Sanatçı kadınların büyük mücadelelerle ortaya koydukları eserlerinin korunması, saklanması ve görünür olmaya devam edebilmesi nasıl bir mücadele gerektiriyor?

SANAT

Ben-Sen-Onlar: Sanatçı Kadınların Mirası Üzerine Bir Not

Yazar ve eleştirmen Susan Sontag’ın günlüklerini ve defterlerini bir araya getiren serinin ilk kitabı Yeniden Doğan’ın önsözünde, oğlu David Rieff bu günlükleri yayınlama kararından bahseder. Sontag, günlüklerine dair hiçbir talimat bırakmamış, dolayısıyla vefatından sonra günlüklerini yayımlama ya da yayımlamama kararı oğlu David Rieff’e kalmıştır. Dünyaca tanınan, makaleleri, kitapları birçok dile çevrilmiş, vefatından sonra tüm belgeleri UCLA kütüphanesi tarafından satın alınan Sontag’ın mirası, tüm bunlara rağmen oğlu için büyük bir sorumluluk ve verilmesi gereken zor bir karar haline gelir.

 

Rieff’in yazdıkları, 2015 yılında babam Cengiz Çekil’i kaybettikten sonra yaşadığım endişeyle benzerlik gösteriyor. Vefatının ardından, ondan geriye kalan arşivi ve eserleri benim için büyük bir soru işareti oldu. Sontag gibi, babam da geride bıraktığı arşiviyle ilgili herhangi bir talimat bırakmamıştı. Onları nasıl saklayacağım, benden sonra korunmalarını nasıl sağlayacağım ve eserlerinin insanlarla buluşmasını nasıl sürekli hale getireceğim sorularıyla baş başa kalmıştım. Ancak zamanla farkettim ki, babamın çoğu eserinin sergilenmiş hatta kitaplaştırılmış olması, çoğu arşivinin dijital olarak ulaşılabilir olması, bu yükümü kısmen hafifletiyordu. Sontag örneğinde olduğu gibi, babamın da çoğu arşivi kayıt altına alınmıştı.

 

Peki ya tüm bunlar mümkün olmasaydı? Tüm üretimleri, arşivleri, yazdıkları bir depoda ya da bir odada saklanıyor olsaydı? Bu sorunun cevabı kuşkusuz sanatçı kadınlar ve erkekler için farklı anlamlar ifade ediyor. Sanatçı erkekler için bu durum, yaşanılan coğrafyayla da ilgili bir meseleyken, sanatçı kadınlar için çok daha çetrefilli bir hal alıyor.

 

Meşher’deki Ben-Sen-Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı sergisi, 1850-1950 yılları arasında üretmiş 117 sanatçı kadının 232 eserini bir araya getiriyor. Aşina olduklarımızın yanı sıra, sanat tarihi kanonunun dışında bırakılmış sanatçı kadınların hiç görmediğimiz eserleri de özenli ve incelikli bir araştırmayla sergiye dahil edilmiş. Bu birliktelik, aile koleksiyonları aracılığıyla daha önce sergilenmemiş eserlere ulaşılmasıyla mümkün olmuş. Bu eserler, kimi zaman ailelerin evlerinden kimi zaman yazlık evlerinin duvarlarından galeri mekanına taşınmış. Bir arşiv çalışması olarak da görülebilecek olan bu sergi, yukarıda bahsettiğim sanatçı mirası meselesine de işaret ediyor. Sanatçı mirası konusu, yalnızca sanatçıların eserlerini değil, biriktirdiği ve sakladığı tüm eşyalarını ifade ediyor aslında. Fotoğraflar, eskizler, eser taslakları, kullanılan boyalar, fırçalar, paletler, biriktirilen her tür malzeme, gazete kupürleri, sergi davetiyeleri, kartpostallar. Bir sanatçının ardında bıraktığı, en az eserleri kadar önemli olan tüm mirası. Bu miras, bir atölyeye ya da ‘kendine ait bir oda’ya sahip olamayan sanatçı kadınlar için çoğu kez imkânsız bir hal alıyor. Özellikle, sanat tarihi yazımının dışında bırakılmış sanatçı kadınların mirasları, en iyi ihtimalle ailelerinin imkân bulduğu ölçüde onları koruyabilmesiyle, kayıt altına alınacağı günü bekliyor.

