gözüm dolapta, Ona bakıyorum. Dolabımda onlarca mıknatıslı hatıra arasında iki kişinin resmi var: biri Mahir, biri Cemile. Mahir’i umuda ve güzel günlere inancımı yitirmeyeyim diye kendimle her şehre taşıdım. Cemile de yıllardır kucağında çocukluğumu taşıdı; çirkin bir yeşile boyanmış duvarın önünde, mini mini kıvırcık saçlı kızı dizlerinde eğliyor yıllardır.

 

Cemile’yi anlatmayı çok uzun zamandır istiyorum. Kafamdaki buğulu anısı zamanla iyice uçup gider diye mi korkuyorum, bilemiyorum. O giderse çocukluğum da, bitmesin diye ağlama krizlerine girdiğim güneşli köy günleri de biter diye korkuyorum. Yaz kokularında; incir ağacının altında çamurdan tabaklar yapmalarım, onlarca çiçekle yapılmış kötü kokulu parfümlerim, mısır koçanından bebeğim, yediğim lezzetli erikler de gider diye ödüm kopuyor. Asmanın altındaki ahşap banklarda Cemile’yle karşılıklı, yan yana oturmalarımız da gider. Sabah çok erkense,  Cemile’nin mavi boyalı, ufak titrek aynalı demir karyolasında gözümü açar açmaz odaya gidip onu kahvaltı ederken veya sobaya yakın otururken; çok geç uyandıysam, dışarıda onu tek başına otururken buluşlarım ve mutlu oluşlarım… Bunlar elimden uçup gitmesin diye Cemile’yi yazmak istiyorum.

 

Cemile bir genç kızcağız, küçük köyün küçük ağasına vurulmuş atın sırtında görünce onu. Bu Cemile’nin hikâyesindeki ilk önemli sahnedir. Diğerinde Cemile’nin saçları upuzun ve gür, kırk tane örgülüymüş; al basmasıyla kahve taşımış ya misafir küçük ağaya, büyülü bir sahnedir bu, çok kez büyülenerek dinlediğim. Bu sahne ömrümde gördüğüm en güzel bahçede geçer çünkü: Cemile’nin büyüdüğü evin bahçesinde. Üç katlı, bakımlı bir konağın önündeki geniş avluda öbek öbek beyaz taşlar vardır. Bu taşların arasında ve tüm bahçede yemyeşil çimler… Avlunun yanı başından ufacık bir su akar. Suyun ilerisi çeşit çeşit meyve ağacıdır. Küçük ağayla Cemile’nin öyküsünün o büyüleyici ikinci sahnesi buradadır işte.

 

Aytmatov’un güçlü Cemile’si ile yaralı, yanık sesli Danyar nasıl kavuştuysa; benim Cemilem ile küçük ağa da kavuşmuşlar. Cemile çocukluğumun en güzel yaz tatillerinin geçtiği konağa gelin gelmiş. Artık Cemile’ye başka bir evden “gelen” olduğunu sekseninde bile hatırlatacak o kelime yapışmış isminin yanına. Yüksek bir tondan, son hecesini uzatarak “Cemile geliiin!” dediğinde biri, herkes tebessümle kapıya en yakın yeşil tekli koltuğa bakacak, Cemile sekseninde iken bile. Cemile gelin elinde katlanmış beyaz mendili ve ışıkta parlayan altın küpelerini hafifçe sallandırarak sese doğru bakacak. Mahcup gibi, muzır gülümseyecek. Olsun, ben ondan gelin, anne, babaanne diye değil, Cemile diye bahsedeceğim. Sadece Cemile.

 

Cemile’nin en büyülü üçüncü sahnesi yeşil tekli koltuğun hemen üstündeki şömineli odada geçer. Söze başlarken bu oda işaret edilir; anlatıcı istemsizce dinleyicilerin hayal güçlerine seslenir. Ben o güzel günde odanın dekorunu bilmediğim için, sahneyi hayal ederken odanın çocukluğumdaki halini ve hayal gücümü işin içine katarım. Şöminenin üzerinde birkaç kuru çiçek ve eski kömürlü ütü durur, şömine yanar haldedir. Cemile’nin sedef kakmalı sandığı duvarın dibindedir, içi bin bir hazineyle dolu ve yine Cemile’nin çeyizinden ahşap oymalı koltuk takımı üzerinde çiftimiz diz dizedirler. Sohbetleri öyle güzel, öyle mutlulardır… Cemile ve küçük ağanın gözü yalnız birbirlerini görür ki küçük ağanın sigarası küçülür küçülür, Cemile’nin kolunu yakar da Cemile hiç fark etmez, acı hissetmez. Hala izi durur bu yanığın Cemile’nin kolunda ve Cemile bu sahneyi anlatırken o yara izine dokunur, usulca sever.

 

Her hikâyede olan “düğüm” kısmı, kalbimi kıran olaylar zinciridir Cemile’de. Bu konuda belirli bir sahne duymadım, belki hatırlayamıyorum, belki de insan beyni güzellikleri uzun uzadıya anlatmayı rahatlatıcı bulur diye bu hüzünlü sahneler bana hiç ulaşmadı. Bildiğim “-miş”li geçmiş zamandan ibaret birkaç cümle.

