Nasıl ağlar kurmalı, sürekli göz korkutma, küçümseme ve tacizin normalleştirilmesine karşı nasıl baş etmeli?

MEYDAN

Güzel İllüzyonlar, Acı Gerçekler: Setlerde Mobbing ve Bizim Kızlar

Oralarda uzaklarda çeşitli setler var: film, reklam, dizi. Birileri o büyülü kutuda, ekranda hipnotize olarak seyrettiğimiz şeylerin üretimi için koşturup duruyor. Çoğunlukla gıpta edilen hayatlar bu filmcilerinkiler: memur gibi sabit çalışma saatleri yok ya, dolayısıyla biraz daha özgürler, hareket halindeler, eğleniyorlar…

 

Bu “renkli” dünyada kadın olmaktan bahsetmek istiyorum biraz. Kafa karışıklıklarına, sinir bozukluklarına gebe, renkli bir dünya bu. Bir günü şöyle özetleyebilirim: sabah 6:00 civarı uyanış, 6:30’da evden çıkış ve takriben 15 dakika sonrasında uykulu gözleri hızla yuvalarından uğratacak bir taciz, sete varış, vardıktan sonrası “bayansın” diye sana taşıtılmayan eşyalar, yaptırılmayan işler silsilesi, sete vardıktan 13 saat sonra (şanslıysan) eve geri dönüş, İstiklal Marşı ve kapanış. Her sabah bu macera dolu hayattan duyulan memnuniyetin nasıl bir safhada olduğundan bahsetmeme gerek yok herhalde. Setteki el şakaları, laf sokmalar, “biyolojik birtakım özelliklerin” ve yaşın ağır işler yapmana el vermez diye kenara itilmek de cabası tabii.

 

Bazı işler daha feminen algılanıyor setlerde. Makyaj, kostüm, sanat yönetimi gibi. Setlerde adamların yaptıkları cinsiyetçi şakalarla, kadınlara bulaşma veya flört etme halleriyle göz göze geliyorsun sürekli. Ondan da birkaç kat daha zorlaşabiliyor işler. Hem kendinin hem de setteki diğer kadınların maruz kalabileceği tacizlere karşı tetikte beklerken buluyorsun kendini. Kendinle ilgili pervasız ve sert olabilirsin ama başkalarının ne istediğini nereden bileceksin? Tebessüm edip geçerek hayatına devam etmeye çalışıyorsun ama bu taktik de her zaman işe yaramayabiliyor.

 

Bir kere “bayan” olmak çok şahane. Çalışmak üzere gittiğin sette kendini bolca oturur, çay-kahve içer, telefonda oyun oynar halde bulabiliyorsun. Ama paradoks bu ya, iş verilmediği için oturduğun her an, etrafta seni izleyen gözler hanene eksiler yazıyor. Tuhaf bir karakter karmaşası, konumlama problemi yaratıyor bu durum insanda. Yeterince cevval miyim, yoksa sürekli iş seren biri miyim? Nasıl görünüyorum? Daha önemlisi kimim/neyim? İş yapmamın önüne geçen bu “kadınlığın” ne kadarını kabullenmek istiyorum? Nasıl görülmek istiyorum?

 

Üstüme yapışan cinsiyet rolleriyle hep biraz derdim oldu. O yüzden ergenliğimin önemli bir kısmını “erkek fatma” olarak geçirdim. Sonra kendimle, bedenimle barışabildiğim 20’ler geldi. Şimdi geriye dönüp bakıyorum: güçlü olduğumun kabul edilmesi için “erkek gibi” olmaya niyetim yok ama köşede oturup çay içen “kadın” olmak da istemiyorum. Çünkü herkes gibi çalışmamam için bir sebep göremiyorum. Zaten birazcık rahat, esprili davransam kafama kötek gibi inen “biraz daha hanım hanımcık olsan” serzenişi şimşekler çaktırıyor gözlerimde. Herkesi memnun edebilecek bir yeterlilik seviyesi mevcut değil. Senden beklenen toplumsal cinsiyet performansı herkes için farklı. Benim ne kadar becerikli, çalışkan olduğumun önemi yok. Sete 5 dakika uzaklıkta bir yere -sabaha kadar çalıştığımız halde- malzeme almaya gidecekken “bilmemkim de seninle gelsin” diyerek “hanım-gece-tekinsiz sokaklar” üçlemesini tamamlıyoruz. Tehlikelerden korunduğuma, karanlık sokaklarda yalnız bırakılmadığıma göre demek ki hala “hanımım.”