 

Ben-Sen-Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı sergisiyle sanatçı kadınların yeniden hatırlanmasını ve kayıt altına alınmasını biz sanatçı kadınlar için değerli buluyorum. Daha o yıllarda, sergilenip sergilenmeyeceğini, saklanıp saklanmayacağını düşünmeden, kimi zaman evlerinin bir köşesinde, kimi zaman atölyelerinde üretmeye devam eden kadınlarla ve eserleriyle tanışmak, bizlerin ve bizden sonraki nesillerin de ‘yapabileceğini’ kanıtlar nitelikte. Serginin giriş katında bulunan Nasip İyem’in Hamile isimli seramik heykelinin bendeki anısı bu kanıta neden ihtiyacımız olduğunu hatırlatıyor. 2011 yılında, Evin Sanat Galerisi’nde Evin İyem ile çalıştığım dönemde, Nasip İyem’in Hamile çalışması, alt kata inen merdivenin duvarında, onun için tasarlanmış özel bir bölmede durur, Evin İyem ise her geçişinde, ona güç verdiğini söyleyerek, hamile kadının karnına eliyle dokunurdu. Bu ritüel, bizden önce üretmiş sanatçı kadınları tanımaya neden ihtiyacımız olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Bana göre hem iki çocuk büyütmüş hem de üretimlerine devam etme mücadelesini hiçbir zaman bırakmamış Nasip İyem, Evin İyem’e onun da ‘yapabileceğini’ hatırlatıyordu. Dolayısıyla benim için de nesilden nesile aktarılan kadın dayanışmasının gücünü simgeliyordu. Bu aktarımın hamile heykeli üzerinden gerçekleşmesi ise, aktarılanın yalnızca yapabilme gücü değil, annelik deneyimi olduğunu da hissettiriyor. Anneliğin kutsal bir görev olarak kadına atfedildiği ataerkil yapı içinde, tüm normların aksine kendilerine özgü bir annelik pratiği geliştirebilmiş ve böylelikle kendilerine alan açabilmiş kadınların deneyiminin, bir sonraki nesillerin de annelikle kurduğu ilişkiyi şekillendirdiği söylenebilir.

 

Feminist hareketin sanatçı kadınların üretimleri için kendilerine alan açtığı ve üretimlerinin daha görünür olduğu bir dönemin başlamasına olanak sağladığı bir gerçek. Peki, sanatçı kadınların büyük mücadelelerle ortaya koydukları eserlerinin korunması, saklanması ve görünür olmaya devam edebilmesi nasıl bir mücadele gerektiriyor? Bu mücadelenin gerekliliği sanatçı kadınlar için çok daha elzem. Zira, bu eserlerin korunması ve kendinden sonraki kuşaklara ulaşabilmesi kadın mücadelesi için de çok değerli. Bugün toplumsal cinsiyet rollerinin getirdiği yükümlülükler ve kendilerine atfedilen sorumluluklar dolayısıyla kendilerine ait bir alan ve zaman yaratmakta zorluklar yaşayan, sanatsal üretimlerini devam ettirmede engellerle karşılaşan sanatçı kadınların yalnız olmadıklarını ve bu engelleri aşmayı başarmış, kendinden önceki kadınların varlığını görmeleri önemli.

 

Yapabiliriz. Yapmaya ve üretmeye devam edeceğiz.

 

 

Fotoğraf: Hadiye Cangökçe

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Anakronik Zaman, Anakronik Mimaroğlu
Mutedil Dalgalanma
Ezhel: Bizden Başka Kimsemiz Yok!

Pin It on Pinterest