 

Küçük ağa: adı üstünde; hatırı sayılır miktarda tarlanın, çalışanın, tüm civar köylere un öğüten bir değirmenin, bir düzine çobanın idare ettiği hayvanların tek varisidir. Yine küçük ağa: küçücüktür. Daha askere bile gitmemiştir Cemile’ye kavuştuğunda, tek çocuğunu kucağına aldığında. Sene 43’ yahut 44’, küçük ağa askere gider, çok özlem çeker. Askerlik senelerce sürecektir, Cemile’den ayrı, toprağından ayrı. Küçük ağa sigarasına şeker sarar, karbonat sarar da içer. Hasta olayım, Cemile’ye erken kavuşayım diye. Olacak olan, olur. Küçük ağa cebinde nergis soğanlarıyla, çok hasta, çıkagelir. Bu sahneyi düşünürken, şimdiki mandıranın yanından hasta küçük ağanın öksürerek geçtiğini hayal ederim. İçine zehir çekip ciğerlerini öldüren küçük ağanın, o yolda yine de mesut olduğunu düşünürüm.

 

Küçük ağa nerelerden doktorlar getirilse de, yurtdışına götürülmek istense de kurtulamaz. Cemile daha bir-iki sene evvel geldiği bu evde, kucağında tüm mirasın varisi oğluyla kalakalmıştır. Babası kızı geri gelsin, yeniden evlendirelim ister, civar köylerden birçok talibi çıkar. Bir sürü rahatsız eden olur ki küçük ağanın annesi, Meryem, bir keresinde taş ocağa saklar Cemile’yi de, bulamayınca geri dönerler.

 

Meryem: konağın büyük hanımıdır. Hanım değil tabi, Meryem Kadın derler ona, torunlarının torunları bugün bile. Çobanların, tarladaki işçilerin, evdekilerin ve ailenin başındaki Kadın. Tek varisin, Cemile ile başka bir aile çatısına gidemeyeceğine kanaat getirir ve konağa iç güveysi gelmiş damadıyla, yani kızı Satu’nun kocasıyla Cemileyi evlendirir. Sene 1945’tir… Karadeniz kıyısında bir Cemile işte böyle savrulur durur. Satu: 1914’te seferberliğin ilk senesinde 10 yaşında, abisinin peşinde çetecilerden konağı, topraklarını korumuş Satu, artık yıllarca aynı evin içinde eski kocasına bir daha kolay kolay dönüp bakmayacaktır bile. Ve Meryem Kadın,  bu zor kararı verirken nasıl hissetmiştir? Gördüğüm tek fotoğrafında: beyaz çarşaflı yatağında, beyaz başörtüsüyle, bir imparatorluğun yıkılışına, Cumhuriyetin doğuşuna tanıklık etmiş, gülümseyen gözlerinden bunu anlamak imkânsız.

 

Tüm kayıpların ve kazançların sonunda; bu üç güçlü kadın, önce küçük ağanın küçük oğlunu, sonra o oğlanın yedi çocuğunu ve onların da çocuklarının bir kaçını manilerle, ninnilerle, kıssadan hisselerle, ülkenin tüm gelgitleri içinde büyütürler ve bir yandan kendileri de büyürler. Cemile merdivenlerden hoplaya hoplaya iner, ekmek eder. En sevdiği türkü “Kadifeden Kesesi”dir, saçları hep örgülü, kınalı ve temizdir. Beni koynunda uyutur, ellerime güzel kokulu kınalar yakar, onları beyaz bezlerle sarar. Ben köyde kalmak için onun yatağında uyuma numarası yaparım, ertesi gün mandıranın bitiminden konağa kadar olan yolun kenarındaki nergislerden toplarım. “Bunları dedeniz askerden, cebinde getirdi” der Cemile, nergisleri koklar.

 

Son gününü ben çok uzaktayken yaşar, son öğüdünü titrek aynalı karyolasında ben yokken verir. Torunlarına, onların çocuklarına gönüllerince gezmeyi, eğlenmeyi öğüt eder. Çünkü hayat çok güzeldir ve güzelliği kadar kısadır. Son fotoğrafı yine ben orda yokken çekilir. “Gel Cemile Gelin, kulağına bir de çiçek takalım çekilirken.” der torunu.

 

“Amaan uşak! Ben zaten kendim çiçeğim!”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YGardiyan
Gardiyan

Masamız, 90’ların sonunda, herkesin balkonlardan birbirine seslenip sohbet edebildiği bir mahallenin ortasına kurulu. Yüzleşme masamız mahallenin ortasında duruyor.

KÜLTÜR

YBu Yollar Kimlere Çıkar?
Bu Yollar Kimlere Çıkar?

İlk kez geldiğim bir şehri düşünüyorum ya da bir kasabayı. Kimseyi tanımıyorum, kimse beni tanımıyor.

ENGLISH

YBeyond the Roads, Over the Mountains
Beyond the Roads, Over the Mountains

An elementary school teacher writes about her experience in a small village school close to Lake Van.

Bir de bunlar var

Ne Alakası Var?
Mekânın Travmada Nasıl Bir Rolü Olabilir?     
Yalan, İftira, Yüzsüzlük: Türk Basınında Sıradan Bir Gün

Pin It on Pinterest