 

Garip bir hal… Hem ezilmemek, farklı muamele görüp dikkatleri üzerine çekmemek için bir yanınla daha “erkeksi” davranıp, çoğunluğu erkek olan bir ekibe olabildiğince uyum sağlıyorsun, hem de en “erkek gibi” olduğun anlarda “yeterince kadın” olmadığın şikayetini alıyorsun. Kadın bedenini ilgilendiren en okkalı küfürlerden biri edildiğinde, ilk sana bakılıyor:. “Ayıp oldu ama duydu mu ki?” Neden ben utanılacak biriyim ki? Halbuki o küfürlerin retorik kullanımıyla değil, pratik, somut dünyadaki karşılıklarıyla derdim var. Gerçek hayattaki aksiyonlarımızla beklenen cinsiyet rolleri arasındaki boşluklarla derdim var.

 

Birlikte çalıştığınız ekip çoğunlukla “adamlardan” oluşuyorsa, birkaç gün ortama düşüveren konuk kadın ya da kadın oyuncu minik bir medeniyet aralığı yaratabiliyor. Toplanılıyor ve set hizaya çekiliyor: “Yalnız arkadaşlar bu ara biraz tuvalete, konuşmalarımıza dikkat edelim, malum kadın oyuncu geliyor.” Nasıl? Son baktığımda ben de “kadındım.” Benimle ya da setteki diğer kadınlarla ilgili neden böyle hassasiyetleriniz yok? Tabii ki böyle bir hassasiyet beklemiyorum bir yandan da. Eşit muamele istiyorum sadece, zira hassasiyetleri paralize edip iş yaptırmıyor. Ama neden bu yapay medeniyet telkini? Neden bu paradokslar içimde? Western’lerde medeniyeti sembolize eden kadın karakterler gibi sete misafir olan kadınlar. Tuvalete, ortak yemek alanına her yere medeniyet getiriyor, medeniyet düzeyimizi artırıyorlar.

 

Ben türlü setlerde çalıştığım dönemlerde tecrübe ettim bu yukarıda yazdıklarımı. Ama setler “kadınlar” için tehditkar ve karmaşık olmaya başka başka şekiller de devam ediyor. Yasak Elma dizisi Talat Bulut’la ilgili çıkan taciz haberleri dolayısıyla bir süre zora girmişti hatırlarsanız. Son dönemde özellikle gündemimizde kendine özellikle görsel sanat sektöründeki taciz ve tecavüzleri gözler önüne sererek önemli bir yer açmış olan #MeToo hareketinin de bunun tetikleyicisi olduğunu düşünebiliriz tabii. Ama Yasak Elma yeni sezonda da belki yeni tacizlere, sınır ve hak ihlallerine gebe bir şekilde devam ediyor. Şişiyorum, sinirleniyorum aklıma geldikçe. Neden bu devamlılığı kıramıyoruz? Neden o insanlar o sette çalışmaya devam ediyor?

 

Belki de mesele, neye taciz demek istediğimize karar vermektir. Ya da bu durumu norm veya prosedür olmaktan çıkarmaktır. (Tilbe Saran’ın setlerde taciz meselesi üzerine konuştuğu şöyle güzel bir video var). O “zararsız” eşiğin ne zaman aşıldığına ve aşıldığında tepkinin ne olacağına karar vermektir. Çünkü çok küçük, çok sinsi ve hızlı anlar oluyor bunlar genellikle. Elit İşcan geçtiğimiz ay sette sistematikleşen tacizden şikayetçi olduğunda ve durumu ifşa ettiğinde, bu küçük anlardan koca bir tepki yükseliverdi: herkesin uzun yıllardır içinde tuttuğu, biriktirdiği bir tepki.

 

Bir yanda emeğin küçümsenmesi, cinsiyetlendirilmesi, değersizleştirilmesi, nereden nasıl geleceğinin hiç kestirilemeyeceği seri taciz olayları; öbür yanda bunların karşısında film yapmaya, bu sektörde varolmaya dair beklentiler, hayaller… Nasıl ağlar kurmalı, nasıl baş etmeli sürekli göz korkutma, küçümseme ve tacizin normalleştirilmesine karşı? “Adamların” çoğunluğu oluşturduğu bazı işlerde (aslında formal ismi mobbing olan bu tür durumlar için) nasıl formüller geliştirmeli? Sektörde çalışan bazı şahane kadınların tüm bu konulara verdiği şöyle güzel bir cevap gelişmişti geçtiğimiz ay.

 

 

Şimdi belki de bu ağı, bu hareketi güçlendirmenin zamanı. Bu haliyle devam etmezine izin vermeyeceğimiz ortada.

 
 
 

Görsel Star Wars Force Awakens’tan.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YBayık Oscarlara can veren anlar: Mark Ruffalo, The Anatomy of a Fall ekibi ve niceleri
Bayık Oscarlara can veren anlar: Mark Ruffalo, The Anatomy of a Fall ekibi ve niceleri

Oscar'larda kazanan, yarışan adaylardan çok sanatçıların, yapımcıların, yönetmenlerin savaşa dair pozisyonunu merak ettiğimiz bu yıl, bana sorarsanız her yıl kadar bayık ve tahmin edilebilirdi.

KÜLTÜR

YNeandria: Peki O Meşhur “Taşra”da Kadınlar ve Gençler Ne Yapıyor?
Neandria: Peki O Meşhur “Taşra”da Kadınlar ve Gençler Ne Yapıyor?

Alamos Gold şirketi yıllar sonra 2021’de Kazdağları’nda altın aramak için tekrar harekete geçti. Bu açıdan film hem gerçekten sürekli orada olan bir ekolojik yıkımın, hem buna karşı örgütlenen genç neslin, hem de bu kasabada yaşamaya devam etmenin hikâyesi.

MEYDAN

Y1 Aralık Dünya AIDS Gününde Örgütlenmeyi Hatırlayalım!*
1 Aralık Dünya AIDS Gününde Örgütlenmeyi Hatırlayalım!*

AIDS krizinin, bunca insan yaşamının saçma ve nefret dolu devlet politikaları sebebiyle sona ermesinin biz buradayken bize öğretebileceği tek bir şey var: mücadeleye devam etmek.

KÜLTÜR

YSenkronize Yüzmenin ve Birlikte Film Yapmanın Uyumu: Düet (2022)
Senkronize Yüzmenin ve Birlikte Film Yapmanın Uyumu: Düet (2022)

Senkronize yüzme milli takımında olan iki gencin spor kariyerine odaklanan Düet belgeseli, spor sektöründe kuir/kadın olmanın ne demek olduğunu, yüzme federasyonundan yeterince destek göremeyen bu sporun nasıl bir şey olduğunu anlatıyor. Kendileri de uzun yıllar su balesi yapmış olan, filmin yönetmenleri İdil ve Ekin ile biraz film üzerine biraz da film sektöründe, sporda kadın ve kuir olmak üzerine konuştuk.

Bir de bunlar var

Derdiniz de Dermanınız da İstanbul Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi’nde
İsveç Hükümetinden “İmza Öyle Atılmaz Böyle Atılır”
Bir Kadının Sesinden Ezan

Pin It on Pinterest